Alaaddin BAŞAR

Alaaddin BAŞAR

Bölünmez bütün

“İman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar.” (Asâ-yı Mûsa)

İman kelimesi, imanın altı rüknünün tamamına inanma mânâsı taşır. Bu rükünlerin hepsine inanılması halinde ‘iman’ tahakkuk eder. Bu iman, ‘tefrik kabul etmez.’ Yani bir tek iman rüknüne bile iman edilmese o inanca iman denmez; batıl bir inanç denilir. O halde, iman “bir vahdanî hakikattir.”

İnsan varlığı beden ve ruhtan meydana geliyor. Beden birçok organlardan teşekkül etmiş bir ‘kül’dür. Bu ‘kül’ bazen parçalara ayrılır. Bir kaza sonunda kolunu yahut ayağını kaybeden insan, yine insandır. Ama ruh öyle değildir. Ruhtaki hisleri, duyguları ondan ayırmak mümkün olmaz.

Meselâ, görme sıfatına sahip olmayan bir ruh düşünemezsiniz. Hayat, irade, işitme, görme gibi sıfatlar da her insanın ruhunda vardır. Bedendeki bazı arızalarla bu sıfatların dış dünya ile ilgileri kesilebilir ve bir iş göremez hale gelebilirler; gözü olmayanın görmemesi, kulağı arızalı olanın işitmemesi gibi. Ancak, bu hal o sıfatların yok olması mânâsına gelmez. Nitekim, rüya âleminde o sağır insan da işitir, o kör adam da görür. 

Hem de uyanıkken sadece karşısındaki arkadaşlarını gören insan, uykuya daldığında yüz sene önce yaşamış dedesini görebilir ve onunla sohbet edebilir. 

Risale-i Nur Külliyatı’nda iman için ‘nur’ tabiri kullanılır. 
“İman hem nurdur, hem kuvvettir.” (Sözler)

Nurun bölünmezliği, ruhun bölünmezliğinden daha ileri seviyededir. Meselâ, sevaplar nurdurlar. Okuduğunuz otuz hatmi otuz sevdiğinize bağışlasanız, her birine bir cüz düşeceği gibi yanlış bir fikre kapılmazsınız. Bilirsiniz ki, nur bölünmez ve bu otuz hatimden hasıl olan tüm sevap, hiç bölünmeden, her sevdiğim zata aynen ulaşacaktır. 

Bilindiği gibi, kül bölünür ama küllî bölünmez. Kül, bütün demektir, onun parçalara ayrılması mümkündür. Bir evin bölmeleri bir küllün cüzleridir. Gerektiğinde bu bölmelerden birini evden ayırabilirsiniz. Mesela dört odalı evinizi üç odalı hale getirebilirsiniz. Ama, bazen, öyle “kül” olur ki, onu parçaladığınızda küllün tamamı ortadan kaybolabilir. Bir atomdaki protonların bir kısmını başka bir yere taşısanız artık o atomdan söz edilemez, ortaya bir başka atom çıkmış olur. 

Bir kelime de öyle değil mi? Kelime, harflerden teşekkül etmiş bir küldür. Ama ondan bazı harfleri çıkardığınızda önceki kelimeden eser kalmaz; bir başka kelime ortaya çıkar. İşte Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri imanın böyle bir küll olduğunu nazara veriyor. İman rükünlerinden birisine inanmayan bir insanın bu inancı, Kur’anî mânâda bir iman değildir. Kur’an dışı ayrı bir inançtır. 

‘Küllî’ye gelince, o zaten bölünmez. Çünkü ‘küllî’, Üstadın tabiriyle, “teşahhusattan mücerret bir mahiyet”tir. Mücerretler ise bölünmezler; bölünen ancak müşahhastır. Mesela, yıldız dediğimiz zaman, gökyüzündeki bütün yıldızların cins ismini söylemiş oluruz. Bu isim, teşahhusattan mücerrettir. Yani, yıldız demekle belli bir gök cismini kast etmiş olmayız. Bir tek gök cismine yıldız denildiği gibi, bütün yıldızlara da aynı isim verilir. Yani bu ikincisinde yıldız mânâsı, parçalara bölünerek küçülmüş, kuvvetsiz kalmış değildir. 

Nur Müellifi imanın da bir küllî gibi bölünemeyeceğini ifade ediyor.

Burada akla bir soru gelebilir: Aynı durum, İslâm’ın şartları için de geçerli değil midir? Bir insan İslâm’ın bazı şartlarını yerine getirse de bazılarını getirmese, İslâm dininden çıkar mı?

İslâm’ın beş rüknüne de iman etmek şarttır. Ama bu imanın amel âlemine aksetmesinde, bazı müminler ihmalkâr davranabiliyorlar. Meselâ, namaz kılmayan bir mümin, namazı tasdik ettiği ve o farzı yerine getirmemekle hata yaptığını bildiği sürece iman dairesinden çıkmaz. Çünkü, burada terk edilen, iman değil ameldir. Amelin terki ise mümini günahkâr yapar, fasık yapar, ama kâfir etmez. 

Ehl-i sünnet itikadı böyledir. Bediüzzaman Hazretleri, ‘kebair’ yani büyük günah işlemenin insanı küfre götürmediği yolundaki ehl-i sünnet itikadını açıklarken şöyle buyurur:

“Kebairi işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.” (Lem’alar)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum