Said Nursi: Bela ve musibetler bazı duaların vaktidir

Said Nursi: Bela ve musibetler bazı duaların vaktidir

Yangın musibeti ile mücadele ediliyor. Bu musibetin manevi yönü de var. Acaba manevi cihetten almamız gereken ders nedir?

RİSALEHABER

Dünya ve Türkiye üzerindeki musibetler son zamanlarda giderek arttı. Özellikle ormanlarımızın yanması üzerine büyük bir seferberlik başladı. Maddi imkanlar ateşi söndürmek için kullanılıyor. Bir de bu musibetin manevi yönü var.

Bir toplumun başına gelen bela ve sıkıntılar, bütün bir toplumun hata ve günahlarının bir sonucudur. Yani genel ceza genel bir kusurun sonucu oluyor. Bir kişinin işlediği bir hata yüzünden Allah bütün bir topluma ceza vermez. Allah’ın sonsuz adaleti şahsi suça şahsi ceza, kamu suçuna da kamusal bir ceza veriyor.

Musibet ve belalar işlenen günah ve hataların bir sonucu iken, aynı zamanda mükafatın da başlangıcı oluyorlar. Çünkü musibet kişinin kusurunu temizler, affedilmesine vesile olur, ardından Allah sonsuz şefkati ile o kulunu nimetine boğar. 

Kul kir ve günahlarından arınmadığı müddetçe, Allah o kuluna mükafat vermez. Bu yüzden insan tövbe ve istiğfar ile ya kendi temizlenecek ya da Allah’ın vermiş olduğu bir bela ve musibet ile temizlenecek. İlahi af ve rahmet ancak bundan sonra gelir. Temizlenmemiş bir kalbe Allah nazar etmez.

Bela ve musibetler bazı duaların vaktinin geldiğini gösterir

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, belaların ve musibetlerin artmasının bazı duaların vaktinin geldiğini belirtiyor.

Yirmi Üçüncü Söz'deki ilgili bölüm şöyle:

"Hem, duâ bir ubûdiyettir (kulluk); ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir (netcesi ahirettedir). Dünyevî maksadlar ise, o nevi duâ ve ibâdetin vakitleridir; o maksadlar, gàyeleri değil. 

Meselâ, yağmur namazı ve duâsı bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibâdetin vaktidir; yoksa, o ibâdet ve o duâ, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o duâ, o ibâdet hâlis olmadığından, kabule lâyık olmaz.

Nasıl ki, güneşin gurûbu (batış), akşam namazının vaktidir; hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsûf ve husûf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın (özel ibadetler) vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nurânî âyetlerinin nikaplanmasıyla (örtülmesi) bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını (kullarını), o vakitte bir nevi ibâdete dâvet eder. Yoksa, o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesâbiyle muayyen olan ay ve güneşin husûf ve küsûflarının inkişafları için değildir. Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir.

Ve beliyyelerin (bela, musibet) istilâsı ve muzır (zararlı) şeylerin tasallutu, bâzı duâların evkat-ı mahsusalarıdır (özel vakitler) ki, insan o vakitlerde aczini anlar; duâ ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâ eder.

Eğer duâ çok edildiği halde, beliyyeler def' olunmazsa, denilmeyecek ki, "Duâ kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duânın vakti, kazâ olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, belâyı ref' etse, nurun alâ nur, o vakit duâ vakti biter, kazâ olur.

Demek duâ, bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh (Allah için) olmalı. Yalnız aczini izhâr edip, duâ ile O'na ilticâ etmeli; Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbîri O'na bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.