Prof. Dr. Şadi EREN
Lemaâta Giriş
Bediüzzaman Lemaât eserine giriş yaparken “İhtar” başlığı altında şunları ifade eder:
اَلْمَرْءُ عَدُوٌّ لِمَا جَهِلَ kaidesiyle, ben dahi nazım ve kafiyeyi bilmediğimden ona kıymet vermezdim. Safiye'yi kafiyeye feda etmek tarzında hakikatin suretini nazmın keyfine göre tağyir etmek hiç istemezdim. Şu kafiyesiz, nazımsız kitapta en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libas giydirdim.
Evvelâ: Daha iyisini bilmezdim. Yalnız manayı düşünüyordum.
Sâniyen: Cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuaraya tenkidimi göstermek istedim.
Sâlisen: Ramazan’da kalb ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için böyle çocukça bir üslûb ihtiyar edildi. Fakat ey kâri! Ben hata ettim, itiraf ederim. Sakın sen hata etme! Yırtık üslûba bakıp o âlî hakikatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme!
Nazım ve Kafiye
Şairler eserlerini nazım ve kafiyeyi nazara alarak yazarlar. Bediüzzaman bu eseri dışında diğer eserlerini düz olarak yazmıştır. “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” kaidesiyle nazma ve kafiyeye çok da yönelmemiştir. Kur'ân Hazreti Peygamber hakkında şöyle der: “Biz Ona şiir öğretmedik.”[1] Bediüzzaman, âyetin değerlendirmesinde şunları nazara verir:
“Şiir kıymettar, şirin bir vasıta-yı ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için hakikate karışır, hakikatlerin suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer.”[2]
Dinde Şiir
Şiir, insandaki estetik duygunun ifadelere yansımış şeklidir. Şiir, bir söz musikisidir. Kelimelerle çizilen bir resimdir.[3] Derunumuzda hissedilen duyguların, heyecanların veya zihnimizde teşekkül eden fikirlerin manzum bir şekilde ifade edilmesidir. Şiir bir kelâmdır. Güzeli güzel, çirkini çirkindir. Hz. Peygamber, şiir hakkında şöyle der:
“Şiirin bir kısmında hikmet vardır.”[4]
Kur'ân-ı Kerim’de şairlerin her vadide at oynattıkları, boş şeylere daldıkları, yapmayacakları şeyleri söyledikleri anlatılır. Devamında ise iman ve sâlih amel sahibi olup, Allah’ı çokça anan şairlerin böyle olmadığına dikkat çekilir.[5] Hassan Bin Sabit, Abdullah Bin Raveha gibi şairler, Hz. Peygamber devrinde şiirle İslâm'a hizmet etmişlerdir.
Şiir ve şuur aynı kökten gelir. Bu durumda şair, “hisseden kimse”dir.
Dikkat Unsuru
Bediüzzaman bu eseriyle alakalı şu hatırlatmada bulunur:
“Bu Ramazaniye kitabımı kim alsa her kıt’asını dikkatle okumasa lafz ve nazmın perişaniyetine bakıp manasının anlamasına çalışmasa helâl etmem. Çirkin bir sadefte güzel bir cevher bulunabilir.”[6]
Eser gerçekten de mana cevherleriyle dopdoludur, dakik manalar hazinesidir. Böyle ince manaları yakalayabilmenin en önemli bir esası dikkattir. Bediüzzaman “Nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir”[7] diyerek bunu erkeğin evlilikte vermekle yükümlü olduğu mehre benzetir. Erkeğin verdiği mehir ile evlilik gerçekleşmekte, böylece iki yabancı artık birbirine yabancı olmaktan çıkmaktadır.
Mana İncileri
İnci, bazı yönlerden çakıl taşına benzerse de kıymet itibarıyla aralarında çok büyük fark vardır. İnsanların günlük konuşmalarında yer alan ifadeler çakıl taşı gibi iken, edebi eserlerde yer alan güzel manalar inciye benzer.
İnci, sadeften çıkar. Böyle güzel manalar da lafız sadefinden çıkmaktadır. İnci az bulunur böyle ince manalar da hemen her kitapta karşımıza çıkmaz.
Lafız - Mana Dengesi
İnsanın cesed ve ruhtan meydana gelmesi gibi, kelâm dahi lafız ve manadan meydana gelir. Lafız bir sadefse, mana o sadefteki inci; lafız bir zarfsa, mana o zarftaki mektup; lafız bir elbise ise, mana o elbisedeki dilberdir.
Kelâmdan asıl maksat, mananın ifade edilmesidir. Lafız ise buna bir hizmetkârdır. Edebî bir ifadede, güzel bir manaya güzel elbise giydirilir. Ediplerin mana incilerinin sadefleri de güzeldir. Sadece lâfzın güzelleştirilmesine çalışmak, sıradan bir mektubu çok süslü bir zarfla göndermek veya seksen yaşındaki nineye gelinlik giydirmek gibidir.
Kelamda esas süslenmesi gereken manadır, lafız buna hizmetkârdır. Bediüzzaman bunu cesed-elbise örneğiyle anlatır. Elbise cesed içindir. Onun gibi lafız da manaya göre seçilmelidir. Özellikle şiirde mana belli kalıplarla ve kafiyelerle anlatılmaya çalışılır. Bediüzzaman bunu “cesedi elbiseye göre yontmaya” benzetir. Hâlbuki tam tersi olmalıdır.
Safiye'yi kafiyeye feda etmek
Bu bir deyimdir. Bununla alakalı birkaç menkıbe anlatılır. Üstteki muhtevaya uyanlardan biri şöyledir:
Safiye adındaki bir kadın ve kocası her daim birbirlerine kafiyeyle hitap ederlermiş. Bir gün adam celallenip bağırıp çağırmaya başlamış. Kocasından hep boşanmak için fırsat kollayan Safiye, kocasını istediği vartaya düşürmeyi tasarlayarak güya onu sakinleştirmek için şöyle demiş:
- Hoş ol bey, hoş ol.
Adam safiyane kafiye bulmaya çalışmış: “Hoş ol”a ne uyar. Coş ol, moş ol, koş ol, loş ol… Bakmış bunların hiçbiri olmuyor. Sonunda “Boş ol” kafiyesini bulunca demiş:
- Sen de benden boş ol!
Kadın “beni boşadın” diyerek evden çıkıp gitmiş.
Adam bu olup bitenlerden sonra şöyle demekten kendini alamamış:
“Geldi kafiye! Gitti Safiye!”
Nefsi Hakikatlerle Meşgul Etmek
İnsan tabiatı boşluk kabul etmez. Bir kimse hakikatlerle meşgul olmazsa hayallerle ve maleyaniyat denilen lüzumsuz şeylerle vaktini zâyi eder.
İnsanın göz, kulak gibi duyularının faaliyet alanları olduğu gibi, akıl ve kalb gibi latifelerinin de faaliyet alanları bulunmaktadır. İnsan göz ile renkler âlemine, kulak ile sesler âlemine açılır. Benzeri bir şekilde akıl ile hakikatlere, kalb ile de ulvi hislere müteveccih olur. Bediüzzaman burada “Nefsi de hakikatlerle meşgul etmek” şeklinde ince bir noktaya dikkat çeker. Nefsin yöneldiği alan çoğu kere oyun eğlence gibi basit meşguliyetler veya dinin günah saydığı haram işlerdir. İşte bu mahiyette olan nefsi, tıpkı akıl gibi hakikatlerle meşgul etmek mümkündür. Bediüzzaman bunun bir çeşidini böyle bir eseri şiir diliyle yazmak suretiyle gerçekleştirmiştir. Bu eseri okuyanlar da manaları anladıkça nefislerinin bundan keyif aldıklarını görecekler, böylece “nefsi hakikatlerle meşgul etmek” gibi zor bir işi başaracaklardır.
[1] Yasin, 69.
[2] Nursi, Barla Lahikası, Envar Neşriyat, İst. 2002. s. 333.
[3] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neş. İst. 1993, s. 88-89.
[4] Buhâri, Edeb, 90; Tirmizi, Edeb, 69; İbn Mâce, Edeb, 41.
[5] Şuara, 224-227.
[6] Nursi, Asar-ı Bediiyye, İttihad Yayıncılık, İst. 2002, s. 701.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.