Prof. Dr. Şadi EREN
İçtihadın Arziliği ve Semaviliği
İçtihad ve uzmanlık
İçtihad, Fıkıh ilminde hayli derinleşmeyi ve uzmanlaşmayı gerektiren bir keyfiyet arzeder. Bediüzzaman, uzmanlığın esas olması konusunda şöyle der:
“…Her bir hâcette, o sanatta mütehassıs olana müracaat olmak gerektir.”[1]
“Bir fennin veya bir san'atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san'atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dâhil sayılmazlar. Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez.”[2]
Günümüzde fen veya felsefede söz sahibi bir kısım kimselerin, -hızlarını alamayıp- içtihadî alanlarla ilgili hükümler vermeye çalışmaları tam bir faciadır. Hâlbuki uzmanlıklara riayet, günümüzün genel kabul görmüş esaslarındandır. Bediüzzaman, -biraz da ironik bir şekilde- bu tür garabetlere şöyle dikkat çeker:
“Evet, bir hasta, tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal ederse, akrabasına tâziye vermeye davet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir.”[3]
Bir hastanın tıbbı mühendisliğe kıyas ederek, doktor yerine mühendise müracaat etmesi fevkalade yanlış bir durumdur. “Bu kimse mühendislikte otorite. Öyleyse tıbta da otoritedir” şeklinde yapılacak bir kıyas, isabetli olmaktan son derece uzaktır. Hatta doktor yerine mühendise gitmek ne kadar abes ise, -her ikisi de doktor olmasına rağmen- göz rahatsızlığından dolayı KBB uzmanına gitmek de aynı şekilde abestir.
Bediüzzaman, dinî ilimler noktasında da şöyle ince bir noktaya dikkat çeker:
“Fakih olmayan, velev ki Usûlü’l-i Fıkıhta müçtehid olsa, icmâ-ı fukahada muteber değildir. Zira o, onlara nisbeten âmîdir.”[4]
Değil Fıkha uzak alanlardan kimselerin içtihadda bulunmaları, içtihada en yakın olabilecek Fıkıh Usülünde müçtehid olan birinin bile içtihadda bulunması doğru değildir. İçtihadda bulunsa bile, Fukahanın icmaında onun görüşü nazara alınmaz.
Mehmed Kırkıncı hocamız bir sohbetinde şöyle demişti:
“Ben şu iki alanın cahilini hiç görmedim: Siyaset ve din! Adam muhtarlık seçimini bile kazanamamıştır, hatta kendi evini bile idareden acizdir, ama bakarsın ülke siyasetiyle ile ilgili konularda bir uzman edasıyla değerlendirmeler yapar, ‘ben olsam şu meseleyi şöyle çözerim’ gibi cümleler kurar. Öte yandan yedi ayeti olan bir Fatiha Sûresini okusa en az yedi yanlışı çıkar, ama bakarsın tartışmalı dinî konularda ‘bence şöyle olmalı’ kabilinden iddialı şeyler söyler.”
“Dinde ‘bence’ var mıdır?” sorusu, önümüzde önemli bir soru olarak durmaktadır. İmam Azam, İmam Şafiî gibi müçtehid imamlar “bana göre böyledir, ben böyle anlıyorum” diyebilirler ve demeye de hakları vardır. Ama Kur’anı düzgün okuyamayan, hadisleri bilmeyen birinin “bana göre şu dini meselede hüküm şöyle olmalıdır” deme hakkı yoktur ve olmamalıdır. Ortada bir hasta olduğunda, tıb eğitimi almış kimseler onun durumuyla alakalı görüş beyan ederler. Dinî meselelerde de işin uzmanı olan din âlimleri kanaatlerini anlatırlar.
İÇTİHADIN ARZİLİĞİ VE SEMAVİLİĞİ
İslam fıkhı, menşeinde semavî, füruatında beşerîdir. Yani Kur'anda ve hadislerde yer almayan yeni meselelere çözüm üretirken, bunlara dayalı olarak cevaplar aranır. Ama bu sonuca varan kişi, bir beşer olması cihetiyle, içtihadın beşerî yönü de bulunmaktadır. “Beşer şaşar” sözünde de görüldüğü üzere, insan içtihadda bulunurken haddi zatında yanılma riski de söz konusudur. Bazıları sadece bu cihete bakıp müçtehidlerin ulaştığı sonuçları tamamen beşerî görme temayülündedir. Bu tarz bakışta, içtihadın semavi esaslara dayandığını göz ardı etmek söz konusudur.
Bediüzzaman, yapılan içtihadların arzî veya semavî olmasına dikkat çeker. İçtihadın arzî olması, hevese dayalı yanlış kıyaslar ve isabetsiz akıl yürütmelerle yanlış sonuçlara varılmasını; semavî olması ise samimi bir niyetle ve doğru metotlarla Allah’ın razı olacağı doğru sonuçlara varılmasını ifade eder. Bediüzzaman, bu kavramları ve muhtevalarını şöyle nazara verir:
“Hâlbuki şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler…
…Hâlbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından, içtihatları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir, semavî olamaz, şer’î değil.”[5]
Bediüzzaman’ın üstte tenkit ettiği durum, “zaruretler haramı helal eder” kaidesini suiistimal edenler hakkındadır. Bunlar, “zaruret” kaidesinden yola çıkarak -faize fetva vermek misali- dinen asla caiz olmayacak meselelere “yapabilirsin” diye fetva veren kimselerdir. Hâlbuki zaruretlerin haramı helal kılması dar bir alandadır. Bu alanı genişletmek, yapılan içtihadı hevese dayalı, felsefi ve arzî bir hale getirmektedir. Bu tür içtihatlarda metot olarak isabetsizlik söz konusudur.
İçtihadın semavî olması, Kur'anî ve nebevî esaslara dayalı bir şekilde samimi bir niyetle yapılmasıdır. Bunu şöyle bir misalle anlayabiliriz:
Hz. Peygamber şöyle bildirir: “Sarhoş eden her şey hamrdır / içkidir ve sarhoş eden her şey haramdır.”[6]
Bu hadisten hareketle, bira gibi günümüzün sarhoşluk veren maddelerinin haram olduğuna şöyle bir mantık kurgusu ile ulaşabiliriz:
-Her sarhoşluk veren şey haramdır.
-Bira sarhoşluk vericidir.
-O hâlde bira haramdır.
Dikkat edilirse, biranın haramlığı aslında “Her sarhoşluk veren şey haramdır” hükmünde zaten bulunmaktadır. Yapılan bu akıl yürütme, bu genel hüküm içinde yer alan “bira haramdır” hükmünü ortaya çıkarmıştır.
Bu bağlamda Bediüzzaman’ın şu uyarısı son derece büyük bir öneme haizdir:
“Müçtehidlerin kitapları, vesile gibi, cam gibi Kur'anı göstermeli, yoksa gölge, vekil olmamalı... Mesela, bir adam İbn Hacer’in kitabına baktığında Kur'anın ne dediğini öğrenmek maksadıyla bakmalı. Yoksa İbn Hacer’in ne dediğini anlamak maksadıyla değil.”[7]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.