Rus gazeteci Risale-i Nur'un yasaklanmasına hayret etti

Rus gazeteci Risale-i Nur'un yasaklanmasına hayret etti

Dağıstan'da Risale-i Nur hizmetleriyle ilgilenen bir Nur talebesiyle gerçekleitirdiğimiz röportaj...

Röportaj: Abdurrahman Iraz- RisaleHaber

Dağıstan'da Risale-i Nur hizmetleriyle ilgilenen bir Nur talebesiyle gerçekleitirdiğimiz röportaj... (*)

Bize kendini kısaca anlatır mısın?

1981 senesinde dünyaya geldim. Mahaçkala denen şehirde oturuyordum. Küçükken camilere giderdik. Zaten Dağıstan’da her yer cami, Rusya’nın en dindar yeri.

Dağıstan Türk bölgesi değil mi?

Türk bölgesi değil.

Rusya’nın sınırları içinde mi?

Evet, Rusya’nın sınırları içinde.

Yani Dağıstan, Azerbaycan gibi, Türkmenistan gibi, Kazakistan gibi bir ülke değil mi?

Yok değil, Rusya’nın içinde. Ama çok dindar bir yer. Yüzde 99’u Müslüman.

Dağıstan Sovyetlerden önce müstakil bir devlet değil miydi?

Hayır. Şeyh Şamil’in zamanından sonra uzun savaş olmuş. Fakat Rusya’nın terkibi içinde kalmış.

Risale-i Nur’u ilk defa nasıl tanıdın?

1998’de biz camiye gidiyorduk. Oraya Azerbaycan’dan Said ağabey gelmişti. Onlar mescitte ders yapıyorlardı. İmam da namazdan sonra ‘Büyük bir âlim var Said Nursi. O’nun talebeleri geldiler. Biraz dinleyelim’ dedi. Kimisi dinlemedi gitti. Biz oturup dinledik. Ve o şekilde tanışmış olduk

Risale-i Nur’u ilk defa o gün mü duymuştun.

Evet.

Hangi ders yapıldı? Neresi okundu hatırlıyor musun?

Tam hatırlamıyorum ama Said ağabeyin ki kendisi Azeri Türklerindendi, uhuvvetten ve ihlâstan sohbetleri çok hoşuma gitmişti. Davet ettiler dershaneye ama ben gitmedim.

Dağıstan’da dershane var mıydı?

Bir apartman dairesiydi. Bizim Dağıstan’da medreseler çok ama caminin yanında olur. Dairede olmaz. O yüzden ben şüpheleniyordum, gitmiyordum. Sadece kapının önünde kitap alıp, evde okuyordum.

Kapıya kadar gidip, kitap alıp, eve dönüyorsun.

Evet.

Bu ne kadar sürdü böyle?

Bir, iki ay sürdü. Bir gün ısrar ettiler girdim. Bir defasında Said ağabey Mucizat-ı Ahmediye bölümünü okuyordu. Ağaçların mucizesini okuyordu. Ben de yarı uyur gibi bir vaziyetteydim. Bana öyle geldi ki o hadiseleri görüyor gibiymişim.

Yakaza halinde...

Yakaza halinde değil de hayal görüyor gibi bu hadiseleri yaşadım. Tam da yakaza değil ama ruhuma aksetti. Sonra eve geldim ve anneme bütün bu hadiseleri aklımda kaldığınca anlattım. Ondan sonra dedim ki bu kitaplarda sır var. Yavaş yavaş öyle devam ettik.

Bir kardeşimiz var Mahaçkala’da. Şimdi onun bir mahkemesi var. Nurculuk davası. Güya öyle bir şey var, bir cemiyet. Aynı Türkiye’deki gibi. Ama güzel müdafaalar yapıyor. Hatta hizmete vesile oluyor.

Yakın geçmişte Rusya’dan bir gazeteci geldi. Hapishanede açık konuşma imkânı vardı. Halk ne isterse kendi derdini konuşabilir. O kardeşimiz de gitti, konuştular. Neden bazı kitapları yasak ediyorlar? Neden böyle sıkıntı veriyorlar? O gazeteci de ‘Ben, bu kitapları tanıyorum. Hıristiyanlarla Müslümanları birleştiren bir kitaptır, ben de hayretteyim’ dedi.

Sonra orada bir müftü vardı. Tatar. O da ‘Biz kaç tane mektup yazdı ki “bu müspet kitaplardır, neden böyle yapıyorsunuz?’ diye sordu.

O gazeteci de ‘Ben, bunu ulaştıracağım’ dedi. Ve bütün bu konuşmalar televizyonlarda ve radyolarda yayıldı. Bugün o kardeşimizin radyoda bir saat konuşması olacaktı.

Hangi kardeşimizin?

Mahkemesi olan kardeşimizin.

O zaman çok ciddi bir problem yok inşallah.

İnşallah.

* Röportaj yaptığımız Nur talebesinin ismini ve resmini, kendi talebi üzerine yayınlamıyoruz.