Risale-i Nur Lugatından bir kelime: Hamele-i Arş

Risale-i Nur Lugatından bir kelime: Hamele-i Arş

Hamele-i Arş ne demek? Hamele-i Arş ifadesinin anlamı nedir? Risale-i Nur Lûgatından Hamele-i Arş kelimesinin sözlük anlamı nedir?

Allah Teâlâ'nın arşı taşımakla vazifelendirdiği sekiz müekkel melek vardır. Arşın mahiyetini bilmediğimiz gibi, bu meleklerin arşı taşıma keyfiyetini de bilemiyoruz.

"Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun çevresindedir. Ve o gün Rabbının Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir." (Hâkka Suresi, 69/16, 17).

Bu ayette ifade edilen hâdise müteşâbihdir. Meleklerin Arşı yüklenmeleri; onların koruma ve organizasyon ile görevli olduklarını, mecazî olarak bildirmeden ibarettir. Veyahut Arş sahibi olan Allah’a yakınlıklarına da ima olabilir. Bu melekler "Subhanallahi ve bihamdihi" diyerek Arş'ı tavaf ederler.

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem konusunda bana izin verildi. Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır."

[Ebû Dâvûd Sünne,1: Abdullah b. Amr "Arş'ı taşıyan melekler sekiz tanedir" der. Sa'id b. Cübeyr âyetteki "sekiz melek" ifadesini, sekiz saf melek olarak tefsir etmiştir. Bu meleklere Allah Teâlâ’ya yakın ve meleklerin efendileri olmalarından dolayı Kerûbiyyûn melekleri denilir. İbn Abbâstan nakledilen bir rivâyete göre Kerûbiyyûn melekleri, sekiz bölümdür. Onlardan her bir cinsinin insan, cin, şeytan ve melek gücü kadar gücü vardır. (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, VIII, 239)].

"Arşı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rablarını hamd ile tesbih ederler, ona inanırlar ve müminlerin bağışlanmasını isterler. Rabbımız ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın; tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru." (Mü'min Suresi, 40/7).

Bu ayetin tefsirinde İbn Kesîr; "Allah Teâlâ, arşı taşıyan dört mukarrebûn melek ile onların çevresindeki Kerûbiyyûn melekleri'nin Allah'ı tesbihle Rablerine hamdettiklerini haber verir" der. Bu âyete dayanılarak, meleklerin sayısının dört olduğu iddia edilmiştir. (bk. İbn Kesîr, a.g.e. VII / 120).

Hasan-ı Basrî, HAMELE-İ ARŞ meleklerinin sayısının sekiz mi sekiz bin mi olduğunun; ancak Allah tarafından bilinebileceğini söyleyerek, meseleyi Allah Teâlâ’nın ilmine havale eder. Sa'lebî'nin rivâyet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü ALLAH onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur." (Kurtubî, el-Cami'u fî-Ahkâmi'l-Kur'ân, XII, 266).

İslam âlimleri, arş ve kürsî isimlerinin mecaz ve teşbih yönü olduğunu ifade etmekle birlikte, bu âlemlerin mevcut olduklarına da bilhassa dikkat çekerler. Bu hususta şu güzel misali de vererek bizi ikaz ederler. Nasıl Kâbe'ye beytullah yani "Allah’ın evi" denilmesi mecazdır; ama Kâbe'nin varlığı da bir hakikattir. Arş ve kürsîyi de böyle değerlendirmek ve mahiyetlerini de anlaşılmaz olarak bilmek en istikametli yol olsa gerek.

RİSALE-İ NUR'DA HAMELE-İ ARŞ KELİMESİ

Hamele-i Arş ve Semâvat denilen melâikenin birinin ismi "Nesir" ve diğerinin ismi "Sevr" olarak dört melâikeyi Cenâb-ı Hak Arş ve semâvâta, saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semâvâtın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan küre-i arza dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi "Sevr" ve diğerinin ismi "Hût"tur. (On Dördüncü Lem'a)

Nasıl Sevr ve Nesir ve İnsan ve diğeriyle müsemmâ olan Hamele-i Arş, melâikedir. Bu Sevr ve Hût dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa, Arş-ı Âzamı melâikeye; küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafidir. Hem de lisan-ı şeriatte işitiliyor: Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasip bir melek-i müekkel vardır. Bu münasebete binaen o melek o nev'in ismiyle müsemmâ, belki âlem-i melâikede onun suretiyle mütemessil oluyor. (Muhakemat)

Meselâ, Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için şuna dikkat et ki, Zât-ı Zülcelâl,

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ …

اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ

gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudatın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münasip bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor. (On Dördüncü Söz)

Birincisi: Teşbihler ve temsiller suretinde rivayet edilen bir kısım hadîsler, mürûr-u zamanla avâmın nazarında hakikat telâkki edildiğinden, vâkıa mutabık çıkmıyor. Ayn-ı hakikat olduğu halde, vâkıa mutabakatı görünmüyor. Meselâ, Hamele-i Arş gibi arzın hamelesinden olan "Sevr" ve "Hut" namında ve misalinde iki melâike, koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş. (Beşinci Şua)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.