Resmi tarihçi Cemal Kutay’ın Said Nursi hakkındaki yalanları ve doğrular

Resmi tarihçi Cemal Kutay’ın Said Nursi hakkındaki yalanları ve doğrular

Cemal Kutay'ın Bediüzzaman Said Nursi hakkında bir çok yanıltıcı ve belgesiz iddiaları var. Vefat yıldönümünde bunları bir kez daha hatırlatıyoruz

RİSALEHABER

Tarihçi, yazar ve gazeteci Cemal Kutay vefat yıldönümünde anılıyor.

Birçok basın kuruluşunda çalışan ve çok sayıda eser bırakan Kutay, Tahir ve Süreyya Kutay'ın yedi çocuğundan beşincisi olarak 1910'da Konya'da dünyaya geldi, 5 Şubat 2006'da 96 yaşında İstanbul'da vefat etti.

Kutay'ın Bediüzzaman Said Nursi hakkında bir çok yanıltıcı ve belgesiz iddiaları var. Geçmişte Bediüzzaman hakkında bir kitap bile yazan Kutay'ın iddialarının zaman içinde belgesiz ve temelsiz olduğu anlaşıldı. Buna rağmen Said Nursi aleyhinde olan kimileri ısrarla bu temelsiz iddiaları sahipleniyor.

Merhum Mesut Zeybek’in de içinde olduğu İttihad İlmî Araştırma Heyeti, Cemal Kutay’ın tüm iddialarının nasıl çürük olduğunu ispatlamıştı. İşte o yazı:

Bazı meseleler var ki, eğer cevaplanmaz veya izah edil­mezse zihinlerde sorular veya tereddütler de­vam edip gider. Hele bu me­sele memleketi­mizin en güzide din alimi olan Bediüzzaman Said Nursi ve onun eşşiz eseri Risale-i Nurlarla alâkalı ise, daha da ehemmiyet kazanmış demektir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hak­kında Sabah Gazetesi'nde Cemal Kutay’la yapılan bir mülakatta, hem karalayıcı, hem istihza edici yayın ya­pılmıştır. Bugüne kadar birçok meselelere cevablar hazırlayan veya izah eden yayınevimiz, bu konuya da açıklık getirmeyi bir vazife bil­miştir

Bilindiği gibi Cemal Kutay bilhassa 1970’li yıllarda Nurculuk ve Said Nursi Hazretleri hakkında neşriyatlar yapmıştı. Bunu takip eden bazı Nur Talebeleri bu ya­yın üzerine kendisiyle irtibat kurmuşlar ve kendisinden istifade ederiz zan­nıyla samimiyetlerini ilerletmişlerdi. Evvela, Kutay’ın verdiği bilgileri mah­keme müdafala­rına kullanmış­lar daha sonraları da Nur Talebelerine ya­kınlaştırmışlar ve hatıra diye anlattıklarını bazı temel kaynak ki­taplarına almış­lar, efkar-ı ammeye referans olarak vermişlerdir.

Örnek ola­rak: “Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi”, “Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor,” gibi kitaplar Yeni Asya Yayınları tarafından neşredilmiştir ve müteaddid baskılar yapmışlardır.

Daha sonraları bu münasebetler daha da ilerle­miş ve kendi­sine kitap yazdırmışlar ve bu kitabın adını da “Günümüzde Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi” koy­muşlardı. Bu kitap ta Yeni Asya Yayınlarında yayınlanmıştır.

Türkiye’nin tanınmış bir tarihçisine Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında kitab yazdırmak ilk bakışta müsbet gibi gö­rünse de, neticeler itibariyle maalesef menfilikleri fazla olmuştur. Çünkü tarihçi diye takdim edilen Cemal Kutay’ın ta­rihî hiç bir kıstasa sahib olmadığı bugün herkes tarafından bi­linmektedir.

Tarihî hadiseleri, hiçbir belgeye dayanmaksızın gös­termek, bu şahsın temel özelliğidir. Belge istendiği takdirde kendisini gös­terir ve “Kaynak benim” der. Eserleri akademik çevrelerde hiçbir za­man itibar görmemiş, ciddiye alınmamıştır.

Buna rağmen Üstad Bediüzzaman Hazretleri hak­kında, ta­rihî bilgilerine güvenilmiş, anlattığı hatıralar itibar gör­müş, eser yazdırılmıştır.

Bu zatın anlattığı ta­rihî hadiseler maalesef diğer kitab­lara kay­nak teşkil etmiş ve efkar-ı amme Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında bazı konularda yanlış bilgilen­dirilmiştir. Bu ise maddi-ma­nevi mesuliyeti mucib­dir. Gerçi her ne kadar “Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” isimli ilk kaynak ki­tabdan daha son­raları bu zatın değil an­lattığı hadise­ler, ismi bile çıkartılmış olsa bile, bu hususta tam açıklama yapıl­mamıştır. Örnek olarak, Necmeddin Şahiner’in kaleme aldığı “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” kita­bını verebiliriz. İlk baskılarında C.Kutay’dan 15 adet kaynak kullanmalarına rağmen son baskılarında bütün bu kaynakları çı­karmışlardır.

Fakat binlerce adet basılan ilk nüshalar her tarafa ya­yılmış ve zi­hinlerde Üstad hakkındaki detaylı bilgiler o kitabda anlatı­lan­larla sınırlı kalmıştır. C. Kutay‘a zamanında bu neşriyatı yaptı­ran­ların açık yüreklilikle kamuoyundan özür dilemeleri gere­kirdi. O tak­dirde kimse bu hezeyanları kitapla­rına kay­nak olarak kullan­mazdı.

Cemal Kutay’ın temelsiz hatıralarının yanlışlığını ve sahte­liğini ilk olarak Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabey tesbit etmiş ve yayınlamıştır. Zaten dikkatle ve ta­rafsız bir gözle kendi yayınladığı kitablara bakılsa, te­zat­ları herkes gö­rebilir. Said Nursi Hazretlerine isnad ettiği sözlerin, Risale-i Nur’u az da olsa okumuş olan kimselerin, bu sözlerin Üs­tada ait olama­yacağını bilir. Şeriatın en küçük bir me­selesini feda etme­mek için haya­tını hiçe sayan Üstad Hazretleri hakkında, Şeriata ters düşen beyanlarda bulunduğunu söy­lemek hiç kimseyi inandırmaz. Fakat haki­kat-ı hali bil­meyen kimseler üzerinde menfi tesir­leri olabilir. Bu bakımdan bizim Risale-i Nur üzerine oy­nan­mak iste­nen oyunlara karşı müteyakkız olmamız ve tedbir al­mamız ge­rekmektedir.

SABAH GAZETESİNDEKİ ROPÖRTAJDA YANLIŞLARI VE CEVAPLAR

İlk ola­rak 13 Kasım 1999 tarihli Sabah Gazetesinde çıkan "Cemal Kutay ve Said-i Nursi" isimli ropörtajda, Nebil Özgentürk’ün so­rularına Cemal Kutay’ın verdiği cevaplarda or­taya koy­duğu çelişkiler ve iddialar özetle şöyle:

Soru:

–N. Özgentürk: Said-i Nursi ile bir karşılaşmanız veya gö­rüşmeniz oldu mu?

–C. Kutay: "Hakka Doğru" mecmuama de­vamlı olarak yazı yazdı. Kendisiyle görüşmedim. (Sabah Gazetesi 13. 11. 1999 sh: 16, Nebil Özgentürk, Cemal Kutay ve Said-i Nursi)

Cevap:

KUTAY’IN TEZATLARI İLK SORUYLA BAŞLIYOR

“Kendisiyle (Bediüzzaman Hazretleriyle) görüşmedim” diyen Kutay, Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatıyla alakalı araş­tırmalar yapan Necmeddin Şahiner’e muhtelif zamanlarda ver­diği beyanatlarda şöyle diyor:

1– “1946’da Emirdağ’da Bediüzzaman’ı ziya­ret eden Kutay’a Bediüzzaman Almanya’ya uğrayışın­dan ve iki ay Adlon Oteli’nde kalışından bahseder. Otelin halen durup dur­madığını sorunca Cemal Kutay’da “bilemiyorum efendim” diye cevap verir.” (Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, sh: 180)

2- ”26 Şubat 1974 Salı günü evinde ziyaret etti­ğim Cemal Kutay Bey bahsi geçen günlerle ilgili, bir hatırasını nakletti. 1950 yılında önce Eşref Sencer Kuşcubaşı ile Emirdağ’da Bediüzzaman Said Nursi’yi ziyarete gittik­leri zaman Bediüzzaman Eşref Bey’le Teşkilât-ı Mahsusadaki eski günleri ve hatı­raları yadetmişler sohbet esna­sında Said Nursî şu hatı­rasını anlatmış…” (Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, ilk baskı sh: 145)

3- Araştırmacı N. Şahiner’in hazırladığı “Aydınlar Konuşuyor” isimli kitaba verdiği bir başka yazıda da: ”Kendisini ziyaret etmem 1953 senesi Nisan sonu veya Mayıs başı. Çünkü bana İstanbul’un fethinin 500. yıldönümünde bulunmak ar­zusundan bah­setti…

Şahiner — Emirdağ’ına ne zaman, niçin ve ki­minle gittiniz?

Kutay —1953 senesi Nisan sonu veya Mayıs ba­şında Said Nursi’yi ziyarat için gittim. Eşref Sencer Kuşcubaşı ile beraberdik. Bizi götüren otobü­sün biletini hala sak­larım. Otel gibi bir yerde yattık.” (Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor sh: 315, 341 Yeni Asya Yayınları)

Ne diyelim “otobüs bileti… otel… vs..” herhalde bu da yala­nın kuyruğu olsa gerek.

4- ”Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşcubaşı Beyefendiyi alarak beraberce Bediüzzaman’ın 1953’de ya­şadığı Emirdağ’a gitmeye karar verdik.” (Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi Kur’an Ahlâkına Dayalı Yaşama Düzeni, Cemal Kutay, sh: 282, Yeni Asya Yayınları)

Halisane niyetlerle Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatını araştıran ve ken­disine bir tarihçi olarak müracaat eden N. Şahiner’e nasıl yanıltıcı bilgi verdiği görül­mektedir. Ziyaret tarihlerinde de çelişkiler var. Bu ifadelerinde Eşref Sencer Kuşcubaşı ile birlikte Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ettiklerini söyler­ken Sabah Gazetesi’ndeki be­yanında “kendisiyle görüş­mediğini” söyleyebilmiştir.

GÜYA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ ZİYARET ETMİŞ

Güya Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmiş. Bizim tesbit ettiğimiz dört ziyaret hatırasında bir ziya­ret gibi görü­nüyor. Fakat 1946, 1950, 1953 acaba hangisi doğru? Gerçekte hiç biri doğru değil. Çünkü böyle bir ziyaret ya­pılmamıştır. Hakikatta yapılma­yan bu yalan ziyaretle alakalı bir hayli hatıralar da anlatı­yor. Tabiatıyla bu anlattığı hatıra­ların da aslı faslı olmadığını söy­lemeye gerek bile yoktur. Fakat hakikat-ı hali bil­meyenler bu sahte ve ya­lan hatıraları maalesef doğru diye kabul etmişler ve Bediüzzaman Hazretleri hak­kında o bilgilerle kanaat sahibi olmuşlardır. Hatta bu bilgileri eserlere kaynak yapmışlardır. İlerde bu konu­lara temas edeceğiz.

Bu derece ard niyetli, cahil bir zâtı “yakın tarih uz­manı” veya dinden ha­beri var ve Türkçe ibadet (!) bilirkişisi olarak ön plana çı­karanlar herhalde bundan sonra daha dikkatli davranacak­lardır.

1980’DE KUTAY’DAN M HARFİYLE BAŞLAYAN MEDİHLER

Soru:

–N.Özgentürk: Gönderdiği yazıları beğe­niyor muydu­nuz?

–C.Kutay: Said Nursi o zaman ki müslüman alim­leri gibi okumuş yazmış bir adam da değildi. Katiyyen din üzerine bilgisi yoktu. Ama çok zeki. Bir de doğulu ol­manın verdiği gerçekçilik bir re­alizm var onun kafasında. Bediüzzaman, zaten bizim klasik müslümanlardan değil şamanın ta kendisi. (a.g.g.)

Cevap:

Böyle beyanat veren Cemal Kutay 1980 yılında yazdığı ki­tapta ne­ler yazmış, bir kısmını hep birlikte okuyalım:

Bediüzzaman, dini-manevî hizmet ve mertebe­lerin han­gi­sine sahibtir?… O’nu, dinî-manevî hayatın bir tek vasfı içinde ifade mümkün müdür?… Bediüzzaman’ın ana südü kadar helâl yerini tesbite çalışalım…..

MÜCTEHİD’dir: Kur’an âyetlerini ve Peygamberimizin hadislerini, asli muhtevaları içinde hü­kümlendirmiştir.

MÜCAHİD’dir: Meşruiyyetine, hayrına, doğru­lu­ğuna inandığı davasında zerrece taviz vermeden uğ­raşmış, cehd etmiş­tir.

MÜCEDDİD’dir: Kasden veya muhtelif sebeb­lerle asli­yetinden inhiraf ettirilmiş İslâmî tefekkürü, ev­vela aslî kıymeti içinde ele almış, sonra da onu, değişen zamanın görüş zaviyesi içinde değerlenmişti, aslî kıy­metlerine sadık kalarak yenilemiş, as­liyetine irca et­miştir.

Asliyetine irca, şüphesiz ki yenilemenin en güç tarafı­dır. Bediüzzaman İslâm ahlâk ve irfanında bu güç işi muvaf­faki­yetle yaptı…” (Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi Kur’an Ahlâkına Dayalı Yaşama Düzeni, Cemal Kutay, sh: 122, Yeni Asya Yayınları)

Kutay o zaman Bediüzzaman Hazretlerini, yetmiş M harfiyle başlayan medihlerle an­lat­maktadır.

Bu adamın mahiyetine bakalım ki, daha önceleri hakkında kitablara yazılar vermiş ve adını Asr-ı Saadet Müslümanı koy­duğu kitabı yazmış ve “70 Mim”le sena et­tiği zatı “din üze­rine bil­gisi” yoktu diyecek kadar is­tihza etmeye kalkışmıştır. Bu adamın tarafsız tarih, ilim dünyası ve din literatüründe mahi­yeti nedir acaba?

ZULÜMLERİ DUYMAYAN YOK

Soru:

–N.Özgentürk: … 31 Mart’ta beraat eden bir din adamını sür­gün et­mek, psikolojik işkenceye maruz bırak­mak bir hak­sızlık mı size göre?

–C.Kutay: Bu biraz abartı Said-i Nursi gerek Isparta’da gerek Babadağ’da hiç taciz edilmemiş. Misafir kabul edil­miş. (a.g.g.)

Cevap:

Bediüzzaman Hazretlerine yapılan zulümleri sa­ğır sul­tan bile duymuşken tarih bilgini (!) bu zat acaba ne­rede yaşı­yordu. Bu hususta yazılan yüzer misalden sarf-ı na­zar sadece Bediüzzaman Hazretlerinin 1960 yılı başların­dan yani vefa­tından bir kaç ay ev­vel verdiği son dersinde kendi ka­leminden bu zulümleri ve tazyi­katları ve başladığı zamanı okuyalım:

“Bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî ha­reket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışma­mak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mu­kabele ettim…

…bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hatta otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde…” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 241)

Babadağ dediği Denizli İlimizin bir kazasıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin oraya gittiğine dair hiç bir tarihî kayıt yoktur. Anlatılmak istenen eğer Afyon’un Emirdağ İlçesi ise, Bediüzzaman Hazretleri orada sür­gün hayatı ya­şamıştır. Kendi sergüzeşti hayatına ait ka­leme aldığı Yirmibeşinci Lem’anın Onbeşinci Ricasında der ki:

“Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma, menzilde adeta bir haps-i münferit ve bana çok ağır gelen tarassutlar ve tahakkümlerle bana iş­kence vermelerinden, hayattan usandım, hapis­ten çıktığıma teessüf et­tim. Ruh u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre gir­meyi is­te­dim. ve “Hapis ve kabir bu tarz-ı hayata mü­rec­cahtır” diye, ya hapse veya kabre gir­meye karar ve­rirken, inâyet-i İlâhiye imdada yetişti…” (Lem’alar sh: 258)

“Emirdağ’daki hayatı şöyle hülâsa olunabilir:

Daimî tarassut altındadır. Mahkemeden beraat ka­zanması ve eserlerinin iade edilmesine rağ­men, ser­best bı­rakılmış değildir. Eskisinden daha ziya­de kontrol ve müte­madiyen pencere ve kapı­sın­dan nezarete mâ­ruzdur. Mektuplarında da beyan ettiği gibi, Denizli hapsinin bir ay­lık sıkıntısını bazan bir günde Emirdağ’da çekiyordu…

Üstadın Emirdağ’da zehirlenmesi

Bir siyasî memurun iğfali ve “İmhası için yuka­rıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçi­başı, Üstadın pence­resine ge­ce­leyin merdivenle çıka­rak yemeğine zehir atmış; ertesi gün Üstad zehir­lenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm ol­duğu halde, ken­disi: “Cevşenü’l-Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat has­talık, ıztırap çok şiddetli­dir” derdi. Bir hafta kadar aç, susuz dene­cek bir halde perişan bir vazi­yette inlemiş, sonra biiz­nil­lâh şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur va­zife­leriyle iştigale başlamıştı.” (Tarihçe-i Hayat sh: 459)

Daha çok şey var yazılan fakat şu ifadeler, her­halde Üstad’ın Emirdağ’ında misafir mi? esaret mi? ya­şadığını an­lat­ması bakımından yeterlidir sanırız. Merak edenleri Tarihçe-i Hayat, Altıncı Kısım Emirdağ Hayatına ait bölüme havale ede­riz.

KUTAY’IN SEVİYESİ MÜSAİT DEĞİL

Soru:

–N.Özgentürk: Peki, size göre nasıl bir in­sandı Said-i Nursi?

–C.Kutay:…Ancak bir Siirt medresesinde imam olabile­cek kadar din bilgisine sahib bir insan. Zavallı biçare bir in­san. Barla’da yedi senelik hayatının büyük bir bölümü yaz gecele­rinde iki ağacın arasında geçmiş. Onun bütün Nur Risaleleri pek aydın olmayan bir şamanın, gökyüzüne ba­karken duyduğu saygı­dan ve hürmetten başka bir şey de­ğil. Ne bilimsel ne dinsel hiç bir değeri yok. (a.g.g.)

Cevap:

Elbette böyle tenakuzlu konuşan bir adamın seviyesi Bediüzzaman Hazretlerinin ilmini ve seviyesini anla­maya müsait değildir. Kemalatı tanımayan bir adamın olgunluk­tan bah­setmesi mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin kendi şahsî kulluğu hak­kında beyan ettiği ac­ziyeti, fakriyeti bu adamları şa­şırtmış. Elbette kulluğun esa­sını bilmeyen ve nefsine nihayet derece firavniyet ve­renlerin anla­ması beklenemez. Halbuki her mü’min Allah’a karşı niha­yet tezellüldedir. Ama Allah düşmanla­rına karşı, başı dik ve nihayet cela­lettedir.

Barla’da bulunduğu (1926-1934) yıllarda du­rumu ile ala­kalı olarak kaleme aldığı bir risalesinde hem beşerî şahsi­yeti, hem hizmet ve dava adamı şahsi­yeti hakkında şöyle der:

“Ehl-i dünya, sebepsiz, benim gibi âciz, garip bir adamdan tevehhüm edip, binler adam kuvve­tinde ta­hayyül ederek beni çok kayıtlar altına al­mışlar. Barla’nın bir mahal­lesi olan Bedre’de ve Barla’nın bir dağında bir iki gece kal­maklığıma müsaade etme­miş­ler. İşittim ki, diyorlar: “Said elli bin nefer kuvvetinde­dir; onun için serbest bı­rakmıyo­ruz.”

Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuv­veti­nizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünya­nın işini dahi bilmi­yorsunuz, divane gibi hükmediyor­sunuz? Eğer korkunuz şahsım­dan ise, elli bin nefer değil, belki bir nefer elli defa ben­den ziyade işler gö­rebilir. Yani, odamın kapı­sında durup bana “Çıkmayacaksın” diyebilir.

Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’ân’a ait del­lâllı­ğımdan ve kuvve-i mâneviye-i imaniyeden ise, elli bin nefer değil, yanlış­sınız, meslek itiba­rıyla elli milyon kuvvetinde­yim, haberiniz ol­sun! Çünkü, Kur’ân-ı Hakîmin kuvve­tiyle, sizin dinsiz­leriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya mey­dan okuyo­rum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, on­ların fü­nun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem ka­lelerini zirüzeber et­mişim. Onların en büyük dinsiz fi­lozofla­rını hay­van­dan aşağı düşür­müşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle, beni o mesle­ğimin bir meselesinden geri çeviremez­ler, inşaal­lah mağlûp edemezler.” (Mektubat sh: 72)

Cenab-ı Hak kudretinden, hikmetinden Siirt’ten, Bitlis’ten vs.. birisini çıkardı bütün dünya dinsizlerine, Avrupa Kafirlerine ve Asya Münafıklarına meydan okudu. Risale-i Nur’un karşısına, ne “dinsel”(!) ne “bilimsel”(!) çı­kamadılar. Elhamdülillahi haza min fazlı rabbi.

Tarihçe-i Hayat kitabında Barla hayatının bir kesiti an­latı­lır­ken C. Kutay’ın hiçbir zaman anlamadığı ve anlamaya­cağı Üstad’ın ubudiyeti, tefekkürü, zikri an­latılır. “Pek aydın olmayan şaman” ne demekse o tabir­ler Hazret-i Üstad’ın pâk olan damen-i mual­lasına erişmekten uzaktır. Bediüzzaman Hazretleri gibi bir zat-ı mualla da, o ta­birlerden ve tavsiflerden beri’dir.

İşte Said Nursi Hazretlerinin o devrelerini anlatan ba­hisler:

“Üstadın Barla’daki ikametgâhı, iki odadan iba­ret bir evdir. Esasen müstakil bir evi ve yeryü­zünde taht-ı tasarruf ve te­mellü­künde bir karış yeri dahi yoktur. Barla’da sekiz sene müd­detle ikamet et­tiği ev, üç yüz elli milyon ehl-i İslâmın iman nurla­rının merkezi hük­münde ilk ders­hane-i Nuriyesidir. Bu ders­hane-i Nuriyenin al­tında, daimî akan bir çeşme vardır. Ve önünde, dershane-i Nuriyenin bitişik çok kalın ve üç sü­tun halinde semaya yükselen gayet muhteşem bir çınar ağacı vardır. Çınar ağa­cının dalları ara­sında bir kulübecik ya­pılmış­tır. Burası, Hazret-i Üstadın bahar ve yaz mevsimle­rindeki istirahati ve vazife-i te­fekküriye ve ubudi­yeti için en müna­sip bir menzildir. Üstadın sıddık hizmetkârları, talebe­leri ve Barla ahalisi diyorlar ki:

Üstadı, geceleri, dershane-i Nuriyenin önün­deki bir şe­cere-i mübareke olan çınar ağacının dalları ara­sında bu­lunan kulü­be­cikte, sabahlara kadar tesbihatla, ezkârla te­rennüm eder görür­dük. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhte­şem ağacın bin­lerce dalları arasında şevk ve cez­be içinde uçuşan kuşlar arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını görürdük de, ne za­man uyur, ne zaman kalkar, bilemezdik.”

Üstad çok hasta olur, çok vakitleri de hastalık ve sıkın­tıyla geçerdi. Pek az yer, o da bir parça çorba gibi mahdut birşeydi. Geceleri, Kur’ân-ı Kerim­den vird edindiği sûreleri ve Resul-i Ekrem Aley­hissalatü Vesselâmın münacât-ı meş­hûresi olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münacâtını ve Şâh‑ı Geylânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi eâzım-ı evliyanın münacat ve hizblerini ve salâvat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risale-i Nur’un men­baı olan Hizbü’n-Nuriyeyi ve âyat-ı Kur’âniyenin le­meatı olan ve bir silsile-i tefek­kür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cem edi­len hizb ve müna­catları okur, bunları tamam edince de yine Risale-i Nur’la meşgul olurdu. Gündüzleri ise, daima Risale-i Nur’un müta­lâası ve tashihiyle meşgul olur; Ri­sale-i Nur hiz­me­tini her­şeye tercih eder, Risale-i Nur’a ait, yetişecek acele bir iş zamanında di­ğer meşguliyetlerini bırakır, evvelâ o işi ta­mamlardı.

Said Nursî, bahar mevsiminde menzilinin önün­deki muhte­şem çınar ağacının dalları arasındaki kulü­beciğe çı­kar, vazi­fesini orada ifa eder; Risale-i Nur’un hakikatlerini, menba ve mâden-i hakikîsi olan mele-i âlâda tefeyyüz ve temaşa ve tefekkür ederdi. Üstadın, gerek sırrına maz­har olan bu çınar ağacı ve gerekse Çam Dağla­rındaki o çok ünsiyet ettiği ağaçla­rın ve dağla­rın başındaki tefekkür ve hissiyatını ifade edebilmek acaba müm­kün müdür? Asla mümkün değildir. Cenab-ı Hak, kemâl-i rahme­tiyle bu ferd-i fer­îdi, kema­lât-ı insaniyenin bütün envaını câmi bir isti­datta yaratmış ve bu is­tidatların da azamî şekilde inki­şafını irade etmiş ki, bu müstesna zatı, İslâmi­yet ağacı­nın son asır­lara uzanan ve binler dal bu­dak salan Risale-i Nur şahs-ı mânevîsi itibarıyla bütün hakaikte “üstad-ı küll” hükmüne getirmiş ve topyekûn İslâmiyet haki­katlerinin bir aks-i nu­runu ve tecellîsini Risale-i Nur şahs-ı mâ­nevîsinde derc ede­rek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece, risalet-i Ahmediye ve haki­kat-i Muhammediyenin câmi bir ay­nası olan Ri­sale-i Nur ile Said Nursî, bir Said ola­rak çü­rü­müş, erimiş, fakat mânen bütün âlem-i İslâm olarak tevel­lüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima te­kemmül edecek­tir.” (Tarihçe-i Hayat sh: 166)

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ KİMSE İSTİSMAR EDEMEZ

Soru:

N. Özgentürk: –Peki boşuna bir korku mu oluşturulmuştur, sizce bu ne anlama geliyor?

C.Kutay: –Said-i Nursi, şimdiki bu mükemmel din can­bazları ve simsarları tarafından sömürülmüş­tür… Said-i Nursi 1913’te Batı Trakya hareketi olunca etrafındaki adamlarını toplamış, gelmiş Teşkilat-ı Mahsusa’nın emrine girmiş ve Batı Trakya Hükümeti’nin kuruluşunda emek vermiş… Şimdi ben bunları meydana çıkartıncaya kadar “Nurcu” diye ge­çinen bu din canbaz­larının hiç bir tanesi Said-i Nursi’nin hiç bu yanını ele almadı. Onu hep kullandı­lar. (a.g.g.)

Cevap:

Buna cevabı ise, en evvel “mükemmel din can­bazları” diye tanımladığı ona kitab yazdıran, yazılarını hiç­bir tarih süzge­cinden geçirmeden yayınlayanların vermesi gerekir. Fakat biz, bu kudsi ha­kikatın ortaya çıkma­sına ken­dimizi vazifeli addediğimiz için, buna da cevab ya­zacağız. Herhalde kendisinin bü­tün hayatı sömürmekle geçtiği için herkesi de öyle zannediyor. Biz Bediüzzaman Hazretlerini kimsenin istismar edemeyeceğine inanı­yoruz. Eğer sömü­renleri biliyorsa tarihçi(!) olarak açıkla­ması gere­kir. Aksi halde müfteridir. Öyle ortaya delilsiz, isbatsız konuş, be­ya­nat ver, kimse sana bunun hesabını sormasın yok öyle şey.

Cemal Kutay’ın ısrarla Bediüzzaman Hazretlerini Trakya hareketleri içinde gösterme ısrarını araştırmak ihti­ya­cını hisset­tik. Halbuki o da biliyordu; Said Nursi Hazretlerinin Balkan ha­diseleri içinde olmadığını. Fakat ıs­rarı niçin idi? Şöyle bir kana­atimiz oldu ki: Osmanlıdan sonra Memleketimizin kaderine hük­me­den zihniyetin Balkan kökenli olmaları, Bediüzzaman Hazretlerini de onlarla be­raber gösterme gay­retkeşliği ve bir meşruiyyet kazandırma ih­tiyacından gelmektedir. Çünkü Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabeyin de de tesbit ettiği gibi hep bu ihtiyacı gör­mekteyiz. Badıllı Ağabeyin bölümü içinde cevabları bulun­duğu için oraya havale ederiz.

Teşkilat-ı Mahsusa içinde göstermesi de, yine Bedüzzaman Hazretleri gibi emin, itikadlı ve efkar-ı am­menin itimat ettiği bir şahsiyeti bir takım “derin” münase­betlere bulaş­tırma ve kendilerine meşruiyyet kazanma gay­retkeşliği olsa ge­rektir.

İDDİALAR SAHİBİNİ GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRÜYOR

Soru:

Bir başka soruya verdiği cevabta ise:

C.Kutay: –Said Nursi o kadar basit bir adamdı ki, ni­hayet bü­tün kültür seviyesi bir köy imamınınki ka­dardı. (a.g.g.)

Cevap:

Bu iddia o kadar seviyesiz bir iddia ki, sahibini gülünç du­ruma düşürür. Bediüzzaman Hazretlerinin seviyesini tes­bit de bir seviye meselesi olduğu için böyle hertürlü tar­zın içinde bulun­mayı marifet bilen adamlar Bediüzzaman Hazretlerini anlata­mazlar.

Heyhat! Böyle adamların Said Nursi Hazretlerinin ta­nı­tılmasına hizmet edeceğine inan­lara.

“NATURALİST FELSE­FECİ” İDDİASI

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, kendi mecmuasına gönderdiğini iddia ettiği yazılar için ise şöyle hezeyan savurmaktadır:

–Cemal Kutay: Zaten gönderdiği yazılar ilmihalden alınmış, o ka­dar ba­sit yazılardı. Fikir yok. Özellikle felsefenin zer­resi yoktu. Tipik bir yarı kalmış bir zahit. Yani din adamı olmaya ahdetmiş, ama imkan bulamamış yarı bir din adamının çok umumi bilgileri vardı… Ama asıl dikka­timi çeken bu yazılar­daki naturalist felse­feydi. (a.g.g.)

Cevap:

İmanî bilgilerle, ilmihal bilgilerini ayırd edemeye­cek kadar dinden ve dinin ruhundan uzak bir insanın Bediüzzaman Hazretleri’nin yazıları hakkında ne de­ğer­lendirme yapabilir. Kendi ruhsuz ve toplama bilgi­leri ise ilim değildir. Olsa olsa “Kitap yüklü hımar” ta­nımına girebi­lir ki, o bile bir seviyedir. Bu kadar aley­hinde propağan­dalara karşı hakperest ehl-i ilme kendini kabul ettiren Risale-i Nur Külliyatı en büyük delildir. Geçmişte C. Kutay ismiyle verdiği yazıları veya kendi adıyla yayınlanan “Günümüzde Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi” kitabı okun­sun. Ne kadar ileri dere­cede medihler yaptığı görülecektir. Akla şu geli­yor bu adam böy­lesine inanma­dığı medihleri yapması tâ başından beri bir plan ne­ticesi miydi? Nur Talebelerini böyle avlıya­rak bir yerlerle bağlamak mı isti­yordu acaba? Bunlar elbette hakikatler ortaya çık­tıkça tartışı­lacak ve ko­nuşulacaktır.

KUTAY KAİNATI TEFEKKÜRÜ BİLMEZ

Üstad Hazretlerinin kainat kitabını tefekkür etmesini yine aynı ruhsuz­lukla anlayamadığı veya anlamak istemedi için haşa Üstad’ı “natüralist felsefe” ile tanımlaması da bir art ni­yet ürünüdür. Bilindiği gibi felsefe dilinde na­türalizm; “ka­inatta hadiselerin ve varlıkların meydana gelişinde, tabiat kuvvetleri dı­şında hiçbir se­beb bu­lunmadığını, gücünü do­ğadan aldığını, yara­tıcıyı kabul et­meyen maddeci görüştür.” Bir başka ifadeyle “Natüralizm: Gerçeğin yal­nızca tabiat ile açıklanması.” dır.

Bediüzzaman Hazretleri hakkında bu görüşü, Sabah Gazetesine verdiği beyanattan ibaret olsa neyse. Fakat ma­alesef 1977 yılında basılan Aydınlar Konuşuyor kita­bına ver­diği uzun ya­zıda da Üstadın “inanılmaz bir natüra­list” oldu­ğunu söylüyor. Bu yazı aynıyla maalesef aynıyla ya­yınlanıyor da, o kadar mü­dakkik, muhakkik bilinen ve itimat edilen şa­hıslar bunu fark etmiyor veya edemiyor.

Risale-i Nur Külliyatındaki Tabiat Risalesi‘nin mu­kad­dimesinde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:

“Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve din­siz­liği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bil­meyerek isti­mal ediyorlar. Mühimlerin­den üç tane­sini be­yan edece­ğiz.

Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icad edi­yor.”

İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, “Kendi ken­dine te­şek­kül ediyor, oluyor, bitiyor.”

Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, ta­biat ik­tiza edip icad ediyor.”

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda ge­liyor. Hem ma­dem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diye­ceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mev­cut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesi­riyle vücuda geliyor; ve­yahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı ka­bil ol­dukları kat’î is­pat edilse, bizzarure ve bilbe­dâhe, dör­düncü yol olan tarik-i vahdâni­yet şek­siz, şüphesiz sabit olur.” (Lem’alar sh: 177)

Elbette Cemal Kutay’ın Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkındaki yanlışları bu kadar değil. Daha ön­ce­leri hem de bazı Nur talebelerini kandırarak verdiği yazı­lar hatta yaz­dığı kitabı neşrettirecek kadar tesirleri olmuştur. Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabeyin tesbitleri ve bunları neşret­mesi, C. Kutay’a bu neşriyatı yaptıranları bi­raz uyar­mış, bazı bahisleri yeni baskılardan çıkarmışlardır. Fakat ge­reken hassasiyet henüz daha gösterilmemiştir. Çünkü Kutay’ın bu yanlış fikirle­rini yazan kitablar binlerce yayılmış ve satılmıştır. Çoğu ilim adamı fikir adamının elinde ve evinde bunlar bulunmaktadır ve kaynak olarak kullanıl­mak­tadır.

Bu kitabların yayınlandığı tarihte, yayınevinin maddi ma­nevi sorumluları, tashih edenler ve halen yayınevinin so­rumluları ka­muoyuna çıkıp alenen özür dilemeleri ve haki­katı hali olduğu gibi anlatmaları gerekir. Yoksa mesuliyet omuzla­rında hesab gü­nüne giderler.

CEMAL KUTAY’IN “AYDINLAR KONUŞUYOR” KİTABINDAKİ İDDİALARINA GENEL BİR BAKIŞ VE CEVAPLAR

Biz son olarak Risale-i Nur ve onun Muhterem mü­el­lifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile tamamen ters düşen bahis­lerden birer örnek verip o meselelerle alakalı Risale-i Nurlardaki bazı yerleri gösterip bu bahsi kapatıyo­ruz.

C. Kutay’ın İddiası:

1- “…Çünkü o (Bediüzzaman) müesses ni­zama hürmetkâr…” Aydınlar Konuşuyor Önsöz’ün 6. sayfası 1. sü­tün 2. parağraf.

Risale-i Nur’un Cevabı:

Bediüzzaman Hazretleri Afyon Mahkeme müdafa­ala­rında şöyle diyor:

“Ayasofya’yı put­hane ve Meşîhatı kızların li­sesi yapan bir kuman­danın keyfî kanun namındaki emirle­rine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şah­sımız itiba­rıyla amel etmiyoruz.” (Şualar sh: 394p.4 )

(Bkz. Kastamonu Lâhikası sh: 265 Haşiyesi, 172p.4, Şualar sh: 350p.son ve 394p.3 ve daha birçok yerlerde…)

C. Kutay’ın İddiası:

2- “…Said Nursi Hilâfet‘i bir manevî bir bay­rak olarak düşünmüştür…” Aydınlar Konuşuyor sh: 324p.2

Risale-i Nur’un Cevabı:

“Sonra gelecek o müba­rek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek…

O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi itti­had-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle itti­fak edip din-i İslâma hizmet etmektir.” (Sikke-i Tasdik-î Gaybi sh: 9)

(Bkz. Kastamonu Lâhikası sh: 17p.1, Tarihçe-i Hayat sh: 142p.2, Emirdağ Lâhikası-l sh: 266p.3, Sunühat sh: 37)

C. Kutay’ın İddiası:

3- “Şeriat devrini tamamlandığına zamanın şeha­det ve tasdik ettiği kıstaslar üzerinde tepinme demek de­ğildir.” Aydınlar Konuşuyor sh: 326p.2, 329p.son

Risale-i Nur’un Cevabı:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fer­man etmiş:

[1] كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ Yani, [2] اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Gar­râ ve de­sâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâ­lini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düstur­ları be­ğenme­mek veya­hut—hâşâ ve kellâ—nâkıs gör­mek hissini ve­ren bid’a­ları icad etmek dalâlettir, ateş­tir.” (Lem‘alar sh: 53)

(Bkz. Mektubat sh: 56p.7, 193p.4, 435p.4, 441p.3, Divan-ı Harb-i Örfî sh: …, Emirdağ Lâhikası-l sh: 266p.3,

C. Kutay’ın İddiası:

4- “O putperest hare­keti olan Emevî Saltanatından” Aydınlar Konuşuyor sh: 327p.2

Risale-i Nur’un Cevabı:

“Zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok.

İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer ola­rak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikate müstenid olan ka­nun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden me­dar‑ı bahis ve mü­nakaşa etmeyi caiz görmemiş­ler, menfaatsiz, zararı var demişler.”(Emirdağ Lâhikası-l sh:206)

(Bkz. Emirdağ Lâhikası-l sh: 204-207 mektubun ta­mamı, Mektubat sh: 475p.7)

C. Kutay’ın İddiası:

5- “Türk milletinin ibadetini kendi öz diliyle yap­ması…” Aydınlar Konuşuyor sh: 329p.4

Risale-i Nur’un Cevabı:

Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebevi­yenin lâ­fızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarar­dır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı müba­rekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştiril­mez. (Mektubat sh: 340)

(Bkz: Şualar sh: 253p.1, Mektubat sh: 340p.4, 395, 7.nükte, 430p.4 Kastamonu Lâhikası sh: 67.Haşiyesi, Emirdağ Lâhikası-l sh: 238p.1, Lem’alar sh: 18. Lem’a)

C. Kutay’ın İddiası:

6- “Said Nursi donmuş kristalize olmuş dü­şünce­lerin sahibi değildi. …zamanın tebeddülü ile ahkâmın tegayyürü felsefesi içine de girmiş.” Aydınlar Konuşuyor sh: 323p.1, 331p.8

Risale-i Nur’un Cevabı:

“İslâmiyetin nazariyat kıs­mında ve selefin iç­tiha­dât-ı sâfiyâne ve hâlisâne­siyle, bütün zamanla­rın hâcâ­tına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bıra­kıp, heveskâ­râne yeni içtihadlar yap­mak, bid’akârâne bir hı­yanettir.” (Sözler sh:480) (Bak: Sözler sh:480 İctihad Risalesi, Mesnevi- Nuriye sh: 90p.4)

C. Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:

7- Üstad‘a haşa “İslâmiyet üstünde düşünmek” (Aydınlar Konuşuyor sh: 333p.4 ) gibi bir garabet veriyor. Böyle bir hezeyana cevap vermeye gerek görmüyoruz.

C. Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:

8- Müceddid diye tanımladığı zat için, “Ben birçok fi­kir­le­rine iştirak etmiyorum.” diyor. Aydınlar Konuşuyor sh: 333p.6 Burada birazcık mertlik göstermiş. Bunun cevabını bu şahsı cemaate yamamaya kalkışanlar versin.

C. Kutay’ın İddiası:

9- Hazret-i Üstad‘a atfen “Kadın hürriyeti, cemiyetin bü­yük nasibidir.” diyor. Aydınlar Konuşuyor sh: 334p.son

Risale-i Nur’un Cevabı:

Bediüzzaman Hazretlerinin görüşleri Risale-i Nur Külliyatında musarrahtır. Mimsiz medeniyetin kadın hürriyeti hakkında şu bahisler vardır:

“Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçur­muş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yap­mış. Şer’-i İslâm onları

Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı âilede. Temizlik ziynet­leri.

Haşmetleri hüsn-ü hulk, lütf-u cemâli ismet, hüsn‑ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı.” (Sözler sh: 727)

(Bak: Sözler sh: 410p.2, 727p.1, Lem‘alar sh: Tesettür Risalesi sh: 195, Gençlik Rehberi sh: 23, Şualar sh: 584p.5, 593p.2, Osmanlıca Lem’alar sh: 586)

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ MASONLARLA MÜCADELE ETMİŞTİR

C. Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:

10- Güya Üstad anlatmış. Demiş ki: “Selânik’te Talat Paşa ile beraberdik. Manyasizade Refik be­yin evinde yemeğe davetliydik.” Aydınlar Konuşuyor sh: 345p.6 Mason oldukları herkes tarafından bilinen adamlarla Üstad‘ı ah­bab göstermeye çalışıyor.

C. Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:

11- Yine güya Üstad demiş ki: “Talat Paşa‘nın ma­son olduğunu biliyordum. Ordunun içinde kendi­sine çok kıymet verdiğim kolordu komutanı Faik Paşa Kafkasya‘da şehid oldu. Talat Paşa‘dan evvel Osmanlı masonlarının başında o vardı. Çok yakın dostum ve kahraman bir adamdı.” Aydınlar Konuşuyor sh: 348p.4 Masonlar ve Bediüzzaman Hazretleri dostluğu. Yüzbin defa Haşa ve Kella! Eynes Sera mines Süreyya.

C. Kutay’ın İddiası

12- “Nurculuğu ceffel – kalem rejime, lâyik­liğe aykırı telakki ediyorlar” Aydınlar Konuşuyor sh: 351p.son

Risale-i Nur’un Cevabı:

“Lâik cumhuriyet soruyor­sanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kal­mak, yani hürriyet-i vic­dan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere iliş­mediği gibi dindarlara ve tak­vâcılara da ilişmez bir hükûmet te­lâkki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve iç­tima­iyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb et­tiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsiz­lik he­sabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları ya­pan ve kabul eden bir deh­şetli şekle gir­mişse, bunu size bilâperva ilân ve ih­tar ede­rim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazı­rım.” (Şualar sh: 363)

(Bkz: Tarihçe-i Hayat sh: 230p.son, Şualar sh: 271p.2, 363p.son)

Bunları yazmaya, tahlilini yapmaya, Bediüzzaman’a olan ta­lebeliğimizin ahd ve peymanı­nın, sadakat ve vefadar­lığının bir ve­cibesi olarak ken­dimizi mecbur bildik.

1-Müslim, Cum’a: 43; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Ne­sâî, Î’deyn: 22; ‹bn-i Mâce, Mukaddime: 6, 7; Dârimî, Mukaddime: 16, 23; Müsned, 3:310, 371, 4:126
2-Mâide Sûre­si, 5:3

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum