Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Osmanlı Ahrar Fırkası ve Prens Sabahaddin Bey (I)

Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra kurulan partilerden birisi de Osmanlı Ahrar Fırkası idi. Bu parti halk arasında kısaca Ahrar Fırkası olarak bilindi. 4 Eylül 1908'de, Prens Sabahattin'in önderliğinde Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısında örgütlenen liberal Jön Türk kanadı tarafından kurulan bu partide Prens Sabahattin Bey, kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmedi, ancak bu partiyi destekledi. Bundan sonraki dönemde de Fırkaya resmi bir başkan seçilmedi.

Parti programı, kurucu üye Nurettin Ferruh Bey tarafından hazırlandı. Bu çalışmada, İngiliz siyasi parti geleneği model alınarak Avrupa’daki bazı liberal partilerin programı esas alındı.

Parti 1908 yılında yapılan genel seçimlerine katıldı, ancak İttihat ve Terakki Fırkası karşısında herhangi bir başarı gösteremedi. Her şeye rağmen bu parti çok partili siyasi hayata geçişte önemli bir iz bıraktı. İttihat ve Terakki karşıtı olarak yayın yapan İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Sada-yı Millet ve Servet-i Fünun gazeteleri, AhrarFırkasını desteklediler.

31 Mart Vakası’nın ardından yapılan tutuklamalardan bu partinin önde gelenleri de nasibini aldı. Prens Sabahattin ve kurucu üye Ahmet Fazlı Bey divanı harpte yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Bu kargaşa döneminde, Fırka üyelerinin bazıları yurt dışına kaçtı. Nurettin Ferruh Bey 1910'da ülkeye döndü ve partinin feshedildiğini belirten bir bildiri yayımladı ve böylece bu parti önemli bir siyasi varlık gösterme şansı bulamadan siyaset sahnesine veda etti.

Bu dönemde Prens Sabahaddin Bey, Osmanlı toplumunda yeni yeni dillendirilmeye başlanan ilginç görüşleri ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. İttihat ve Terakki’nin önde gelen şahsiyetlerinden olan Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Sabahaddin, çok iyi bir eğitim almış Osmanlı aydınlarından biridir. 1877 yılında İstanbul’da doğan Prens Sabahaddin, Sultan Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan ile Damat Mahmut Celaleddin Paşa’nın oğludur.

Çok güzel bir eğitim dönemi geçirdi. Kardeşi Prens Lütfullah ile birlikte, evlerine gelen özel hocalardan fen bilimleri ile birlikte Osmanlı, Fars ve Arap edebiyatına dair dersler aldı. Babasının Avrupa’dan getirttiği hocalar vasıtasıyla iyi derece Fransızca öğendi.  Mahmut Celaleddin Paşa ile Sultan Abdülhamid’in arası bozulunca, babası ve kardeşi ile birlikte Paris’e yerleşti. Paris’te Jön Türkler ile tanıştı ve bu grubun aktif elemanlarından birisi haline geldi.

Paris’te 1902’de yapılan ve şiddetli tartışmaların yaşandığı İttihat ve Terakki kongresi sonunda bu cemiyetten bir grup arkadaşıyla ayrılarak   ’Teşebbüs-ü Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’’ni kurdu. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu bölünmeden sonra Ahmet Rıza grubunun kontrolü altına girdi. Ahmet Rıza ve grubu devletçi modeli savunurken, Prens Sabahaddin ve arkadaşları liberal görüşleri ile öne çıktılar.  Bundan sonraki çalışmalarını kurduğu bu Cemiyet çatısı altında yürüttü.

Güzel konuşan ve fikirlerini iyi müdafaa eden Prens Sabahaddin, sosyal ve siyasi görüşlerini önceleri Meşveret gazetesinde, 1906 yılından sonra da Terakki gazetesinde yayınlamaya başladı. Bu gazeteler gizlice Türkiye’ye sokularak dönemin aydınları arasında etkili oldu. Daha sonra 1908 yılında Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesinin ardından İstanbul’a dönerek,  kurulan‘’OsmanlıAhrar Fırkası’’ nı destekledi. Resmi olarak AhrarFırkasına kaydını yapmamakla birlikte, genel kanaat, bu partinin perde arkasındaki lideri konumunda olduğudur.

Ahrar Fırkası,  İttihat ve Terakki’nin oluşturduğu devlet baskısı altında geçen seçimde bir varlık gösteremedi. 31 Mart olayına adının karıştırılması üzerine, yeniden yurtdışına çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden ve İttihat ve Terakki üyelerinin yurtdışına çıkması üzerine tekrar yurda döndü. Kurtuluş Savaşı’nı yazdığı yazılarla destekleyen Prens Sabahaddin, Cumhuriyetin kurulmasından sonra hanedan mensuplarının yurtdışına çıkarılması üzerine İsviçre’ye gitti ve Alp dağlarının eteğindeki Colombier köyüne yerleşti. 1948 yılında burada vefat etti. Vefat ettiğinde yastığını altından Türk bayrağı ile Kur’an-ı Kerim çıktı. 1952 yılında cenazesi Türkiye’ye getirildi ve Eyüp Sultan mezarlığına babası Mahmut Celaleddin Paşa’nın yanına gömüldü.

Osmanlı Devleti’nde baş gösteren hareketlenme ve karışıklıktan çıkış için kafa yoran ve proje geliştiren aydınlardan olan Prens Sabahaddin, bu amaçla ‘’adem-i merkeziyet’’ fikrini ortaya attı. Teşebbüs-ü şahsi ile ilgili olarak İkdam Gazetesi’nde bir yazı yazan Prens Sabahaddin, özet olarak şu görüşleri savunuyordu:’’ Şahsi menfaatimizi, servetin üç kaynağını teşkil eden ziraat, sanayi ve ticaret ile temin etmekten daha çok, baskı ve zulme alet olmakta arıyoruz. Kazanmadan yaşamak, çalışmadan zenginleşmek istiyor ve tabii olarak memurluğa göz dikiyoruz. Gereğinden yüz kat fazla memur çalıştıran hükümete memur olarak girmek için liyakatten daha ziyade himaye(torpil ve iltimas) gerekir. Demekki cemiyete birinci adımı atarken başkalarının himayesine sığınıyoruz. Haysiyetimize bu ilk vedayı ettikten sonra ilerleyebilmek için yine himayeye muhtacız… İşte bu suretle büyük-küçük tekmil rical-ı devlet, koltuk değneğiyle yürür ahlak düşkünlerinden toplanıyor.’’  Bu görüşleri ile ilgili olarak, kayda değer bir tepki ortaya çıkmadı. Şahsi teşebbüs konusunda toplumda önemli bir tartışma meydana gelmezken, esas tartışma ‘’adem-i merkeziyet’’ konusu etrafında cereyan etti.

Ortaya çıkan milliyetçilik hareketleri için bir çözüm olarak ortaya atılan bu öneride, kendileri kabul etmese bile ‘’özerklik’’ diyebileceğimiz bir model geliştiren Prens Sabahaddin, her milletin kendini idare etmesini, yerel meclislerin oluşturulmasını, gelirlerini harcama yetkisine sahip olmasını, merkezi idarenin kaldırılmasını, fakat bu şekilde oluşturulan yönetimlerin hilafet makamına bağlılığının ve itaatinin devam etmesinin sağlanması düşüncesini ortaya attı. Prens Sabahaddin,  liberal bir felsefeye sahip olup yerel yönetimlere ağırlık verilmesinden yanaydı. Vilayet merkezindeki Vali ile mali ve adli amirler, hükümet tarafından atanacak, ancak vilayetin yönetimi vali başkanlığında yerel halkın seçtiği meclis tarafından yürütülecekti. Bu öneri, büyük tartışmalar neden oldu. Aydınlar bu konuyu destekleyenler ve karşı çıkanlar diye iki gruba ayrıldı. Gazetelerde konu ile ilgili olarak çok sayıda makale yazıldı. Tanin Gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahid, Prens Sabahaddin tarafından konunun bütün yönleriyle açıklığa kavuşturulmasını ve halktaki tereddütlerin giderilmesini istedi.

Bu gelişmeler üzerine, halkta büyük bir tepki meydana gelmiş, adeta bir galeyan havası oluşmuştu. ‘’Âdem-i merkeziyet’’ düşüncesinin,  Osmanlı Devleti’nde başlayan bölünme sürecini daha da hızlandıracağı ve vahim sonuçlara neden olacağı konusunda büyük bir korku ve tereddüt meydana gelmişti.  Prens Sabahaddin, bu sıralarda yaptığı açıklamada, adem-i merkeziyet düşüncesi ile maksadının bürokrasiyi azaltmak olduğunu, mahalli ihtiyaçların en kısa sürede ve en kolay bir şekilde karşılanması için sancakların yetkilerinin arttırılması gerektiğini açıklıyor ve şöyle diyordu: ‘’ Vilayet memurları, vilayet meclisleri merkeze karşı yine kundak çocukları gibi sımsıkı bağlı mı kalacaklar? Eğer bağları çözülecek, bir hak ve vazife sahibi olacaklarsa, vilayetlerimizin usul-i idaresi, âdem-i merkeziyet-i idari yahut tevsi-i mezuniyete tabi olacak demektir. Bu ise elzem.. Binaenaleyh âdem-i merkeziyet-i idari unvanı altında öteden beri isteyegeldiğimiz ıslahat, vali ve diğer memurlarının salahiyetini arttırmak, mecalis-i umumiyeyi bir an evvel açtırmak ve bu suretle ahalimizi verdiği verginin mahal-i sarfını en uygun bir surette tayin ve teftişe alıştırmaktan ibaret kalıyor.’’

Prens Sabahaddin, daha sonra yaptığı konuşmalarda ve verdiği konferanslarda, maksadının siyasi olarak merkezden bağımsız bir siyasetin uygulanması olmadığını, idari olarak mahallerin yetkilerinin arttırılmasını talep ettiğini defalarca ifade etti. Ancak o kargaşa içinde, meydana gelen toplumsal muhalefeti ve gazetelerde aleyhinde estirilen havayı tersine çevirmesi mümkün olmadı. Bediüzzaman Hazretlerinin bu nedenlerden dolayı cevap verirken bile kullandığı başlık çok dikkat çekicidir. ‘’Prens Sabahaddin’in Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap’’ başlığını kullanan Bediüzzaman, toplumda meydana gelen bu aleyhte propagandaya ve yanlış anlaşılmaya da dikkat çekmek istemiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum