Ömer Özcan Bediüzzaman'ın vakanüvisti

Vakanüvist Osmanlı’da tarihcilerin adıdır. Büyük adamların ve büyük savaşların yazımını özel bir sınıfa vermiştir Devlet-i Aliye-i Osmaniye. Ömer Özcan, Devlet-i Aliye gibi büyük bir adamın peşinde unutulmuş tarihin gizliliklerinde kalmış uhrevi ve ledünni kahramanlıkları yazıyor.

Fuzuli Üstad;
Aşkimiş alemde her ne var
İlim bir kıl ü kal imiş ancak.
Seni kimsecikler anlamaz zaten
Aşkındır seni sürükleyen iten

Ey ömer Özcan!
Balzac'ın, Tolstoy'un, Zola'nın, Dosto'nun arkasında biyografi ordusu dolaşmış en küçük kayıtlar bile yazılmış ortaya büyük kitaplar çıkmış. Bediüzzaman'ın ne olduğunu keşke gruplar halinde üniversitelerde tartışsak. Bu yüzden Ömer Özcan'ı anlamak benim gibi biyografiye otuz yılını vermiş Türk edebiyatının büyük biyograflarından biri anlar. Tecer, Mehmet Celal, Akif, Ahmet Mithat, Yakup Kadri, Dede Korkut arkasından koştum, öyle şeyler buldum ki hayret ne hayret. Nabizade'nin kara kuvvetleri arşivinde ölümü üzerine tutulmuş bir el kadar bilgi bütün biyografisini değiştirdi. Rahmetli Kaya Bilgegil bana "oğlum Himmet, askeri arşive girmiş olman yüzünden seni tebrik ederim" dedi. Ben o zaman 28 yaşında idim doktor oldum. Haluk Bey ve Kaya bey ahirete gittiler. muhterem Hocam Orhan Okay dünyayı ziynetlendirmeye devam ediyor. Beyefendi, osmanlı zerafeti ile müzeyyen insan. Onu anlatmak ne mümkün. Bir gülüşü vardır, gülmek midir, tebessüm müdür, inanamazsın, ne güzel insanlar hayatım boyu bana rastladı. Ahirette de öyle olur inşallah. Bu yüzden Bediüzzaman'ın biyografisini yazmak isterim. O kadar dağınık bilgi var ki. Seveni çok da "yahu şu üç beş kişi bir araya gelin bu çalışmayı yapın" diyemiyor, ama kurumlarından da geçilmiyor. Ne yapalım hal böyle. Konuşan çok aşık yok.

Bediüzzaman kırılma ve dağılma dönemi yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun ve Osmanlı insanının toparlanması ve yeni zaferlere imza atması için en azami gayreti göstermiş. Onun geçtiği sokaktan geçmenin başına bela getireceğini düşünen insanlar yollarını değiştirmiş. Onun ismini anmak büyük azaplara duçar olacağını bildiğinden insanlar, onun hakkında konuşacakları zaman sağına soluna bakar bir casus kulağın tecessüsünden kaçarlarmış.

omer_ozcan_bediuzzaman.jpg

Onun eserlerine ulaşmak büyük risklere nedendir, okumak, hele bir de okuduğu sırada yakalanmak işkencelere ve zulümlere nedendir. Birileri dini öldürmeyi öyle bir azami gaye olarak görmüşler ki susturamadıkları bir tek adam Bediüzzaman onun etrafında setler, kaleler oluştumuşlar. Kapısında, sokağında polisler, emniyet görevlileri bekletmişler. Dostoyevski Sibirya'ya sürgün edilir, Bediüzzaman ise sürgünü ülkesinde yaşar. Onun büyük sürgünü büyük eserlere neden olmuştur, tıpkı Bediüzzaman da öyle eserlerini hep zulüm ve tarassut ortamlarında yazmış. Tost makinasının üst kapağı gibi zulüm onun üzerine abanmış, bir değirmen taşı gibi komiteler onu öğütmeye kalkmışlar, dua eden elleri ve konuşan dili, yürüyen ayakları ve üreten muhayyilesi ile ordulara karşı savaşmış, en ceberut adamlar onun karşısında erimiş tarihin kirli sayfalarını karalamışlar.

Ömer Özcan, bir biyografi ustası. Eserlerinde Bediüzzaman’a yakınlık göstermek, onun mukaddes davasında risk almak gibi büyük bir çileye katlanan insanları tecessüsle aramış, bulmuş, onlardan onun hizmetine yaptıkları katkıları ve çektikleri çileleri yazmış. Yedincisi basım aşamasında olan Ağabeyler Anlatıyor isimli kitabın altıncısı, dörtyüz sahife. Otuz dört şahıs anlatılmış eserde.

Ömer Özcan’ın kitapları roman–biyografi türünde kaleme alınmışlar. Mesela bu kitap otuz dört şahıs ve bu şahısların içinde özne şahıs durumunda olan Bediüzzaman’ın ve onların yanında yine fon durumunda şahıslar, mekanlar ve olayların bulunduğu bir büyük roman. Marks'ın hayatını kaç romancı anlatmış. Bir Bulgar kadın yazar Ateşi Çalmak diye kaç ciltlik roman yazmış? Sanatçıları olmalı bir davanın. Ömer Özcan bir büyük hazinenin parçalarını toplayıp kuyumcu titizliğinde eserler meydana getiriyor.

Ali Çakmak ile ilgili kısımda, bilmeden eline verilen Ayet'ül Kübra Risalesi ile azametli bir davanın müntesibi haline gelir. Bediüzzaman’ı ziyaret eder. Onun Bursa kadınları ile ilgili söylediği şu söz çok manidar. “Bursa kadınları bid'adan mahfuz kalmıştır” demiş. Ömer Özcan’ın eserleri aynı zamanda Üstadın şehirlere dair çok özel değerlendirmelerini ihtiva ediyor. Bursa için “Bursa’yı Isparta, Barla gibi kabul ediyorum” demiş.

Ömer Özcan yine bir yapılamamış işi araştırmalarıyla ortaya çıkarıyor. Risale-i Nur’un anadoludaki neşir tarihi. Denizli hapistanhanesinde yatan Homa’lı nur talebelerinin hepsi ahirete intikal etmişler. Ali Demirsoy bu kahramanları tanıyor, onların çocuklarının evine götürüyor, onlardan elde ettiği bilgileri değerlendiriyor. Bu kahramanlar urganla bağlanarak hapishaneye götürülürler. Bunlar 17 kişi civarındadır. Nur talebelerinin hayatları trajik tiyatro metinlerine benziyor. Ali Demirsoy nur talebeleri götürülürken Kadir isimli birini harman saplarından yaptığı bir küçük yerde saklar, orada üç gün kalan kadir hapse düşmekten kurtulur. Ali Tayyar, Diyarbakır'da askerlik yaparken Mehmet Kayalar ağabeyden etkilenir ve nur talebesi olur. Onun şu sözünü unutamaz, “Bu hizmete devam etmek için ne dünyayı ne de cenneti kazanayım diye bir mülahazanız olmayacak.” Bu söz ile kapalı gözleri açılır, dünyanın hakikatini görür. Kayalar ağabeyin yanında Abdülkadir Aksu’nun babası Muzaffer Aksu da vardır. Ali Tayyar, Kevser Suresinin tefsirinin Çamdağı’nda yazılışını da anlatır. Ata binip heybe ile köylere risale dağıtırlar. 

Necdet Doğanata, Risale-i Nur derslerine ara vermeden devam etmiştir. Ders günü uçakla gelir dinledikten sonra geri gidermiş. Avukat Bekir Abi ile Peyami Safa’ya gittiklerini anlatır. Safa da Bediüzzaman’ın davası ile alakadardır, birlikte Üstadı ve hizmeti konuşurlar. Hulusi Abi’nin derslerine de iştirak etmiştir. Necdet Bey, Bediüzzaman Piyer Loti otelindeyken, onun yanında görünür, fotoğrafı çekilir ve şikayet edilir. O kendini ve Bediüzzaman’ı bir savunma ile anlatır, müdafaa eder. Dursun Kutlu, Üstad ve Hulusi Abi ile ilgili hatıralar nakleder, Adıyaman’da açtığı dersaneyi anlatır. Ekrem Köker Kastamonu'da okurken, arkadaşlarını derse götürür. Said Özdemir abinin teşviki ile okulunu tehir ettirir ve hizmetlerde bulunur. Sonra okulu bırakır Üstad onu manevi evladı ve has talebeliğe kabul eder. Ulucanlar’da Sungur Abi, Tahsin Tola ile birlikte bulunurlar.

Enver Galip Ceylan, müezzinlik yapar. Üstad bir gün ona “o şarkıları sen mi söylüyorsun” der, o da şaşırır, "hayır efendim ben hiç şarkı söylemedim" der. Üstad ise “minarelerde söylenen şarkıyı” der. Ona Bediüzzaman “Sen kardeşim minareye çıktığın zaman ezanın aslını kendin duyacak kadar oku, sonra onların dediğini dersin” der. Ezan hakkında Üstad şöyle der. “Ezan bir davetten ibaret değildir, şeair-i İslamiye'dendir. Ezan esasat-ı diniyeyi günde beş defa âleme bütün insanlık alemine ilan ve i'lamdır” der.

Fahri Türkmen, orduda görevli iken Risaleleri subaylara cesaretle verir, Ankara’da Türkmenoğlu abi ile çalışır. Ömrünün sonuna kadar nurlara hizmet eder, ölünce garipler gibi mezarlığa gömülür. Binbaşı Hayri bey makamını mevkisini hizmet için bırakır. Ölünce Yakacık köyü kabristanına gömülür. Fikret Yörük çocukken üstadı ziyarete gider. Üstad ona "Fikri" der. Hastalıklı olduğu için ona dua eder. “Hadi bakalım Allah şifanı verir” der gönderir. Onun yüzüne bakamazdık diyor nasıl güneşe bakılmazsa işte öyle.

Galip Gigin, lise çağlarında Risaleleri tanımış, matbaacılık faaliyeti ile hizmete katkıda bulunmuş. Eserlerin tashihi sırasında Bediüzzaman’la zaman zaman görüşmüş. Atıf Egemen, Evliya lebi gibi Ege'yi dolaşır, Osmanlıca risale yazmayı öğretir. Yazdığı, yazdırdığı risaleler pazarlarda esnaf arasında dolaşır. Bugün risale hizmeti belli zamanlarda grup okumaları tarzındadır, ama risale dağıtmak gibi hizmetler neredeyse kaybolmuştur. Halbuki hizmeti yayan eken ve geliştiren bu hizmettir. Otuz kişiye yaptığı çorba ile bir buçuk ekmeği ihsanı ilahi ile yetirmiştir, fedakar ve akıllı bir nur talebesidir. Ömer Özcan onu tanıyan birçok insandan bilgiler edinmiş ve hizmet biyografisini tamamlamıştır.

Hasan Feyzi Yüreğil, özel kabiliyetleri olan şair, edip ve mutasavvıftır. Bediüzzaman’ın bu niteliğinden dolayı çok yakından ve hissederek takib eder. Hasan Yeğin’in manidar bir tesbiti var, “Ağabeyiler vakıftı, onlar, vakfetmemişler kendilerini” der. Yani onlar medreseye değil işe vakıflardı, demek.

Bediüzzaman, İhsan Ertem’in öğretmenlikten imamlığa geçmesine razı olmaz. Evinde risale yakalanır tutuklanır. Denizli hapsinde Üstadı lağım geçen bir yere koymuşlardır. O ise “ben iyiyim endişe etmeyin” der. Öğretmenlik hakkı sonradan kendisine iade edilir. İsmail Doyuk Bediüzzaman’ın Gençlik Rehberi muhakemesinde onun ve Ahmet Atak’ın kollarında gelmiştir. Asker kıyafeti ile üstadı ziyaret eder, Üstad onu talebeliğe kabul eder. “Sen askersin inşallah orada hizmet et” der. Ankara'da evi risalelerin dağıtım yeri olarak kullanılır. Taşköprülü Sadık Bey, İsmail Fakazlı, birbiri içinde hatıralarla anılır. Muallim Galip Bey ile Mazlum Akay da içiçe hatıralarla anılır.

Mehmet Ali Çakıcı, Homa kahramanlarındandır. Çakıcı hapishanede talebeler arasında çıkan önemli bir ihtilafta arabuluculuk yapar. Üstad ona “Risale-i Nur’un Rüstemi” demiştir. Mehmet Mandal Abi’nin evinde korkulu dönemlerde Tahiri Mutlu Abi ile birlikte üç yıl teksirle Risale-i Nur çoğaltılmış. Memiş Orhan Üstad’la denizli hapsinde yatmış ona abdest suyu dökmüş iki kerametine şahit olmuştur. Denizli hapishanesi bir mekan olarak onun hatıralarında yadedilir. Mustafa Ekmekci kendini nurların hamalı olarak niteler. Anadolu’dan gelen kitap sipariş listelerini sandıklara hazırlayıp Süleymaniye’den Yenikapı’ya kadar yürüyüp trene binip, askeri havaalanına götürürler. Üstad’ı ziyaretinde talebeliğe kabul edilir. Mustafa Karapınar ormancı olduğu için atını üç dört defa üstada vermiş bir fedakar. Üstad onu talebe halkasına ve duasına almış. Üstad’ın asker gibi hareketlerle namaz kıldığına şahit olmuştur. Nadir Baysal, Kastamonu’da Bediüzzaman’a dört yıl hizmet etme mazhariyetine kavuşmuştur. Çaycı Emin’in soyundandır.

Osman Bozkurt, seyyar halıcılık vazifesiyle nurların dağıtımını yapar. Bediüzzaman’ın önemli nesneleri olan kapaklı sepeti, yorgan ve ibriğini bir seferinde taksiye yerleştirir. Bediüzzaman onun yüzünü öper oradaki kan çıbanı daha çıkmaz. Afyon mahkemesi bir gün hiç ara vermeden devam etmiş, bir jandarma yapılanı telin eder. “Bir komünist devletin bile olsa Avrupa’da da olsa böyle bir zulüm ve haksızlık hiç görülmez” der. Ömer Kuş Üstad’ın evinde peygamberlerin şeceresini görmüştür. Üstad Menderes’e süfyanizmi kaldırır diye dua eder. Refik Ağır Üstad’ın Burdur’da kaldığı mekanların yıkıldığını anlatır ve üzülür. Bediüzzaman 1956'da Burdur’a gelmiştir. 81 ile 85 arasında Medine’de bulunmuş, orada Bekir Abi ile buluşurlar, konuşurlar. Rıdvan Ağabey Bursalı. Bediüzzaman ona Bursa ile ilgili şunları söylemiş: “Bursa Osmanlı’nın başşehriydi Osmanlı çok hizmetler yaptı Bursa'da. Onun için Bursa’nın bizim yanımızda önemli yeri var.” Ömer Özcan, Bediüzzaman’ın Anadolu şehirleri hakkındaki nurani yorumlarını da kaçırmaz. Eser hem tarih hem biyografi, hem günlük, hem mekanlar, olaylar, insanlar mahşeri.

Süleyman Kaya (gaye) nur postacısıdır. Antalya, Mersin, Antep, Maraş, Adıyaman, Diyarbakır gibi şehirlerde seyyar koku ve esans satma zevahiri ile risale dağıtır, önemli bir adamdır. Şükran Ünlükul, Bediüzzaman’ın gelini, böyle bir paye kimsede yok. Veciz ve nezih ifadeleri ile Üstad’ın hatıralarının altın dünyasına katar Ömer Özcan’ı. Suat Ünlükul Bediüzzaman’ı Konya’da görür, bu özel anı anlatır: “Beni görür görmez Suad’ım diye daha elini öpmeme fırsat vermeden boynuma sarıldı ve başladı ağlamaya, beni akrabalarıma hasret bıraktılar” dedi. Üstadın dört tane sarı yirmi beş kuruşu, para kesesi, Enver Paşa’nın verdiği madalya Suat Ünlükul'dadır. Veli ışık Kalyoncu, Risale-i Nur’un teksirden matbaaya geçiş döneminde büyük hizmetleri olan bir zattır. Ankara’da Hacı Bayram Türbesi ile ilgili çok özel bir ayrıntı var onun hayatında. “Üstad Ankara’ya geldiğinde doğru Hacı Bayram Camiine gitmiş, Üstad için türbeyi ilk defa açmışlar, Üstad türbeye girmiş ve kapıyı kilitlemiş içerden, bir saat kadar durmuş içeride. Kastamonu'da Şeyh Şabanı Veli hazretlerinin mezarında da öyle yapar, içeri girer ve içerden kilitlermiş. Kim bilir bizim gibi insanların bilmediği neler olur. Sıradan adamlar gibi yaşamak ne acı.

Yuvalı Hatip Hoca Ankara’nın önemli alimlerindendir. O ilk meclis açıldığında Ankara’ya geldiğinde –Bediüzzaman- tevafuken Hacı Bayram Camii avlusunda bulunur. "İşte Bediüzzaman" derler, gider elini öper. Mehmet Mandal bunları anlatır. Mandal Hoca Yuvalı Hatip Hoca anlatır: “Oğlum ben bu adamın eserinin bir satırını okudum, bırakamadan bitirdim. Altmış seneden beri bütün İslam alimlerinin eserlerini tedkik ettim, hakikatı bu kadar açık anlatan bir eser görmedim” dedi ve ağladı.

Ömer Özcan’ın bu çok yönlü eserini tanıtmaya çalıştım, daha çok şey var, büyük adamların etrafında oluşan ve yaşanan efsane ve harika şahıslar ve olayları bilmek önemli. İçimizden sanatçı ve romancı, dramatik kültür alan insanlar olsa bu eserlerden ne tiyatrolar ve sinemalar ve romanlar çıkar. Ömer Özcan’a çalışmalarında başarılar diliyor ve gayretinin artmasını Allah’tan temenni ediyoruz. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum