Ne zaman fitneye çağrılsalar, ona baş aşağı dalarlar

Ne zaman fitneye çağrılsalar, ona baş aşağı dalarlar

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Nisa Sûresi 88-91. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

88-O hâlde size ne oldu ki münâfıklar hakkında iki kısım oldunuz; hâlbuki Allah, onları kazandıkları (günahlar) yüzünden geriye (küfre) döndürmüştür. Allah’ın (inkârlarındaki ısrarları sebebiyle) saptırdığını, hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz? O takdirde Allah, kimi (kendi isyankârlığı yüzünden) dalâlete atarsa, artık onun (kurtulması) için aslâ bir yol bulamazsın! (*)

89-(Kendileri) inkâr ettikleri gibi, sizin de inkâr edip böylece (onlarla) bir olmanızı istediler. Artık (onlar) Allah yolunda hicret edinceye kadar, kendilerinden dostlar edinmeyin! Buna rağmen (îmandan ve hicretten) yüz çevirirlerse, o takdirde onları yakalayın ve kendilerini bulduğunuz yerde onları öldürün! Ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin!

90-Ancak kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yâhut sizinle savaşmaktan veya kavimleriyle savaşmaktan (hoşlanmayarak) göğüsleri daralmış hâlde size gelenler müstesnâ. Hâlbuki Allah dileseydi, muhakkak ki onları size musallat ederdi de elbette sizinle savaşırlardı. Fakat sizi bırakırlar da sizinle savaşmazlar ve size barış teklîf ederlerse, o takdirde Allah, size onlar aleyhinde bir yol (bir müsâade) vermemiştir.

91-Bir başkalarını (da) bulacaksınız ki, (o münâfıklar) hem sizden emîn kalmak, hem de kendi kavimlerinden emîn olmak isterler. Ne zaman fitneye çağrılsalar, ona baş aşağı dalarlar. Ama sizi bırakmazlar, size barış teklîf etmezler ve (savaştan) ellerini çekmezlerse, artık onları yakalayın ve kendilerini bulduğunuz yerde onları öldürün! Ve işte onlar yok mu, kendileri aleyhinde size apaçık bir delil (ve salâhiyet) verdik.

(*) Resûl-i Ekrem (asm) ile birlikte Uhud’a gazâya çıkan insanların bir kısmı geri döndüler. Ashâbın arasında onları öldürmek veya öldürmemek husûsunda bir görüş ayrılığı olmuştu. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. (İbn-i Kesîr, c. 1, 419)