Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Nazım, Cervantes ve Bediüzzaman 

Yirmi İkinci Söz’ün birinci makamının girişi iki insanı alıp alışılmış, ülfet edilmiş dünyayı yeniden keşfe çıkarmış Bediüzzaman. O yüksek sanatçı kudretiyle nasıl bu alışılmış ve değerini insan nazarında kaybetmiş şeylere baktırabilirim diye düşünmüş. Kur’an’ın amir hükmü ile “insanlara örnek vererek onların hakikatleri kolayla anlamalarını sağla” emrini fiilen uygulamış ve fantastik bir hikaye kaleme almış. Normal bir hikaye kurgulasa bu anlamı veremez, onları başka bir dünyadan bu dünyaya getirip şaşkın bir şekilde etraflarına baktırmış. Bunu tasarım olarak yazmak öncesi düşünmesi ne kadar kendini işine vermiş bir büyük ıslahatçı ve muzih olduğunu gösterir.

On iki bürhan ortaya koymuş, dikkat çektiği şeylerden biri gizli bir el imajıdır. Herşeyde bir gizli el işliyor. Ne kadar şey var, sonsuz. Eğer o işleyen elleri görseydik, bir kaotik tiyatro olurdu. Olağan üstü bir tasarımcı. Türk edebiyatı demek Bediüüzzaman demek. Türk edebiyatı böyle bir konuyu hiçbir zaman ele almamış, alabilir miydi? Donkişot bir deli Cervantes ona bazı hakikatleri anlatmak için deli veya manyak gibi kullanmış ama temel espri dünyaya yeniden bakmak, zulme, yalana, hakikate ters düşen tutumlara bir tavır koymak.

Don Kişot, italya'da Mancha eyaletinde, küçük bir köyde yaşamaktadır. Sürekli olarak şövalye hikâyeleri okuyan Don Kişot, zamanla dünyayı şövalye hikâyelerinde olduğu gibi görmeye başlar. Eski çağlardaki şövalyeliğin canlandırılması gerektiğine inanır. Bir gün, aklını iyice yitirir, kendisini son seyyar şövalye zanneder. Evindeki eski, paslı zırhları, kılıçları kuşanır. Ezilen halkı kurtarmak için çok mükemmel zannettiği sıska atına binerek yollara düşer. Kendisine bir de aristokrat bir sevgili bulmalıdır. Yolda rastladığı çirkin bir köylü kızını çok güzel ve soylu olarak görür ve kendisine sevgili olarak seçer. Artık tek istediği şey, ona resmi şövalyelik unvanı verilmesidir. Bunun İçin de başarılar kazanmak zorundadır.

Yolda bir hana rastlar. Hanı şato sanmaktadır. Hanın (şatonun) sahibini lord olarak görür, kendisini şövalye yapmasını ister. Hanın sahibi, onun zararsız bir deli olduğunu anlar, lordmuş gibi rol yapar. Don Kişot, resmi olarak şövalye unvanını aldığına inanarak gururla köyüne döner. Yolda, Sancho ile karşılaşır. Ona büyük bir servet vaat ederek uşağı olmasını teklif eder. Sonra tacirlerle karşılaşır. Onlara sevgilisi Dulcinea'nin çok güzel bir kız olduğuna inandırmaya çalışır. Onlar da Don Kişot'u döverler.

Don Kişot, bu sefer yolda yel değirmenlerini insanlara kötülük yapan devler sanır. Onlara saldırınca, yaralanır. Yine aklı başına gelmez. Sancho, durumu anlatsa da gerçeği görmez. Kafasındaki hayale inanır. Bundan sonra koyun sürülerini birbirine saldıran iki ordu olarak görür. Zayıf olanlara yardım etmeye karar verir. Koyunlarına saldırıldığını gören çoban, Don Kişot'u döver. Bir başka seferde de Don Kişot kaldıkları bir handaki şarapları kan zannederek şişelere saldırır. Ona gerçekler gösterildiği zaman kabullenmez. Büyücülerin onlara öyle gösterdiğini, onları kandırdığını söyler. Gerçeğin acılığına katlanamaz. Başlarından buna benzer pek çok olay geçtikten sonra, köy papazı ve berberi Don Kişot'u korumak isterler. Onu bir kafese koyarak evlerine götürürler. İyileştirmeye çalışırlar.

***

Don Kişot

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.
(Nazım Hikmet Ran)

***

Nazım Hikmet, Don Kişot’u anlatır, onun portresini çizer. Nazım da dünyaya yeniden bakmaya çalışır ama başaramaz. Olsun, “dert çok dertment yok” diyor. Varsın kül olayım kerem gibi, sen yanmazsan ben yanmazsam ya kim yansın, yansın ki karanlıklar aydınlansın.” Nazım ile Don Kişot’un başına gelenler bir de Bediüzzaman’ın, üçü de yanlış anlaşılmış, bugün olmuş bu büyük sanatçı revizyonist Bediüzzaman hala tahkir ve aşağılamalara maruz, ben de onu tanıdığım için usandım aşağılanmaktan. Kim yalan yanlış uydurma şeyler ortaya koyuyorsa dindarların arasında da onlar muteber. İllallah Allah’ım ben de bir Don Kişot muyum? Herhalde öyle. Türkiye’nin en büyük biyografi yazarıyım üç adam için kırk yıl desem çok olur en az otuz yıl çalıştım. Türk romanı üzerine teorik uygulamalı yedi kitap çıkardım, şiir tahlilleri mi desem, psikanaliz mi desem deneme mi desem, tarihi roman mı desem, sanat ve estetik mi desem, hepsi hikaye… 70 üniversite rektörünün uluslararası yayını yokmuş, bu adamlar benim gibi insanı nasıl anlasın? Isparta’da bağırdım durdum bir adam kırk kişiye sadece doktora, yüksek lisans yaptırıyor, duyan yok işiten yok. Din de sahipsiz edebiyat da.

Don kişot, Nazım haksızlıklara karşı çıkmışlar ama durdukları yer ve duruş biçimleri çok etkili değil. En büyük haksızlık kainatı ve yaratılışı ve insanın bu harika kubbenin altındaki yerini belirleyememek. Anlamlandıramak Bediüzzaman’ın en büyük gayesi ve yazarlığının baş teması. İsmi geçen söz adeta bakma, görme ve yorumlama eseri. En çok tekrar edilen “bak”. Birinci şahıs olgun zihniyetli adam diğerine hep bakmayı ve görmeyi örgütler. Gizli bir elin ve gizli bir kuvvetin olduğunu nazara verir.

“Gel bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o izli Zattan haber veren işler var. 

Gel bu mütaharrik antika sanatlarına bak.

Gel sana daha acibini göstereceğim. 

Gel bu sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zinetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu alemin sanatlarını tefekkür et. 

Gel bu geniş ovaya çıkacağız, işte o ova içinde yüksek bir dağ var.” 

Bakmak bahis derinleşince daha bir derin keyfiyet kazanır. Mesela buradaki gibi “Ey arkadaş gel şimdi cüziyyatı bırakıp saray şeklindeki bu acib alemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz” cümlesi. Farklı cüzlerden gayeye hizmet eden bir birliğe dikkati çekmeye çalışıyor. Son iki bürhan daha anlamlıdır, birinde peygamberin beldesine götürür şaşkın adamı. O kadar harika düşünülmüş bir tasarım var ki, param olsa bu tevhid tiyatrosunu filme çevirsem, sinemaya çevirsem. Tam sinema gibi, bakmak ve görmek ve düşünmek üzerine kurulmuş.

“Gel ey arkadaş şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kati bir bürhan daha göstereceğim. Gel bir gemiye bineceğiz, şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı alemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan bir şeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.”

“Gel ey bir parça aklı başına gelen birader, bütün onbir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim. Yukarıdan inen ve herkes O’na hayretinden ve hürmetinden kemal-i dikkatle bakan şu nurani fermana bak. O bin nişanlı zat O‘nun yanında durmuş, o fermanın mealini umuma beyan ediyor.“

Bütün bunlardan sonra inatçı arkadaş gördüğü ve düşündüğü deliller karşısında inanır. Filmin sonuna gelmiştir. “Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim Elhamdülillah inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki, şu memleketin tek bir malik-i Zülcemal’i … kabul ettim.“

Sözün ikinci makamı daha derin bir itikadi perspektiftir. Birincisi görsel bir şölen ikincisi ise deruni bir seyahat-ı imaniyedir. En büyük başarı kullanılan anlatım tekniğinin gittikçe açılan bir sembolik bir anlatımdan realiteye varmaktır. Büyük bir sanatçı ile karşı karşıyayız. Asırlardır anlatılan dinin bir sanat gösterisi ile itikad merdivenine dönüşmesidir. Muannid adam bütün inanmayanların prototipidir, eğer bu topluma anlatılsa herkes bu alemin ne kadar anlamlı olduğunu anlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum