Mustafa Sungur Ağabeyi rahmetle anıyoruz: Bediüzzaman'la yaşadıklarından notlar
Mustafa Sungur Ağabey 1 Aralık 2012 tarihinde İstanbul’da vefat etmişti... Bugün vefat yıl dönümü. Rahmet dualarımızla anıyoruz...
Mustafa Sungur Ağabey Hatıralarını, Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-1 kitabına anlatmıştı. İşte o hatıralardan kısa kısa bölümler:
ÜSTAD HAFIZLARA, “BİZ DE HAFIZIZ” DERDİ
Sungur Ağabey bir defasında şöyle demişti:
“Üstad’ımızın yanına hafızlar gelirdi. Üstad onlara, ‘Kardeşim! Biz de hafızız; siz Kur’an’ın hurufunu, biz ise Kur’an’ın hakaikını muhafaza ediyoruz.’ derdi.”
“HAYR-I AZİMDEN MAHRUM KALMAK…”
Sungur Ağabey Samsun Büyük Cihat gazetesine bir yazı gönderiyor, tevkif ediyorlar! Sonra Üstad’ımıza geliyorlar, “Bunu sen mi gönderdin?” diye soruyorlar. Üstad da “Bu hayr-ı azimden mahrum kaldığım için cidden müteessirim!” diye cevap veriyor.
ALİ ULVİ BEY’İN MEKTUPLARI OKUNDUĞU ZAMAN…
“‘Gönüller Fatihi Büyük Üstad’a’ isimli manzume ve Ali Ulvi Bey’in mektupları geldiği ve okunduğu zaman Üstad, ‘Ben bunu şahsım için değil, Medine-i Münevvere’deki şahs-ı manevînin Risale-i Nur hakkındaki görüşü olarak kabul ediyorum.’ diye buyurmuşlardı."
“SİZİN KÖYDEN SENİN YENİ HALİNİ GÖRMEDEN ÖLEN VAR MI?”
“Üstad bana sordu: ‘Sizin köyden senin bu yeni halini görmeden ölen var mı?’ Biraz düşündükten sonra ‘Hayır Üstad’ım, yok.’ dedim. Üstad derin bir nefes alıp, ‘Elhamdülillah! Senin eski halini görüp yeni halini görmeden vefat eden olsaydı, mes’ul olurdun!’ dedi.”
“MENDERES SENİ MAARİF NAZIRI YAPSA...”
Üstad, Sungur Ağabeye diyor:
“Menderes seni maarif nazırı yapsa, ‘Mekteplerde Nurları okutacaksın’ dese, ‘Fakat arada sırada bazı meselelerde bizim dediğimiz gibi olacak.’ dese, sen de kabul etsen... Nur’daki ihlâs bunu reddeder!”
SUNGUR AĞABEY, TEKRAR ANKARA’YA GİTMEK İSTEYİNCE…
Sungur Ağabey, Ankara’dan gelmiş, fakat şiddetle tekrar Ankara’ya gitmek istiyor. Talebelerle meşgul olmak için... Beraber çıkıyorlar. Yolda Üstad, “Sen Menderes’i Nurcu yapsan, o da bütün Risale-i Nurları neşretse, sen benim yanımda elde ettiğin neticeyi elde edemezsin.” diyor.
“TALEBE-İ ULÛM OLARAK ÖLEN, ŞEHİTTİR”
“Üstad, Zübeyir Ağabey, Ceylan ve ben gidiyorduk... Üstad, ‘Zübeyir ile Ceylan şehittir.’ dedi. Ben de ‘Ne olur Üstad’ım, dua ediniz, ben de şehit olayım!’ dedim. Üstad da ‘Talebe-i ulûm olarak ölen, şehittir.’ dedi.”
“RİSALE-İ NUR’UN HER BİR KİTABI BİR SAİD’DİR”
“Birçok kardeşimiz, Üstad’ın vefatından sonra bu hizmete girdi, Üstad’ımızı göremedi... Peki acaba Üstad’ın ruhaniyatıyla şimdi bir irtibat kurulabilir mi? Onunla görüşmeyenlerin bir hissesi yok mu?” diye soran Sungur Ağabey, daha sonra cevap olarak Emirdağ Lâhikası-II’den şu mektubu okudu:
“Kat’iyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Ben şuna karar vermiştim ki, Allah için benimle görüşmek isteyenleri, görüşmediklerine bedel her sabah okuduklarıma, dualarıma dâhil ediyorum ve etmekte devam edeceğim.”
Sungur Ağabey, “Hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır” cümlesi üstünde durdu. Ve şöyle dedi:
“Biz eskiden bunu Üstad’ın kendini perdelemek için tevazu yaptığını zannederdik, ama görüldü ki ayn-ı hakikat imiş…"
"BİRDEN O AYET AÇILDI, HAŞİR RİSALESİ TELİF EDİLDİ"
“1954 senesinde Zübeyir Ağabey, Ceylan ve ben, Barla’da Üstad’ın yanında kalıyorduk. Üstad, Zübeyir Ağabeyle beni Barla’nın güneydoğusundaki vadilere bahçelere götürdü. Ceylan evde kaldı. Orada Üstad, ‘Kardeşlerim! Otuz sene evvel aynı bu mevsimde (badem ağaçlarının çiçek açtığı mevsimde) burada ‘Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir. (Rum, 30/50)’ âyetini günde 40 defa okudum. Birden o âyet bana açıldı, Haşir Risalesi telif edildi.’ dedi."
“KÂİNAT KİTABINI OKUMAK DA AYNI SEVAPTIR”
“Üstad, ‘Nasıl ki Kur’an okumak, onun ayetlerini okumak sevaptır; şu büyük Kur’an olan kâinatı da okumak, tefekkür etmek aynı şekilde sevaptır. Bir saat okumak, 80 sene ibadet sevabına eşittir.’ derdi."
“1954 senesinde Üstad’la Barla’dayız. Her gün bize kitap okutuyor, kırlara dağlara çıkarıyordu."
"Bir gün Sözler’i almayı unutmuşum. Mezarlık tarafından geri dönerken Üstad, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. Ben kitabı unuttuğumu söyleyince, ‘Bugün de büyük kitabı okuyacağız, gel!’ dedi. Üstad büyük kitapla kâinatı kastediyordu…"
“Isparta’da üzümlerin olduğu zamandı... Üstad bir gün şöyle ayağa kalkıp bağlara üzümlere tefekkürle baktı baktı ve ‘Sahiplerinden ziyade bunlardan ben istifade ediyorum.’ dedi."
“Bir gün Üstad’ı, cama dayanmış, pencereden kavak ağaçlarını seyrederken gördük. Üstad’ımız bizi görünce, ‘Yüzer sinemadan, tiyatrodan on defa ziyade bunları seyretmek, nefsimin hoşuna gidiyor.’ dedi."
“‘Esma-i İlâhiyeye ayine olmak’ demek: Mesela şimdi bir ayna olsa, şu ağaca tutsak ağacı gösterir, Kadifekale’ye tutsak onu gösterir, binler şeylere tutsak onları gösterir... İşte ayinedarlık budur. İnsan da binler esma-i İlâhiyeye ayinedarlık eder, Allah’ın isimlerini gösterir.”
“BEN YİYORUM, SİZ UZAKTAN KOKLUYORSUNUZ!”
Dördüncü Şua okunurken Sungur Ağabey şöyle dedi: “Üstad’ımız böyle bahisler okunduğu zaman derdi: ‘Ben bu bahsi yiyorum, siz uzaktan kokucuk alıyorsunuz! Kokucuk da olsa büyük bir hazinedir…’ Aynen böyle derdi…"
“Risale-i Nur her yerde huzura yol gösteriyor. Kardeşler, bu az bir şey değil. Her yerde ‘Allah’ı görür gibi’ huzura yol verir Risale-i Nur. Sair evliya masivayı, yani kâinatı unutarak huzura yol bulmuşlar. Halbuki Risale-i Nur kâinata bakarak huzura yol gösteriyor.”
“BU DERSTEN YENİ OKUNUYOR GİBİ İSTİFADE ETTİM!”
“Bir gün Isparta’da ‘hakaik’a dair kitap dağıtıp eskimez yazıyla Üstad’ın huzurunda ders yapıyorduk. Üstad karyolada boynuna kadar yorgan çekili, dinliyordu. Bir ara durdu: ‘Kardeşlerim! Hafızanız nasıl? Ben artık ihtiyarladım, hafızam zayıflamış.’ Sonra, ‘Yemin ediyorum, yemin ediyorum, bu dersten yeni okunuyor gibi istifade ettim! Halbuki bu meseleyi on bin kere okumuşum…’ dedi."
“1959 yılının bir güz ayında Üstad Hazretleri abdest aldıktan sonra, ‘Şu cazibedar siyaset hadiseleri biraz tevakkuf etse, birden beşer nazarı Kur’an’a çevrilecek.’ dedi.”
“ÜSTAD’IMIZ DİN VE FEN İLİMLERİNİ BİRLEŞTİRİYOR”
“On Beşinci Şua / El-Hüccetü’z-Zehra, 1948’de Afyon Hapishanesi’nde telif edildi. Biz yazardık; bir günde, İkinci Makam telif edildi. Okudum... Vallahi neler öğrendim neler! Şükür ve tahdis-i nimet suretinde arz ediyorum. Üstad hâlâ dersini veriyor..."
“ÜSTAD, ÇİÇEKLERE, OTLARA, SİNEKLERE, BÖCEKLERE BAKAR, TEMAŞA EDER, MÜTALÂA EDERDİ. PEKİ NE GÖRÜYORDU?"
Sungur Ağabey, ilm-i İlâhînin delillerinden dokuzuncu ve onuncuları okudu.
“Her masnuda, hususan bahar mevsiminde zemin yüzünde sermedî bir hüsn-ü cemalin cilvelerini gösteren bütün güzel mahlûklar, ezcümle çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların hilkatlerinde ve suretlerinde ve cihazatında öyle mucizane bir maharet ve dikkat ve harika bir sanat, bir ittikan, bir mükemmeliyet ve sanatkârlarının mucizatlı hünerlerini gösteren ayrı ayrı, çeşit çeşit tarzlarda şekiller, makinecikler, gayet ihatalı bir ilme...” cümlesini tekrar tekrar okudu ve tekrar tekrar kelimelere dikkati çekti:
“Biz Üstad’la, mesela Kuleönü’nden dönerken, yolda giderken, Üstad yolun kenarındaki çiçeklere, otlara, sineklere, böceklere bakar, temaşa eder, mütalaa ederdi. Peki ne görüyordu? Her masnuda sermedî bir hüsün ve cemalin cilvesini görüyordu."
“Şimdi bir talebeye soruyorum: ‘Yağmurlar nasıl yağıyor, fen ve muallimleriniz ne diyor?’ ‘Denizlerin buharlaşmasıyla ağabey.’ diye cevap veriyor."
“Peki Üstad’ımız ne diyor bakalım, Münacat Risalesi’nden okuyalım: ‘Evet, bu dünyamızın menba-ı acayip buhar kazanları hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcut, hatta hiçbir katre su yoktur ki, vücuduyla, intizamıyla, menfaatiyle ve vaziyetiyle Halıkını bildirmesin...’ (Şualar, Üçüncü Şua, s. 48) Demek Üstad’ımız, din ve fen ilimlerini birleştiriyor…”
“KÜFRE KARŞI MANEVÎ KILIÇLA YAPILAN CİHAT”
“Üstad Isparta’dayken, Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar’dan bir mektup geliyor. Mehmet Kayalar gördüğü bir rüyayı anlatıyor Üstad’a. Rüyada dört halife, Gavs-ı Azam hazeratını görüyor. ‘Ya Resulallah! Maddî cihat zamanı…’ diyor. Mehmet Kayalar bundan maddî cihat zamanı geldiğini düşünüyor ve Üstad’a yazıyor. Üstad cevaben Mehmet Kayalar’a şöyle bir mektup yazıyor:
‘Rüyanızı tebrikle beraber, sakın yanlış anlama, maddî cihat ‘Tabiat Risalesi’ndeki gibi küfre karşı manevî kılıçla yapılan cihattır.’
“AFYON HAPSİNDE ÜSTAD’IN GÖZÜ SOĞUKTAN KAPANMIŞTI”
“Üstad Hazretleri Afyon hapsinde... Kışın çok soğuk, Üstad 60 kişilik koğuşta tek başına tutuluyor. Baktım gözü soğuktan kapanmış... Beni görünce ‘sobayı yak’ diye işaret etti. Fakat odun yok ki yakayım. O zamanlar Afyon’da eksi yirmi derece soğuklar oluyordu..."
“Aynı Üstad, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamış, Hurşit Paşa’ya ‘Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda ederim!’ demiş, M. Kemal’e ‘Namaz kılmayan haindir!’ demiş vs… Böyle bir Üstad, bakın asayişi muhafaza için nelere sabrediyor!"
“Afyon hapsinde Refet Bey, Kerem isminde bir Afyonlu köylüye risale veriyor. Sonra Kerem hastalanıyor, 15 gün tebdil-i hava veriyorlar. Kerem de ‘Hadi giderken Üstad’ın elini öpeyim de öyle gideyim.’ diyor. Üstad 80 yaşına yakın... Üstad’ın elini öperken Kerem’e ‘Niye öptün?’ diye tokatlıyorlar. Bunu Üstad bize anlattı. ‘Benim yerime onu dövdüler.’ dedi. Bunlara sabrettiğini belirtmek için, ‘Asayişi muhafaza için menfî hareket etmiyorum, onlara beddua bile etmiyorum; yeter ki Risale-i Nur’a zarar gelmesin, gelen nesillerin imanı kurtulsun diye sabrediyorum.’ dedi.
“Üstad, bir defasında da ‘Nur talebelerine dua ettiğim vakit, onlardan gelecek nesillerine de çocuklarına, torunlarına da niyet ediyorum.’ derdi."
“EN SÜRURLU HAYATIMIZ, ÜSTAD’LA KALDIĞIMIZ GÜNLER...”
“1954’te Ceylan, Zübeyir Ağabey, ben, üçümüz Üstad’ımızla Barla’ya gittik. Bayram Ağabeyi nöbetçi bıraktık. Üç-dört ay kaldık orada..."
“Bir gün Üstad Hazretleri bir şeyler söyledi, ‘gelmeyin’ der gibi bir şeyler, ama tam anlayamadık! Zübeyir Ağabey o mezarlıktan yukarı çıktı, ben de gideyim, dedim ve tâ yukarıda buluştuk Üstad’la. Üstad dedi: ‘Siz geldiniz. Ben eski zamanlarla buluşacaktım, benim hayalim kuvvetli olduğu için, 10 seneye yakın kaldığım Barla’da o günkü âleme gidecektim. Benim Barla hayatım, hayatımın en lezzetli, en saâdetli günleridir.’ dedi.
“Halbuki yazıyor ki risalelerde, ‘Barla’daki işkenceli hayatım.’ diyor. Demek ki bir cihetten bakınca en mes’ut… Malum ekser Risale-i Nur hakikatleri oradan ilan edilmiş. Orada yazıldı ya... İşte o hatıralar, kâinatı temaşa, en mes’ut hatıraları. Zahir nazarda da daima nazar ve takip altında. Ona Üstad ‘en işkenceli hayatım’ diyor."
“Siz de bize bazen diyorsunuz, ‘Sungur Ağabey, hayatı hep hapiste geçmiş’ falan… Bir cihette doğru, ama bir cihette en sürurlu hayatımız, Üstad’la kaldığımız günler. Hapis hayatı hayatımızın en saadetli, maddî manevî bayramlarımızdı elhamdülillah...”
“ÖLÜNCEYE KADAR HİZMETE HİSSEDAR OLMAK LAZIM”
“Lem’alar yeni harfle basılmıştı… Said Özdemir, Salih Özcan paket paket her tarafa gönderiyorlar. Üstad’ımızla Eğirdir’e beraber giderken iki tane Lem’alar aldı; birini Çilingir Ali’ye, birini de Demirci Salih’e vermek için... İki tane Lem’alar’la Üstad’ımız hissedar olmak istedi bu hizmete. İki Lem’alar’la bile olsa hizmete iştirak... Artık şimdi hizmet umumî hâl almış, benim hizmetim bitti, yok; ölünceye kadar hizmete hissedar olmak lazım.”

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.