Sen Kuş Olup Gidersin Hafız Ali

Hapiste puslu pusulalar

1943 yılında Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri Denizli Hapsine konulur. Hapishanede Üstad’la irtibatı Ahmet Nazif Çelebi sağlar. Pusulalar yazarak Üstad’ı bilgilendirir. Bütün meşakkate rağmen talebelerinin hizmeti bırakmamaları Üstad’ı çok memnun eder. Bir mektupla tebrik ve teşekkür eder.

“Sizi temin ederim ki, şimdi ecel gelse, ölsem, kemâl-i rahat-ı kalble karşılayacağım. Çünkü içinizde kuvvetli, metin, genç çok Said'ler bulunduğuna ve bu biçare, ihtiyar, hasta, zayıf Said’den çok ziyade Risale-i Nur’a sahip ve vâris ve hâmi olacaklarına kanaatim geliyor.”[1]

Efeler aynı safta omuz omuza

Hapiste namazları genelde Hafız Tevfik kıldırır. Nazif tam arkasında durur. Süleyman Hünkâr’ı çok sever. Kişi cennette olduğu gibi namazda da sevdiğiyle beraberdir. Nazif, Efe Süleyman’ın kolundan tutar, omuz omuza namaza durur. Eskinin katili, şimdinin şakirdi Süleyman’ın keyfine diyecek yoktur. Bir gün yine yan yana namaza dururlar. Nazif, Süleyman’ın sağındadır. Süleyman sağa selam verdiğinde gözlerine inanamaz. Nazif’in yerinde Hz. Ali Efendimiz durmaktadır. Şen olasın mahpusluk… İşte Bedir’in erleri…

Tahtakurusu dersleri

Üstad mahkemeye giderken genelde Tahirî Mutlu, Mehmet Feyzi veya Nazif’le kelepçelenir. O gün kelepçenin ucu Nazif’e nasip olur. Kabristanda soluklanırken Üstad’ın yakasındaki tahtakurusunu fark eder.

“Üstad’ım müsaade eder misiniz?”

“Ne o Nazif?”

“Tahtakurusu. Gidiyor boynumuza doğru.”

“Sakın dokunma!”

“Niçin Efendim?”

Üstad latife tarzında cevaplar.

“O kurnazdır. Isırır, hemen saklanır ve sen onun ısırdığını birkaç saniye sonra duyarsın. Bu sefer sen onu öldürürsün. Hâlbuki o ısırmadı. Sen, birini haksız yere öldürdüğün için, onun intikamını almak üzere, bire on hücum ederler…”

Üstad ve talebeleri gülüşürken Üstad birden ciddileşir. “Bak, bir arkadaşlarının intikamını almak için on tanesi birden hücum ediyor. Biz burada, bu davayı Abdülkadir Geylani, Ahmed-i Farukî, Muhammed Gazali’den teslim aldık. Bir tahtakurusu, bir kardeşinin ölümüne on tane fedai olarak gittiğine göre biz daha fazla fedakârlık yapmamız lazım…” diyerek, tahtakurusu üzerinden sadakatin önemini vurgular.

Kuşlar özgürlüğe uçar

On iki kez mahkemeye çıkarlar. 15 Haziran 1944 tarihli son duruşmada “Bediüzzaman’ın vârislerinden” Kahraman Nazif muhteşem savunmasıyla mahkemeyi inletir.

Duruşma sonunda Üstad ve talebeleri beraat eder. “Kaziye-i Muhakeme Denizli Ağır Ceza Mahkemesi” başlığı altında verilen kararda Nazif, “İnebolu Cami-i Kebir Mahallesinden Mehmet oğlu, 1307 doğumlu, 19.9.1943’ten beri mevkuf, sabıkasız Ahmed Nazif Çelebi” şeklinde takdim edilir.

Sen kuş olup gidersin Hafız Ali

Nazif’in ruhundan izler taşıyan Hafız Ali Ergün, Üstad yerine şehiden toprağa düşer. Sanki Üstad’ın canından bir parça kopar. Nazif’in can dağından kocaman bir kaya Denizli Kabristanına yuvarlanır. Kayayı gediğine koymak, ruhunu eski havasına getirmek ister. Hapisten çıktıktan sonra Üstad, Mehmet Feyzi, Selahattin Çelebi, Çaycı Emin’le Hafız’ın kabrine giderler. Kur’an’lar okunur. Üstad hazin hazin dualar eder. Elini semaya kaldırır.

“Bu şehid bir yıldızdır.”

O sırada talebeleri gayr-i ihtiyarî başlarını kaldırdıklarında, gökte ışıl ışıl bir yıldızın parladığını görür. Üstad kabir tahtasına kalbini yazar.

“Mahkeme-i Kübra-yı Haşirde Risale-i Nur Talebelerinin bayraktarı şehid-i merhum Hafız Ali rahmetullahi aleyhi ebeden daimen.”

Bu da benim sana ayrılırken hediyem olsun

Nazif hizmetleriyle Üstad’ın takdirini kazanır. Üstad, Mehmet Feyzi’nin rüyasında Üstad’ın üzerinde gördüğü cübbesini Nazif’e hediye eder. Cübbe, Denizli Hapsi Hatırası olarak kayıtlara geçer.

Nazif ve oğlu hapse girince hırdavat dükkânları kapanır. Dokuz ay sonra İnebolu’ya döndüklerinde iflas edecek noktaya geldiklerini fark ederler. O günlerde ciddi bir enflasyon olur. Stoktaki mallar birden kıymetlenir. Buna rağmen piyasa fiyatının altında satarlar. Böylece hizmet için yaptıkları fedakârlığın karşılığını iki ay içinde kat kat alırlar.

Mektuplar bile takip ediliyor

Denizli Hapsinden çıktıktan sonra da Üstad’la muhabereye devam eder. Fakat sıkı takip altındadır. Hakkında sık sık adli ve idari soruşturma yapılır. Üstad ve talebelerine yazdığı mektuplar da takipten payını alır. Takipten kurtulmak için mektupları ikinci elden göndermeyi düşünür. Bir dönem Emirdağ’da görev yapan Yalova’daki üvey kardeşi Mehmed vasıtasıyla mektupları Üstad’a ulaştırır. Ne var ki burada da radara yakalanır. Olaydan Üstad da haberdar olmuştur. Nazif 28.10.1944 tarihinde Üstad’a haber göndererek endişelenecek bir durumun olmadığını belirtir.

Oysa Dâhiliye Vekâletinin 07.12.1944 tarihli yazısı takibin ciddiyetini ortaya koymaktadır. 17.12.1944 tarihinde Nazif’in ifadesi alınır. 13.12.1944 tarihinde İnebolu Emniyet Müdürlüğü tarafından Nazif, kardeşi ve babası hakkında tahkikat yapıldığı bildirilir. Mehmed mektupları Emirdağlı Sadık Kalender vasıtasıyla Üstad’a ulaştırır. Bunun üzerine Kalender hakkında da soruşturma açılır. Kalender, Nazif’i şahsen tanımadığını, kardeşi Mehmed’i tanıdığını belirtir. Afyon Valiliği tarafından 15.01.1945 tarihinde olay Dâhiliye Vekâletine bildirilir. Dâhiliye Vekâleti, Diyanet İşleri Başkanlığından Risale’lerin incelenmesini ister. Diyanet İşleri Başkanlığı 07.02.1945 tarihinde olumlu rapor verir. Bunun üzerine zanlılar hakkında işlem yapılmaz.

Rum ev Risale-i Nur ile nurlanır

İnebolu hizmet erleri şartların değiştiğini görerek daha uygun metotlar ararlar. 1946 yılında Selahâddin Çelebi, İstanbul’da teksir makinesi görünce İnebolu’ya getirir. Nazif’in Rumlardan kalma evine yerleştirilir. Ev stratejik konumdadır. Önünde hükümet binası, yanında cezaevi, arkasında polis karakolu vardır. Nazif evin altına bir oda yapar. Dini levha ve yazının bile yasak olduğu bir dönemde altı ay odadan çıkmadan hizmetle meşgul olur. Risale’ler Nazif’in el yazısıyla teksir edilmeye başlanır. Nazif daktilo alınca bu şekilde çoğaltılır.

Dün fani emellere konaklık eden bu ev o gün aydınlanır. Rum ev Risale ile nurlanır. Asırlara mührünü vuracak hizmetler burada yapılır. Gece karanlığında, yoğun tedbir altında Nur’lar çoğaltılır. Nazif birkaç saatlik uykuyla hizmet nöbeti tutar. Uzun süre ayakta kalmaktan ayakları şişer. Teksir odasında bazen yirmi kişi çalışır. Bazıları yorgunluk ve uykusuzluktan yere yığılır. Böyle fedakârca gayretlerle İnebolu “Küçük Isparta” unvanını kazanır. Risale’ler buradan Türkiye’ye yayılır. Risale yazmayı Barlalılardan öğrenen Nur Erleri teksiri İnebolulardan öğrenir. Fakat İnebolular liderliği kaptırmaz. Risalenin üçte ikisini teksir ederler.

Ellerin, ellerin, ellerin ve parmakların

Nur Erleri Risale yazmayı ibadet bellemişlerdir. Makineyle çoğaltılmasından dolayı bazıları yazma sevabından mahrum kalacaklarını düşünerek endişelenir. İlk teksir edilen Âyetü’l-Kübra’yı Selâhaddin, Üstad’a götürür. O günlerde Üstad bir sıkıntıyla boğuşmaktadır. Yazdığı bir mektup nedeniyle sekiz defa resmen sıkıntı ve eziyet verildiği bir anda kitap eline ulaşır. Çok sevinir. “Ya Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevste mes’ûd kıl…”[2] diye dualar eder.

Mektup endişeli talebeleri teskin eder. Üstad’ın duasını arkalarına almanın huzuruyla eskisi gibi aşkla hizmete devam ederler.

Ararım ben seni her yerde

Teksir edilen sayfalar kamufle edilerek ciltlenmek için meyve sandıklarıyla İstanbul’a gönderilir. Oradan Anadolu’ya sevk edilir. Fakat aldanmışlar ve Emniyet boş durmaz. Sık sık Nazif’in evine baskın yapılır. Evin garip bir mimarisi vardır. Duvar görünen kapı, kapı zannedilen duvardır. Alınan tedbirler sayesinde aramalarda hemen hiçbir şey bulamazlar. Hemen her seferinde inayet-i İlahiye yetişir. Tam teksir makinası bulunacakken başlarına gelen bir musibet yüzünden aramadan vazgeçerler.

Bir gün Savcı baskın yapar. İnsan boyunda bir rafın üzerinde Risale vardır. Fark ederse Nazif’i kesinlikle tutuklayacaktır. Savcı kaçın kurası, Risale’yi fark eder. Rafa yaklaşır. Çelebi hanedanı telaşlanır. “Eyvah!” Savcı esere uzanacakken Nazif’in kalbi köpürür. “Ey mübarek göster kendini!” diye mırıldanır. Raf birden duvara dönüşür. Kitap gözden kaybolur.

Aman ya Rabbi! Aman ya Rabbi! Yine tam zamanında yetiştin Üstad Hazretleri.

Savcı şaşkındır. Herhalde yanlış görmüşüm, diyerek geri çekilir. Bu defa duvar rafa dönüşür. Tekrar elini uzatır. Nazif durur mu hiç, hemen duaya durur. “Ey mübarek göster kendini!” Olamaz! Raf yine kayboldu. Üç-dört kez aynı hâl yaşanır. Savcı uzanınca her seferinde Üstad daha erken davranır, Asâ-yı Musa’yı alır.

Savcı Efendi, o Asâ-yı Musa, Kur’an tefsiridir. Tertemiz bir kalple dualar ede ede yazılmıştır. Kirli eller ona dokunamaz. Hatırla ki kalbi kirli Hattab oğlu Ömer de Kur’an’a dokunamamıştı. Çağın Ömer’i olmak istiyorsan temizlen de gel, günahlardan arın da gel. Musalara Firavunlar, Asâ-yı Musalara çağın Firavunları zarar veremez. Firavun, Musa’yı takip ederken Kızıldeniz’de boğuldu. Asâ-yı Musa Risalesine dokunma, boğulursun.

Bir gün Risale’ler gemiye yüklenirken bir dünya sevdalısı Nazif’in kaçak mal götürdüğünü iddia ederek ihbar eder. Emniyet ve Gümrük Müdürü nezaretinde sandıklar açılır. İddia edilen mallar bulunamaz. Gümrük Müdürü, Mesnevi Nuriye’yi görünce rahatlar. Kaymakam ve Emniyet Müdürüne seslenir. “Bunlar Mevlana’nın Mesnevi’si. Babam da okurdu. Bunlarda bir suç yok.” Arama kararı kaldırılır. Kitaplar İstanbul’a gönderilir.

DİKKAT: Abdestsiz girilmez

Hizmetler gizlilik içinde yürütülür. Daire içinde olanlara karşı bile ihtiyatla yaklaşılır. Bir gün Risale’lerin adını işitip okuma hevesine kapılan dostlarından biri Nazif’in kapısını çalar. Ev Risale’lerle doludur. Nazif zor durumdadır. Dostunun kalbini kırmadan uzaklaştırmak ister.

“Kardeşim seni şimdi alamam, ev müsait değil.”

Misafir daha da meraklanır. Ben de okumak istiyorum, diye ısrar edince kabul eder. Abdest aldırır. Gördüklerini kimseye söylemeyeceğine dair Kur’an’a el bastırdıktan sonra içeri alır. Misafir odanın her yanına serilmiş Risale’leri görünce şaşkınlıktan çatlayacak hale gelir.

Başka bir gün elektrik sayacını okumak için memur kapıda belirir. Sayaç içerdedir ve her yer teksirle doludur. Nazif açmak istemez. “Ev müsait değil, alamam.” der.

Memur ısrar eder.

“Sayaca bakmadan gitmem.”

Memurun ayrılmayacağını anlayınca kabul eder.

“Bir şartla içeri alırım.”

“Nedir?”

“Abdest alıp, Kur’an’a el basacaksın. Gördüğünü kimseye söylemeyeceksin.”

Memur kabul eder. Sayacı okuduktan sonra gider.

Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964

[1]Şuâlar, s. 501

[2] Emirdağ Lâhikası, 127. Mektup.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.