Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Terörsüz Türkiye
"Terörsüz Türkiye" süreci, üç komisyon üyesinin İmralı’ya gitmesiyle hız kazandı; PKK'nın kendini feshetmesi, silah bırakması ve Türkiye'den çekilmesiyle finale yaklaşılacak gibi. Bu, sadece askeri bir zafer değil, toplumsal bir barış mutabakatı ve Türk ile Kürt halkının terörden kurtuluş bayramı olacaktır inşallah. Eğer bundan sonra süreç doğru yönetilirse, Türkiye'nin omuzlarındaki ağır yük kalkacak, terörle mücadeleye sarf edilen paralar ekonomiye nefes aldıracak, hepsinden önemlisi gençler geleceğe daha umutlu bakacaklar.
Barışın tesisi ve terörün bertaraf edilmesi için gerçekten hem hükümet, hem meclis komisyonu, hem de DEM parti yetkilileri çok ciddi çalışıyorlar. Millet de dört gözle bu sürecin barışla noktalanmasını bekliyor. Ama barış düşmanı hain ırkçılar da boş durmuyorlar. Sürekli karıştırıp, sanki bütün teröristlerin affedilmesi için meclisten yasalar çıkarılıyormuş gibi ortalığı velveleye veriyorlar. Bu yüzden Terörsüz Türkiye’nin ve barışın önünde birkaç engel var görünüyor.
1) Bunlardan birisi ve en önemlisi, Türkiye’nin resmi tanımına göre “PKK’nın Suriye kolu olan SDG”’nin varlığıdır. On binlerce tırlık modern silahlara ve 60 bin kişilik eğitilmiş modern bir orduya sahip olan SDG, Mart 2025’te söz verdiği halde hala Suriye merkezî hükümetiyle birleşmek için bir girişimde bulunmadı. Bu örgüt, ABD’den aldığı silah ve mühimmat, milyonlarca dolarlık bütçe desteği ve yönettiği petrol kuyularıyla, Rojava’da Irak Kürdistanı gibi bir muhtariyet elde etmek istiyor. Yani emniyet güçleri, ordusu ve ekonomisi olan, iç işlerinde serbest fakat dışişlerinde Suriye hükümetine bağlı olan “özerk/bağımsız ve silahlı bir yapı” olmak istiyorlar. Zaten şu anda ordusu, ekonomisi ve bütçesi olan böyle bir oluşum fiilen vardır.
Biliyoruz ki, Türkiye için büyük tehlikeler her zaman dışarıdan kaynaklanmıştır. Mesela Türkiye’yi geçmişiyle düşman yapanlar, her on yılda bir darbe planlayanlar ve destekleyenler kimler ise, 50 yıldır terör örgütlerini besleyenler de onlardır. Sonuç itibariyle, bugüne kadar terör örgütünü destekleyen güçler, terörsüz Türkiye’yi asla istemezler. Bu sebeple SDG, barış projesinin önündeki en büyük dış destekli engeldir. Evet, SDG Suriye bataklığında ABD'nin desteğiyle büyüyüp "koridor" açmaya çalışırken, “Terörsüz Türkiye” projesi için büyük bir baş ağrısı ve bir engel olmaya devam ediyor.
2) İkinci büyük engel de muhtemel Kuzey Suriye operasyonudur. Hükümet tarafından yapılan resmî açıklamalarda, “SDG’nin Suriye merkezî hükümetiyle bütünleşme süreci tamamlanmazsa” sınır-ötesi operasyonların süreceği vurgulanıyor. Bunun anlamı şudur: Eğer 2025’in sonuna kadar SDG Suriye merkezî hükümetine tamamen entegre olmazsa, Türkiye için sınır güvenliği sorunu devam ediyor demektir. Bu takdirde Türkiye’nin operasyon yapma ihtimali güçlenir. Operasyon başlarsa, ne yazık ki Terörsüz Türkiye ve barış süreci sekteye uğrar. Kürt halkı da böyle bir operasyona sıcak bakmaz. Çünkü sınır ötesi operasyonların olumsuz yönleri de vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) Suriye’nin kuzeyine yapılacak bir operasyon, bölgedeki istikrarı bozabilir. Şöyle ki: Suriye’den Türkiye’ye göç, güvenlik tehdidi ve insani kriz riski artabilir. Suriye’ye geri dönüşler durur; bu da sosyal ve ekonomik dengeleri bozar, “Terörsüz Türkiye + kalkınma + refah” hedeflerini sıkıntıya sokar.
b) Operasyon iç politikada kutuplaşmayı da artırabilir, güvenlikçi söylemler daha baskın hale gelir, şahinler ortaya çıkar. Bu da hak ve özgürlükler dengesi açısından risk oluşturabilir ve Türkiye’yi dış politikada yalnızlaştırabilir. Kuşkusuz bu da uzun vadeli istikrarı ve diplomatik kazanımları tehdit eder. Üstelik Suriye hükümeti, ABD’nin baskısıyla böyle bir operasyona sıcak bakmayabilir.
Sonuç olarak, SDG silahsızlanmaz, entegrasyonu tamamlamaz ve Kuzey Suriye’de “özerk/bağımsız silahlı yapı” niteliğini korursa; Türkiye açısından sınır ötesi müdahale ihtimali yüksek olur. Resmî söylemler ve yakın tarihli beklentiler bu yöndedir.
Peki, SDG silah bırakmasa bile Türkiye operasyon yapmalı mı? Ben şahsen Türkiye’nin operasyon yapması taraftarı değilim. Her şeyden önce, az evvel sıraladığımız olumsuzluklar bir yana, ABD ve Rusya böyle bir operasyonu kendi çıkarlarına ters görür ve istemezler. Ama fesatlık yapmaktan da geri durmazlar. ABD ve diğer Batılı güçler, bölgedeki dengelerin Türkiye ve Suriye hükümeti lehine değişmesini İsrail’in güvenliği için asla istemezler. Çünkü eğer Türkiye operasyon yaparsa, sonuçta SDG’nin elindeki silahlar Suriye ordusunun eline geçecek. Üstelik Türkiye ve Suriye askerî stratejik ortaklık yapar ve İsrail’le komşu olabilirler. Bu da İsrail’in güvenliği için risk oluşturur. İşte ABD, riskin oluşmaması için böyle bir senaryonun gerçekleşmesini engellemek isteyecektir.
Diğer taraftan, operasyon yapıldığı takdirde, SDG’nin 60 bin kişilik eğitimli ordusuyla karşılık vereceğini hesaba katmak gerekir. Bu da Türk ordusu açısından personel kaybı anlamında bir risk oluşturur. Dolayısıyla dengeli ve tam isabet bir operasyon yapmak karmaşık, oldukça riskli ve pahalıdır. Kırılgan ve daha çok dış sermaye endeksli Türk ekonomisi böyle pahalı bir operasyonla sıkıntıya düşebilir, halkta tedirginlik artar ve enflasyonun düşmesi hayal olabilir.
3) Terörsüz Türkiye’nin önündeki üçüncü engel de, Anayasada yapılması düşünülen değişiklikler üzerine koparılan fırtınalardır. Bu da süreçle doğrudan bağlantılı görünüyor. Meclis'te kurulan komisyon, TCK’da "silah bırakan örgüt üyeleri" tanımlayan düzenlemeler için çalışıyor. Ayrıca af benzeri yasal çerçeveler de gündemdedir. Keza, MHP lideri Bahçeli’nin “umut hakkı” sözüne dayandırılan Abdullah Öcalan’ın affı ortalığı karıştıracak gibi. Hükümet, “Hiçbir pazarlık veya taviz yoktur” açıklamalarını yaparken PKK liderlerinden birisi küstahça bir açıklama yaparak, “Başkan Öcalan hapisten çıkarılmazsa bu iş olmayacak” diyor.
Öcalan’ın affedilmesi, toplumun asla hoşlanmadığı bir konudur. Yıllardır “bebek katili” olarak tanımlanan ve 45.000 kişinin ölümünden sorumlu olan birisinin affedilmesi toplumu kutuplaştırır ve hükümeti zora sokar. Kuşkusuz barış için örgütler de hükümetler de radikal kararlar alır. Dünyanın her yerinde böyle olmuştur. Ama böyle kararların suhuletle alınması gerekir. Bu yüzden bana kalırsa Öcalan’ın affı daha sonraya bırakılmalıdır.
Kısmî af söz konusu olunca şimdiden sosyal medyada lehte ve aleyhte fırtınalar kopuyor. Bu da, ister istemez toplumu geriyor. Gerginliği ve kutuplaşmayı önlemek için, komisyonun bir an önce gerekli kararları alıp meclise sunması gerekir.
Milletimiz zorlu bir denklemin içine girmiş bulunuyor. Ama bu dar geçitten selametle kurtulacağımıza inanıyorum. Allah akıbetimizi hayreylesin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.