Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Hz. Musa ve Hızır’ın (as) kıssasında işari manalar

1) Öyle görülüyor ki, Hz. Musa ve Hızır’ın kıssasının temelinde, bir soru üzerine Musa’nın ilmi Allah’a değil de kendi nefsine nispet etmesi yatıyor. Bu yüzden İmam Buharî de, Musa’nın hikâyesini nakleden hadisi zikrederken, ((‌‌بَابُ مَا يُسْتَحَبُّ لِلْعَالِمِ إِذَا سُئِلَ: أَيُّ النَّاسِ أَعْلَمُ؟ فَيَكِلُ العِلْمَ إِلَى اللَّهِ) “Âlime ‘İnsanların en bilgini kimdir?’ diye sorulduğunda, ilmi Allah’a havale etmesinin [tevazu göstermesinin] müstehap olduğuna dair bab” şeklinde bir bab oluşturmuştur.

2) Kıssanın başlangıcı da çok şaşırtıcıdır. Çünkü Musa yardımcısı Yuşâ b. Nûn’la oturup konuşurken kıssa başlıyor. Ancak: Bunlar nereden geliyorlardı, nereye gidiyorlardı ve Musa neden kavmini terk etmişti? Bu soruların cevabı bilinmiyor. Şu var ki, Musa’nın ilmi Allah’a isnat etmemesiyle başlayan bu süreç önemli bir hakikati de ortaya koyuyor: O da şudur: Peygamberlerin Allah yanındaki makamları o kadar yücedir ki, bir hatadan dolayı onları o makamdan indirmiyor.

3) Allah’ın, “Ey Musa, senden daha âlim birisi vardır, git onu bul” emrine karşı, “Allah’ım, onu bulmanın yolu nedir?” diyerek ilim öğrenmeye istekli olması ve tevazu göstermesi bir peygamber ahlakıdır. Başka bir ifadeyle Musa, “Benden daha âlim olacak bu adam da kim?” deyip Kabil gibi hasetlik yapmamış, bir peygambere yakışanı yapmıştır. Çünkü Musa, hem Allah’ın kendisiyle konuştuğu bir elçi [Kelîmu’lllah], hem âlim, hem şeriata hâkim bir peygamber iken, ilmen kendisinden daha aşağı olan birisinden ders almaya gidiyor. Yapılan rivayetlere göre Hz. Ömer b. Abdülaziz ve Ş’abî’nin,( لَا أَدْرِي نِصْفُ اْلعِلْمِ) “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır” demeleri, ilim erbabının tevazu göstermeleri gerektiğine işaret ediyor.

4) Hz. Musa’nın ilim tahsil etmek için belli bir süreliğine kavminden ayrılması ve mutat işlerini bırakması, ilme verilen önemi ortaya koymaktadır. Üstelik yardımcı ve öğrencisi sayılan Yuşâ b. Nûn’un yanında öğrencilik yapmaya başlaması Musa’nın gururunu incitmiyor. Diğer taraftan Hızır Musa’ya, “Sen öyle bir ilme sahipsin ki, ben onun bilmiyorum, ben de öyle bir ilme sahibim ki sen onun bilmiyorsun” demesi Musa’da herhangi bir tereddüt oluşturmuyor.

5) Hz. Musa ve yardımcısı Yuşâ b. Nûn ilim öğrenmek için yola çıktılar. Fakat büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldılar, o da unutkanlık. Yuşâ b. Nûn’un, “Ben balığı, uyuduğumuz yerdeki kayanın yanında unuttum” demesiyle birlikte, geri dönüp yeni ve zorlu bir yolculuğa başladılar. (وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماًࣖ) “Biz daha önce Âdem’den söz almıştık, fakat o unuttu; biz onda yeterli bir kararlılık görmedik” ayeti unutkanlığın insan için bir afet olduğunu gösteriyor.

6) Keza, “ilmin en büyük afetinin nisyan/unutkanlık olduğunu[1] ifade eden hadis de, ilim öğrenmek isteyenlerin unutkanlık afetine karşı dikkatli olmaları gerektiğine işaret ediyor. Yuşâ b. Nûn’un, “Bunu bana unutturan şeytandan başkası değildir” demesi, şeytanın insanın birçok işine müdahil olduğunu ve müminin bunun farkında olması gerektiğini bize gösteriyor.

7) Peki, Musa âlim ve salih bir kul olan Hızır’la buluştuktan sonra Musa’nın yardımcısı Yuşâ b. Nûn nereye gitti? Kıssada bununla ilgili bir bilgi yoktur. Fakat anlaşılan o ki, Yuşâ b. Nûn, Hz. Musa’ya halife olmak üzere İsrail oğullarını yönetmeye gitmiştir. Çünkü İsrail oğulları Hz. Musa’nın yokluğunda, Yuşâ b. Nûn’un liderliğinde Kudüs’e girmişlerdir.

8) Dikkat çekici diğer bir husus da şudur: Allah Musa ile Salih kulun buluşmalarını anlatırken, Hz. Musa ve arkadaşının, (فَوَجَدَا عَبْداً مِنْ عِبَادِنَٓا)[2]kullarımızdan biriyle” buluştuklarını söylüyor. Normalde, “Âlimlerden bir âlimle karşılaştılar” denilmesi beklenirken bunun yerine “kullarımızdan birini buldular” denilmesinin önemli bir hikmeti vardır. O da şudur: İnsanı en fazla yücelten şey onun ilmi değil Allah’a olan ubudiyeti ve ona olan yakınlığıdır. Esasen Kehf Suresinin başında da ibadete ve ubudiyete vurgu yapılmıştır: Allah şöyle buyuruyor: (الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَىٰ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجًا) “Hamd o Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi; onda hiçbir eğrilik, çarpıklık ve tutarsızlığa yer vermedi.[3] Bu ayette, “Resûlihi” [elçisine] yerine “Abdihi” [kuluna] kelimesinin tercih edilmesi ubudiyetin yüceliğine işaret ediyor.

9) Diğer taraftan, (عَبْداً) kelimesinin gramer kuralları bakımından nekre olarak gelmesi, o kulun, ubudiyeti cihetiyle Allah’ın yanında büyük bir makama sahip olduğunu ifade ediyor. Çünkü tenkir tazimi ifade ediyor. Böylece tefekkür eden insana da bir mesaj veriyor ve Allah yanında hiçbir şeyin ibadet kadar değerli olmadığını, insanı yücelten tek şeyin ibadet olduğunu bildiriyor.

10) Allah ubudiyete vurgu yaptıktan sonra kulun diğer vasıflarına geçiyor ve: (اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْما) “…ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik” buyuruyor. Şimdi Allah’ın Hızır’la ilgili vasıflarına bakalım: “O kullarımızdan biridir, ona rahmet vermiş ve ilim öğretmiştik” buyuruyor: İlk vasıf, kul [Abd] olması hasebiyle ubudiyet, ikincisi, rahmet, üçüncüsü de ilimdir.

11) Vasıflardaki sıralama da çok dikkat çekicidir. En başta ubudiyete yer verilmiş, çünkü onun kadar değerli bir şey yoktur. İkinci sırada rahmet, üçüncü sırada da ilim yer almıştır. Çünkü rahmetin refakat etmediği bir ilim insanı kibir ve gurura sevk edebilir. Cinlerin en bilgini şeytandı, fakat kibre kapılınca ateş ehlinin lideri oldu. Ayrıca ilme talip olan kimsenin kalbinden merhameti eksik etmemesi gerektiğine de işaret vardır.

12) Allah, “Katımızdan ona rahmet verdik ve nezdimizden ona ilim öğrettik” buyurarak, rahmet vermeyi ve ilim öğretmeyi zatına isnat etmiştir. Bu da, rahmetin ve ilmin kaynağının Allah olduğuna işaret ediyor. Kıssada Musa Hızıra, “Sana öğretilen bu hayırlı ilim ve hikmetten bana da öğretmen için seninle birlikte gelebilir miyim?” diye sormuştu. “Sana öğretilen hayırlı ilim ve hikmet” diye tercüme edilen kısım (مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْداً) şeklindedir. Buradaki (رُشْد) kelimesinden kasıt, hayır ve doğruluk üzerinde olmaktır. Yani Hz. Musa, “her zaman doğruya ulaşmak ve hayırlı işler yapmak için sana öğretilen bu ilimden bana da öğretir misin?” demek istiyor. Ayrıca, “Öğrendiğin ilimden” değil de, “Sana öğretilen ilimden” denilmesi, ilmin Allah tarafından öğretildiğine işarettir.

[Dr. Abdülmuhsin el-Matarî’den özetle]

[1] İbn Ebû Şeybe, el-Musannaf, 5/286.

[2] Kehf, 18/65.

[3] Kehf, 18/1.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum