Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Gençlerle Bir Hasbihal
Geçenlerde, teröre ve şiddete karşı olan, yakıp yıkmayı tasvip etmeyen bir grup üniversiteli gençle bir araya geldim. Dertlerini tek tek dinledim; onlar da beni dinlediler. Bir çok sanatçı, çevreci ve barışsever insanın haksız yere terörist diye tutuklandığını, ailelerinin perişan edildiğini söylediler. “Yoksa siz Gezi Parkı olayı eylemcilerini mi kast ediyorsunuz?” dedim. Onlar da, “Evet, tam da onları kast ediyoruz, 12-13 senedir bir çok sanatçı ve çevreci terörist diye hapiste tutuluyor, yazık değil mi?” dediler.
Böylece konu Gezi Parkı olaylarından açılmış oldu. Onlar olayların perde arkasını bilmiyorlardı. Hükümete ve devlete karşı bir kalkışmanın başlangıcı olduğunu ve dışarıdan desteklendiğini, Fetö’nün de buna destek verdiğini, eğer başarılı olsalardı 15 Temmuz’u erkene alacaklarını, yani darbe yapacaklarını bilmiyorlardı. Onlara göre çevreye duyarlı masum gençlerin ve onları destekleyen ağabeylerinin demokratik hareketleri, hükümet tarafından terör eylemleri diye yaftalandı ve bu yüzden birçok masum insan ceza evlerine girdi. Onlara dedim ki:
Biliyorum; sizler şu anda kendinize çok güvenen, içi iyilik yapma coşkusuyla dolu, herkesi mutlu etmek isteyen, hiçbir insanın hatta hiçbir canlının zarar görmesini istemeyen bir yaştasınız. Sizi anlıyorum; çevre hassasiyetiniz o kadar büyük ki, bir kedi yavrusunu sokakta bulduğunuz zaman onu anne-babanızdan saklayarak günlerce kendi odanızda beslemek istiyorsunuz. Solan bir çiçek, pörsümüş bir fidan, dalı kırılmış bir ağaç gördüğünüzde içiniz cız ediyor, iki büklüm olup o çiçeği, o fidanı ve o dalı eski haline getirmek için çaba gösteriyorsunuz. Sizi anlıyorum. Fakat hiçbir demokratik hak, başkasının malına zarar vermeyi mubah kılmaz. Gezi parkında vatandaşların malları yağma edilip dükkânları talan edildi, arabaları yakıldı; bunu biliyor muydunuz?
Bu topraklarda yaşayan herkes, hatta İslam dünyasının her karış toprağında yaşayan bütün insanlar, aynı sizler gibi bu hassasiyetlere sahiptir. Ama ne yazık ki, bizi birbirimizden koparmışlar. 100 yıldan beri pompalanan fitne hareketleri bizleri birbirimize yabancı hale getirmiş. Sahip olduğumuz uygarlığın asıl kaynağının Kur’an ve hadis, kısaca merhamet dini olan İslamiyet olduğunu unuttuk. Yavrusunu diri diri toprağa koyanların İslam’a girdikten sonra bir karıncaya bile ayak basmadıklarından habersiz hale geldik. Çünkü bu temiz uygarlığı bize öğretmediler. Öğretenlere de öğrenenlere de gerici, yobaz ve bağnaz gözüyle baktılar.
Oysa bizim köklerimiz Kur’an’a ve Resûl-i Ekrem’in sözlerine dayanıyor. Bunlarda gericilik, yobazlık olabilir mi? Hakikatten uzak olan insanlar gerici ve yobaz olurlar. Oysa Kur’an ve hadis hakikatin ta kendisidir. Bu dünyada en yüksek hakikat Allah’ın varlığı ve birliğidir. Bu hakikatlere dayanan ecdadımız parlak medeniyetler kurdular. Allah rızası için oluşturdukları akarlarda leylekler, güvercinler ve serçeler için vakıflar kuranların torunlarıyız biz. Sakat atlar için ve emanetleri kaybeden garibanlar için vakıflar kuran ecdadın torunlarıyız biz.
Peki, siz camilerin ve imaretlerin duvarlarında güvercinler ve diğer kuşlar için yuva takalarını bırakan, böylece sanatla merhameti birleştiren bir kültürden geldiğimizi biliyor musunuz? Kâinatın mayasının muhabbet ve merhamet olduğunu ilan eden bir peygamberin ümmeti olduğumuzdan haberiniz var mı? Kâinatın efendisi Hz. Peygamberʻin (s) bütün canlılar konusunda, herkesten daha çok hassas olduğunu biliyor musunuz? Belki biliyorsunuz ama bu bilgilere yakın durmanın ilericiliğe aykırı olduğunu bize öğretmişler.
Bakınız Hz. Peygamber’in (sav) ağzından nakledilen bir hadiste ne buyuruyor? Diyor ki: Günlerden bir gün günahkâr olan bir kadın çöl ortasındaki bir yolda gidiyordu. Susamıştı. Bir sarnıç aramaya başladı. Yolun az dışında, biraz kuytu bir yerde bir sarnıç buldu. Hemen yanında bulunan bir kapla biraz su çekip içti ve susuzluğunu gidermiş oldu. Fakat sarnıcın yanı başında susuzluktan dili dışarı çıkmış bir köpek bekliyordu. O kadar susamıştı ki, hayvan nefes nefese kalmış ve yürüyemeyecek haldeydi. Kadın köpeğin durumunu fark edince hemen elindeki kapla su çekti ve köpeğe içirdi. Allah o anda kadını affetti ve onu cennetle müjdeledi.
Resûlullahʻı (s) dinleyen arkadaşları “Ey Allah’ın Resulü! Hayvanlara yaptığımız iyilik sebebiyle bize sevap yazılır mı?” dediler. Resûlullah (s), “Evet, ciğer sahibi olan her canlıya yapılan iyilik için sevap vardır” buyurdu.
İşte gençler, bizler böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Acaba sizler de böyle büyük bir peygamberin ümmeti olduğunuzun farkında mısınız? Yaptığınız işin ve hizmetin, gösterdiğiniz fedakârlığın aslında nereden kaynaklandığını öğrenmek istiyor musunuz? Hangi kültürün buyruğuyla bu güzelliklere yöneldiğinizi, neden boynu bükük bir fidan için 24 saat aç kalabildiğinizi öğrenmeyi hiç düşünmüyor musunuz?
Eminim, sağduyunuzu dinleyerek hareket ettiğiniz zaman, kalbinizin derinliklerinde o abide medeniyetin izlerini bulacaksınız. Lütfen, bizim uygarlığımızla Batının uygarlığını karşılaştırın. Tabi, bunu yapabilmeniz için bir tefsirden Kur’an’ı okuyup anlamanız gerekir. Siz hiç Kur’an okumayı düşündünüz mü? [Bütün gençler bu soruma “Hayır” cevabını verdiler. Hiç birisi Kur’an okumamış.] Acaba kendimizi anlamak için, dinimizin temel kitabı olan Kur’an’ı ve Hz. Peygamber’in (s) hadislerini okuyup anlamak çok mu yorucu bir şeydir? Hayır, kesinlikle zor ve yorucu bir şey değildir. Sevgili gençler, siz Kur’an’a yönelmeden, onu anlamadan köklerinizi anlayamazsınız. Madem öldüğümüzde bir Müslüman mevta olarak, bir hoca tarafından cenaze namazımız kılınıyor, o halde daha hayattayken dinimizi öğrenelim. İslam’dan sadece cenaze namazıyla gömülmeyi kabul eden bir Müslüman olarak ölmek ne kadar alçaltıcı bir durumdur!
Sevgili gençler, bilmelisiniz ki, canlılara karşı sizi bu kadar hassas hale getiren, şu andaki dünyanın ve Batının modern kültürü değildir. Çünkü Batı uygarlığı kalbi delik olan bir uygarlıktır. Merhamet ve sevgi temelinden yoksundur. Tevazu ve nefsini hesaba çekme geleneği o uygarlıkta yoktur. Bakınız 2000 yılından beri Afganistan, Irak ve Suriye’yi işgal eden Batılıların öldürdüğü insan sayısı 2 milyondan fazladır. İşgalin tek amacı ise, petrol yollarını açık tutmak ve kendileri için “yeni düşman” gördükleri İslam’ın gelişmesini engellemektir. İki buçuk yıldır Batılı devletlerin desteğini arkasına alan İsrail, yüz bine yakın Filistinliyi öldürdü ve on binlercesini sakat bıraktı. Katliam hala devam ediyor.
Unutmayın, kalplerinizde ve ruhunuzda taşıdığınız merhamet duygusu Batı kültürünün değil, Kur’an nurlarının izleridir. Demokratik kültürünüzü takdir ediyorum. Cesaretinize hayranım. Biliyorum; (Allah etmesin) şu anda askeri bir darbe yapılacak olsa, tankların önüne yatacak kadar cesursunuz. Ancak Menderes’i idam edenlerin, Özal’a su-i kast tertipleyenlerin, 12 Eylülcülerin, 28 Şubatçıların ve 27 Nisancıların temsilcilerinin sözde demokratik cilalı sözlerine aldanmayın. Çünkü onlar sabıkalıdırlar. Bütün darbeciler Amerikan ajanlarıdır. Hiçbir darbecinin milletten özür dilediğini duydunuz mu?
27 Mayıs darbesini, 12 Eylül darbesini ve anti demokratik maddeler barındıran 12 Eylül Anayasasını destekleyen kişilerin darbeleri kınadıklarını gördünüz mü? Siz gençler, özgürlükler bakımından Türkiye’nin hep böyle güllük-gülistanlık olduğunu sanıyorsunuz. Oysa çok değil, 2007 yılına kadar bütün üniversite binalarının kapısında “Başörtülüler Giremez” levhaları asılıydı. Resmi dairelerde Kürtçe konuşmak, dolmuşlarda Kürtçe şarkılar çaldırmak yasaktı; hatta “Kürt” kelimesini kullanmak bile yasaktı. Kürtlerin resmi ismi “Kuzey Irak vatandaşları” idi. Bundan daha gerici, daha bağnaz ve daha yobazca bir tutum olabilir mi? Lütfen biraz daha araştırmacı bir ruhla köklerinize dönün, araştırın. Nasıl bir medeniyetten geldiğinizi öğrenin.
Gözlerinizden öperim, kendinizi harcatmayın. Unutmayın! Gençlerin hata yapma lüksü yoktur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.