
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Erzurumlu Çavuş Hoca
Asıl adı Çavuş değil, Cavid… Çavuş onun lakabıydı. Askerlikte çavuş rütbesindeydi, lakabı da bundan almıştı. O kadar saf, o kadar temiz yürekli, cihad ruhu da o kadar kuvvetliydi ki, koca bir küffar ordusuna karşı tek başına çıkabilirdi. Lise mezunu olarak Erzurum’un Horasan ilçesinden askere alınmış ve askerde çavuş rütbesine yükselmişti. Askerden sonra PTT’de memurluğa başlamış, ardından Erzurum Üniversitesi İslamî ilimler Fakültesi’ni kazanmıştı. Ben de aynı Fakültede okuyordum ve ondan bir iki sınıf öndeydim. Kendisiyle yakın arkadaşlığım oldu.
Çavuş Hoca askerliği, resmi ve ruhsuz bir vazife şeklinde görmüyordu. Askerlik hizmetine bir peygamber ocağı nazarıyla baktığı için lahutî bir coşku ve heyecanla asker olmuştu. Hele o zamanlar on binlerce haşere, mübarek vatan toprağının altında yuva yapmışken askerlik hizmeti aşkla yapılmaz mıydı? Askerliği anlamsız ve fuzuli görenlerin aksine Çavuş Hoca askerlikte anlamsız gibi görünen bazı emir ve yasakların, askere itaat sırrını öğretmek için yapıldığını biliyordu. Bu yüzden herkes gibi Çavuş’un da çok sayıda askerlik hatırları vardı. Zaman zaman bu hatırları bize anlatırdı.
Bir hatırasını kendisi şöyle anlatmıştı:
“Bir gün komutan bir toplantı yaptı ve derse başladı. Derste askerlikle ilgili bazı konuları anlattıktan sonra sıra soru sormaya gelmişti. Komutan elini kaldırdı ve: ‘Gözlüklü… Gözlüklü…’ dedi. Ben de gözlüklüydüm, fakat benden başka gözlüklü var mı diye etrafıma baktım. Meğerse benden başka gözlüklü yokmuş. Benim etrafıma baktığımı görünce komutan, ‘Gözlüklü kendini arıyor. Evet, sen Gözlüklü… Kalk bakayım, sana bir soru soracağım’’ dedi. Komutanın beni kast ettiğini anladım, ancak bir an ürperdim ve buz gibi donuverdiğimi, adeta çenemin kilitlendiğini hissettim. Çünkü ilk defa bir komutanın sorusuna cevap verecektim. Heyecanlandım ama nihayet toparlanıp ayağa kalktım… Komutan soruyu sordu. Ben de cevabını tam olarak verdim ve komutan tarafından takdir edildim. Bu olay, çavuş olma sürecimin başlangıcı oldu.”
Çavuş Hoca sadece askerlik hatıralarını değil, Risale-i Nurları nasıl tanıdığını da anlatıyordu. Gerçekten Risale-i Nurları tanıma serüveninde başından çok ilginç bir hikâye geçmişti. Kendisi anlatıyor:
“Sigara içmediğim için sigara içen arkadaşlarla bir araya geldiğimde onlara, ‘Ya bu zıkkımı içmeyin, yazık değil mi? Hem kendi sağlığınızı bozuyorsunuz, hem paranızı yakıyorsunuz, hem de beni rahatsız ediyorsunuz’ derdim. Bir gün arkadaşlarla birlikte oturuyorduk. Yine sigara içmeye başladılar; ben de tekrar onlara kızdım. Arkadaşlarımdan birisi dedi ki: ‘Ya kardeşim sigaradan rahatsız oluyorsan nurcuların yanına gideceksin. Onlar asla sigara içmezler’ dedi. Ben de, ‘Nurcular da kim, ben onları nasıl bulurum’ dedim.
“Arkadaşımın bu sözü aklımda kaldı. Bir gün Erzurum’da dolaşırken bir dostuma, ‘Ya kardeş, sen nurcuları tanıyor musun? Onlar hiç sigara içmezlermiş. Ben muhakkak onları görmek istiyorum’ dedim. Dostum bana nurcu olan bir arkadaşının adresini verdi. Ben de verdiği adrese gittim. Onunla tanıştım. Kendisi bana, ‘Bu akşam müsaitseniz Risale-i Nur dersinin yapıldığı bir eve gidelim ve orada ders dinleyelim, çok istifadeli olur inşallah’ dedi. Ben de kabul ettim. Akşam bir yerde buluştuk ve bir eve gittik. Meğerse Sıkıyönetim komutanının emrindeki istihbarat, dersin yapılacağı o evi bir ‘Nurculuk okulu’ olarak tespit edip baskın düzenleyeceklermiş. Eve gittik. O sırada üniversitede araştırma görevlisi olan birisi [Prof. Dr. Şener Dilek] ders yapıyordu. Ders okunurken polisler baskın yaptılar. Benim de içinde olduğum 84 kişi gözaltına alınıp sıkıyönetim mahkemesine sevk edildiler.”
“Henüz Risale-i Nur’un ve nurculuğu ne olduğunu bilmeden laiklik ilkesini çiğnemekten sanık durumuna düşmüştüm. Üstelik ertesi gün basılan Hürriyet gazetesinde manşet olmuştuk. Gazetenin 3. Sayfasında, çekilen fotoğraflarımızın altına, [BİR APARTMAN DOLUSU SANIK] diye büyük harflerle manşet atılmıştı. Fotoğrafımızın üst tarafına da, [Laiklik İlkesini Çiğnediler] diye yazılmıştı. En altta yazılan haber de şöyleydi: [Pansiyon olarak kullanılan apartmana baskın yapıldı. Laikliğe aykırı davranan 84 kişi yakalandı].
“84 kişi tek tek ifadeye çağrıldık. Nihayet ifade verme sırası bana gelmişti. Savcı beni, karşısında alakasız ve mücessem bir gölge gibi görünce ‘Senin ne işin vardı orada?’ dedi. Şöyle ifade verdim: “Savcı bey, laiklikten ve devletin temelini dini esaslara uydurmaktan hiçbir şey anlamıyorum. Ben sigara içmeyen insanlar arıyordum. Bir arkadaş, gel ben seni sigara içmeyenlerin yanına götüreyim, dedi. Böylece oraya gitmiş oldum. Gerçekten bu insanların hiç biri sigara içmiyor’ deyince savcı güldü.”
“Ama bu insanların laiklik ilkesini çiğnemek ve devletin temel nizamlarını dini esaslara uydurmakla suçlanmaları çok fazla dikkatimi çekmişti. Bu anlamsız isnat karşısında ister istemez derin ıstırap duydum. ‘Ben neredeyim, ne oluyor, bu insanlar kim, Nurcular nasıl insanlar, bunlar neden buradalar, Sıkıyönetim bizden ne istiyorlar?’ Bunlar kafamı karıştıran sorulardı.”
“Fakat o insanların ihlası, sebatı ve dik duruşları beni çok etkilemişti. Kafamdaki soruların cevabını da yavaş yavaş buluyordum. Bu adamların bir gaye peşinde koştuklarını, hatta gayeyi deniz kendilerini balık bildiklerini anladım. Bedensel zevklerin, siyasi gayelerin ve vahşi menfaatlerin peşinde koşmadıklarını fark ettim. Anladım ki kader-i ilahi bu tabloyu böyle çizmiş; bir gayeye, bir davaya sahip olmam için beni de bu değerli insanların içine atmıştı. Toplumun dinden ve imandan habersiz bir şekilde nasıl bir felakete sürüklendiğini ve bu adamların gençliği kurtarmak için nasıl çırpındıklarını gözlerimle gördüm. Bir daha da onlardan ayrılmamaya karar verdim.”
Evet, Çavuş lakaplı Cavid Hoca’nın Risale-i Nurla tanışma öyküsü böyle… Çavuş her şeyiyle kendisini hizmete vakfetmişti adeta. Risale-i Nurları okudukça bu milletin, sonu görünmeyen dalalet girdabından nasıl kurtulacağının işaretlerini görüyordu. Artık kendini sorumlu hissediyordu. Risale-i Nurları gençlere ulaştırmak ve gençliğin imanını kurtarmak için gece gündüz çalışmak istiyordu. Çavuş yenilikçi bir ruha sahipti ve içinde daima coşan, taşan ve kabaran bir güç, sönmez bir heyecan vardı.
Bu hizmeti yapabilmek ve kitaplarla haşir neşir olabilmek için Erzurum Kültür Eğitim Vakfı’nın yayınevinde çalışmaya başladı. Vakfın kurucu heyeti arasında Merhum Prof. Dr. Alaeddin Başar da vardı. Hiç şüphesiz ilmiyle ve ameliyle hizmetin başında duran merhum Mehmet Kırkıncı Hoca’yı da unutmamak lazımdır. Çavuş Hoca yayınevinde gelen-gidenle ilgilenirken aklına bir fikir geldi: Gençlere parasız olarak iadeli kitap vermek... “Al Götür, Oku Getir” şeklinde bir program uygulasak fena olmaz, dedi ve bu düşüncesini vakfın kurucularına iletti. Fikir kabul görmüştü. Bu yolla Erzurum’da binlerce üniversite öğrencisinin ve diğer insanların kitap okumalarını sağladı. Allah vefat eden vakfın kurucularına rahmet eylesin. Çavuş Hocaya da sağlık, sıhhat ve afiyet ihsan etsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.