Muhammed Numan ÖZEL
Dünyadaki en yüksek hakikatlerden birisi de...
Üstâd'ımız Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda bu zaman insanına lazım olan her şeyden az çok bahsetmiştir. Bazısını çok detaylı bazısını da hülâsa olarak te’lif etmiştir.
Bugün okurken “en yüksek hakikat” kelimesi dikkatimi celbetti. İman ve namaz olarak[1] ifadeleri hatırlıyorum. Ama kez de şurasını ekledim bu ifadeye;
“Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkâtleridir.
Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkâtlerine mukâbil hürmet haklarıdır.”[2]
Şefkat ve Mukabilindeki Hürmet
Hayatın karmaşası içinde, pek çok değer, pek çok hukuk mevzubahistir. En çok adalet, eşitlik, özgürlük... Ancak bütün bu âlî kavramların temelinde, fıtratın ve vicdanın kabul ettiği bir "en yüksek hakikat" vardır ki, o da peder ve validelerin evlatlarına karşı duyduğu tarifsiz şefkâttir.
Bediüzzaman Said Nursî, Yirmi Birinci Mektub'unda bu hakikati öyle veciz bir ifadeyle beyân eder ki, âdetâ bütün bir insanlık tarihi, bir cümleyle aydınlanır: “Peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir.”
Bu, yalnızca biyolojik bir bağın sonucu değildir; bu şefkât, hayatını kemâl-i lezzetle tam bir hazla evlâdının hayatı için fedâ eden, ondan hiçbir karşılık beklemeyen, tamamen saf bir fedakârlığın ifadesidir. Anne ve baba, evlâdının sağlıklı nefes alması için kendi nefesinden, huzuru için kendi rahatından, geleceği için kendi birikiminden vazgeçebilen, dünyadaki en sâdık ve en vefâlı dostlardır.
Peki, bu tarifsiz şefkâtin karşılığı ne olmalıdır?
İşte o şefkâtin muhatabına yüklediği en büyük ve en kutsal sorumluluğun adı hürmettir.
Üstad, bu ikinci gerçeği de aynı kesinlikle ifade eder: “Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkâtlerine mukâbil hürmet haklarıdır.”
Eğer bir terazi kursak, bir kefesine anne ve babanın karşılıksız şefkâtini, uykusuz gecelerini, dökülen terlerini koysak; diğer kefesine, evladın onlara gösterdiği saygı, hizmet ve rızâlarını kazanma gayretini koymalıyız.
“Amelinizde rızâ-yı İlahî olmalı.”[3]
“Medâr-ı necat ve halas, yalnız ihlâstır.
İhlâsı kazanmak çok mühimdir.
Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.”[4]
Bu hakikatleri hatırlatıyor.
Bu denge, yalnızca bir vazife değil, insan olmanın, insâniyeti yitirmemiş olmanın en temel göstergesidir hürmet, merhamet ve şefkât.
Çünkü bize hayatın bahşedilmesine vesile olan, âdetâ bizim için kendilerini paralayan ve hayatlarını bize adayan o mübarek insanlara karşı "Öf!" bile dememek, Allah’ın Kitab-ı Kerim'indeki kesin emridir.[5]
Onların yaşlılığında hizmet etmek, vicdanımızla yapacağımız bir alışveriş değil, bize verilen hayat hediyesine karşı sunduğumuz minnetin ve şükrün en somut ifâdesidir.
Aklımızı başımıza alalım! Eğer biz şefkâtlerinin karşılığı olan hürmet görevini yerine getirmezsek, hayatın değişmez kaidesi olan "El-cezâü min cinsil amel" (Karşılık, yapılan işin cinsindendir) sırrıyla, gelecekte kendi evlatlarımızdan da aynı muameleyi göreceğiz.
Eğer ahiretimizi ve dünya huzurumuzu seviyorsak, evimizdeki o bereket direklerine, o rahmet vesilelerine yani peder ve validelerimize hizmet edelim, rızâlarını tahsil edelim. Zîrâ en yüce haYanındakikate en yüce hukuk ile karşılık vermek, en bahtiyar insanların yoludur.
İnsan hayatının ahırı olan yaşlılık, fıtrîdir, kaçınılmaz bir gerçektir.
Hz. Ali (KS) atfedilen “gençlik ilkbahar gibidir, yaşlılık ise kışa benzer, öyle bir kış ki arkasından bahar gelmez.”[6]
İnsanoğlu ister istemez yaşlanır. Yaşlanmamaya çare yoktur. Dün bizler büyüklerimize muhtaçtık, bugün belki onlar da bize muhtaçlar. Yarın biz ise çocuklarımıza muhtaç olacağız. Unutmayalım ki, büyüklerimizi kaybettiğimiz zaman bir daha bulamayacağımız nimetlerimizden mahrum kalırız. Kaybetmeden kıymetlerini bilelim. Bugünün küçüğü yarının büyüğü olacaktır.
Bu hususta bazı Âyet-i Kerime’nin ve Hadîs-i Şeriflerin meâlen zikredelim.
"... anne ve babası ihtiyarlamalarına rağmen, onları râzı etmediğinden dolayı cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün..."[7]
“Cennet annelerin ayakları altındadır."[8]
“Biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): 'Bana, anne ve babana şükret.' diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.” [9]
Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyüklerine değer ve saygı göstermeyen bizden değildir.”[10]
“Saçı sakalı ağarmış yaşlı Müslüman'a saygı gösterip ikram etmek, Allah'a saygıdandır.” [11]
“Kim saç ve sakalını Allah yolunda (çalışırken) ağartırsa, bu (beyazlık) kıyamet günü kendisi için nur olur.”[12]
“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.” [13]
Son olarak âyet-i kerimenin tam meâline bakalım.
"Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.' Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır."[14]
[1] Bkz. Tarihçe-i Hayat (143&701)
[2] Mektûbat (259)
[3] Lem’alar (160)
[4] Lem’alar (133)
[5] Bkz. İsrâ Suresi (17:23-25)
[6] Gurerü’l-Hikem ve Dürerü’l-Kilem, Hz. Ali (r.a.)’nin hikmetli sözleri derlemesi
[7] Tirmizi, Daavat 110; Müsned, (h.no: 7139)
[8] Mecmau’z-Zevaid (8/138)
[9] Lokman (31/14-15)
[10] Tirmizî, “Birr” (15)
[11] Ebû Dâvûd, "Edeb" (23)
[12] Tirmizî, “Fedâilü'l-cihâd (9)
[13] Aclûnî, Keşfü'l-hafâ (2/230)
[14] İsrâ, (17/23-25)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.