Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Mirac’ın hakikati

Mirac’ın ikinci bölümü hakikat-ı miraç, üçüncü bölümü de hikmet-i miraçtır. Acaba hikmet ile hakikatın ne farkı var?

Hakikat-ı miraç şöyle tarif edilir; Zat-ı Ahmediyenin (asm) meratib-i kemalatta seyr ü sülükundan ibarettir.

Seyr ü süluk kelimesi Peygamberimizin (asm) zamanında farklı anlaşılmış. Çünkü henüz tarikatler olmadığı için kelimenin tarikatların zuhurundan sonra kazandığı anlamla bağlantısı yoktur. Sonradan kelime tarikat terminolojisine girmiştir, bir anlamda tahsisi bir hüviyet kazanmıştır. Peygamberimizin (asm) seyrü süluku bu tahsisi anlamın dışındadır.  Bir kelime grubu da meratib-i kemalat kelimesidir. Kemalatın mertebeleri nedir acaba?

Bir insan merdiven çıkarken her geçtiği basamaktan sonrasına yükselmiş olarak gelir. Peygaberimiz (asm) kemalatın mertebelerinde sürekli yükselmiştir. Demek onun seyrü süluku bir akış uructur. Bir adım sonra bir adım önceye göre mafevk ama bir önce de bir adım sonraya madundur, çünkü artık aşılmıştır. 

Sözlükte “yola girmek, yolda yürümek; (bir şey) başka bir şeyin içine nüfuz etmek, katılmak, intikal etmek” anlamlarına gelen sülûk kelimesi tasavvufta “insanı Hakk’a ulaştıran tavır, amel, ibadet, fiil, hareket ve davranış tarzları” mânasında kullanılmıştır. Sülûk, “yol” anlamına gelen ve terminolojide benzer çağrışımlara sahip olan tarîk ve tarîkat kavramlarından daha kapsamlıdır. Tarikat, belli bir şeyh etrafında toplanmış mürid ve muhiblerden oluşan tasavvufî bir cemaati ifade ettiği halde sülûkte böyle kurumun varlığı şart değildir. 

Sülûk kelimesi, ilk dönem tasavvuf klasiklerinde dinî hayatla ilgili bütün fiilleri kapsayan geniş bir kullanıma sahipken XII. yüzyılda tarikatların ortaya çıkmasından sonra daha çok “Hakk’a ulaşma yolunda belli tasavvufî âdâb ve erkânın uygulanması” anlamını kazanmıştır. Sülûke bir tasavvuf terimi olarak ilk defa Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin Tertîbü’s-sülûk adlı eserinde rastlanmaktadır. Sülûk, tarikatlar sonrası dönemde genellikle aynı anlama gelen seyr kelimesiyle birlikte (seyrüsülûk) kullanılmıştır. Sözlükte “yola girmek, yolda yürümek; (bir şey) başka bir şeyin içine nüfuz etmek, katılmak, intikal etmek” anlamlarına gelen sülûk kelimesi tasavvufta “insanı Hakk’a ulaştıran tavır, amel, ibadet, fiil, hareket ve davranış tarzları” mânasında kullanılmıştır. 

Sülûk, “yol” anlamına gelen ve terminolojide benzer çağrışımlara sahip olan tarîk ve tarîkat kavramlarından daha kapsamlıdır. Tarikat, belli bir şeyh etrafında toplanmış mürid ve muhiblerden oluşan tasavvufî bir cemaati ifade ettiği halde sülûkte böyle kurumun varlığı şart değildir. Sülûk kelimesi, ilk dönem tasavvuf klasiklerinde dinî hayatla ilgili bütün fiilleri kapsayan geniş bir kullanıma sahipken XII. yüzyılda tarikatların ortaya çıkmasından sonra daha çok “Hakk’a ulaşma yolunda belli tasavvufî âdâb ve erkânın uygulanması” anlamını kazanmıştır. Sülûke bir tasavvuf terimi olarak ilk defa Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin Tertîbü’s-sülûk adlı eserinde rastlanmaktadır. Sülûk, tarikatlar sonrası dönemde genellikle aynı anlama gelen seyr kelimesiyle birlikte (seyrüsülûk) kullanılmıştır.
Seyrettirmek, göstermek, temaşa ettirmek, kat-ı meratib ettirerek, gösterdiği, çıkarmak, bu filler mertebeleri kat ederken kullanılan fiiller, bir gezdirmek, göstermek sırasındaki fiiller.

Seyr ü süluku izah eder.

1-“Yani Cenab-ı Hakk’ın tertib-i mahlukatta tecelli ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlarla (bunlar seyahatin ayrıntısı, Bediüzzaman Miraç bahsinde çok şey biliyor ama işte böyle konuşuyor. Hep merak etmişimdir Miraç hadislerini bir ayrı kitap şeklinde bulmak ve okumak ama bulamadım. Çünkü oradaki acib şeyleri merak ediyorum, fantastik mi, fantasmagorik mi, çünkü bizim gözümüzün algısına zıt şeyler, onları ancak Allah özel kuluna göstermiş. Tertib-i mahlukat mahlukatın düzeni, herşeyin yerli yerine konması öncesi planlama safhası, bu dünyevi bir şey ama onun gördükleri bu tertib-i mahlukatın perde arkası yaratılışın perde arkasını görmüş. İsimlerin fiile dönüştüğü yerde dönüşmenin seyyal süresini görmüş. Artist sahneye çıktı mı herşey artık şekil kazanmıştır. O vakaların, sahnelerin hazırlanış anlarını görmüş. Kader kaleminin A4’teki yazılım anlarını, cızırtıları görmüş. Necip Fazıl, “Yol O’nun varlık O’nun gerisi hep angarya, Mülk O’nun nebi O’nun gösteren O gören O” demiş. Sen de yaşadım de, ada sahillerinde dolaş. Tertib-i mahlukatta tecelli ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlar, bu bizim akıl rasathanesinin kapalı olduğu bir alan, oku oku anlarsın. İnsan özel şeyleri çok yakın mukarribine gösterir, bize gösterdiği elma ağacı, armut ağacı.)

2-Saltanat-ı Rububiyetinde teşkil ettiği  devair-i tedbir ve icadda (icad ve tedbir daireleri, yaratılış öncesi sınırsız terbiye faaliyetlerinin, yaratılış tedbirlerinin ve icadın varlık öncesi zamanında oluşturulmasını görmesi, varlıkların yaratılmasının bir tedbir ve akabinde icadı var. Bu tedbir ve icadın görülmesi, bize adres tarif ediyor ama biz şöyle müşahhas şeyler görmek istiyoruz, bunları bazı alimler anlatmışlar.)

3-Ve o dairelerde birer arş-ı rububiyet ve birer merkez-ı tasarrufa medar olan bir sema tabakatında gösterdiği asar-ı Rububiyeti birer birer o abd-i mahsusa göstermekle (devair-i tedbir daireleri, tedbir daireleri, öyle ya şu gördüğümüz alemdeki herşey bir takım tedbirler ile düşünülüp sonra icra ediliyor. Çok şey görmüş bu sadece gördüğünü söylemesi.)

O abdi hem bütün kemalat-ı insaniyeyi cami, hem bütün tecelliyat-ı ilahiyeye mazhar, hem bütün tabakat-ı kainata nazır, Saltanat-ı Rububiyetin dellalı ve marziyat-ı ilahiyenin mübelliği, ve tılsım-ı kainatın keşşafı yapmak için… (Bu ifadede yapmak için dediğine göre cami, mazhar, nazır, dellal, mübelliğ, keşşaf olmuşta sonra mı yapmak için fiilini kullanıyor Bediüzzaman. Yani miraca çıkmadan bunlar yoktu da yapmak için mi çağırdı?)

Burak’a bindirip
4-Berk gibi semavatı seyrettirip
5-Kat-ı meratib ettirerek
6-Kamervari menzilden menzile 
7-Daireden daireye ve Rububiyet-i ilahiyeyi temaşa ettirip
8-O dairelerin semavatında makamları bulunan
9-Ve ihvanı olan enbiyayı birer birer göstererek… (Herşeyi gösterdikten sonra Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış ve akabinde ehadiyet ve kelamına ve rüyetine mazhar etmiştir.)

10-Ta kab-i kavseyn makamına çıkarmış.

11-Ehadiyet ile kelamına ve rüyetine mazhar kılmıştır. (Burak’a bindirmek, semavatı seyrettirmek, mertebeleri katettirmek, temaşa ettirmek, göstermek, kavbı kavseyne çıkarmak, ehadiyet ve kelamına ve rüyetine mazhar etmek…)

Miracın safahatı çok zengin, yıllar aldığı söyleniyor. Elbette bu kadar çok daireyle alakadar olan bir seyahat çok uzun olacaktır. Semavatın rububiyet, uluhiyet, kabı kavseyn, yüzyüze mülakat semtlerinin zaman birimi bizim bize mahkum zaman birimimizle alakalı değil, dönmüş hala yatağı sıcak. Bizim kölemiz zaman nerede, idrakimizin anlayamayacağı zaman nerede?

Bediüzzaman anlatırken bir merdiven çıkmakta olan bir insanı anlatır gibi bahsi şekillendirir. Yukarıda tam dokuz fiil var göstermek fiilinin etrafında biçimlenen. Kuluna göstermek istediği, onun da görmesi lazım gelen o kadar çok şey var ki, rububiyetin sonsuz daireleri içinde, tedbir ve icadın nasıl olduğunu seyretmek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.