Marksist bir öğretmenin Said Nursi ve Marks itirafı

Marksist bir öğretmenin Said Nursi ve Marks itirafı

Mehmet Kırkıncı Hocanın dilinden inançsız öğretmenle sohbet

Merhum Mehmet Kırkıncı hoca, bir marksistle konuşmasını anlatıyor:

Bir Marksist ile Sohbet

Sene 1979 idi. Öğretmen Enver Sönmez Bey yanıma gelerek:

“Hocam, benim Murat isminde bir arkadaşım var. Sizinle görüşmeyi, tanışmayı çok arzu ediyor. Fakat kendisi Marksist ideolojinin etkisi altında ve daima onunla meşgul oluyor. Bunu söylemekten maksadım ona göre kendisiyle muhatap olmanızdır.” dedi.

Bir gün ikindi namazından sonra, Enver Bey bahsettiği arkadaşı ile birlikte yanıma geldiler. Enver Bey:

“Hocam bu arkadaşımız çoktan beri sizinle görüşmek istiyordu. Kendisi çok kitap okuyan ve bu kitaplar üzerinde düşünen bir fikir adamıdır. Sizi ziyaret etmekten maksadımız tanışmak ve duanızı almaktır.” şeklinde arkadaşını takdim etti.

Ben de: “Sizin gibi hasbî ve samimî insanlardan da beklenen budur. Elbette insanların fıtratında düşünme ve inanma hissi olduğu gibi, merak ve araştırma hissi de vardır. İnsan bu duygularını tatmin etmek ister. Zaten yüce dinimize göre, “Bir mü’minin diğer bir mü’min kardeşini Allah rızası için ziyaret ettiğinde, attığı her bir adım için bir günahı silinir. Diğer adımında ise kendisine bir sevap yazılır. Melekler de onlara hoşamedi ile karşılarlar.”

"Melekler, Cenab-ı Allah’ın nurdan yarattığı mahluklardır. Görünmemeleri olmamalarına delalet etmez. Tabiatperestlerin dediği gibi, mevcudat sadece el ile tutulan ve göz ile görünenlere münhasır değildir. Birçok mevcud göz ile görülmez, fakat eserlerinden var oldukları anlaşılır. Mesela, fabrikaları çalıştıran, karanlıkları aydınlatan ve sayısız işleri yapan elektrik gibi. Veya şu andaki medeniyet harikalarına vesile olan insanın aklı ve ruhu gibi. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi, "

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise manevîyatta kördür.”(1)

"İslâm dini bütünüyle şefkat ve merhametin kaynağıdır. Bütün insanları kucaklayan ve iki dünyanın saâdet ve selametini temin edecek prensipleri ihtiva eden bir uhuvvet ve muhabbet dinidir. Bir adalet ve müsavat dinidir."

"Ferdî ve içtimaî hayata atf-ı nazar eden insan, her şeyin en güzel örneklerinin İslâmiyet’te olduğunu görür. Kardeşlik ve muhabbetin de en güzel örneklerini sahabelerde görebiliriz. Mesela, muhacirler Medine-i Münevvere’ye geldiklerinde Peygamber Efendimiz (asm.), ensar ile onları kardeş ilân etti. Ensar, on devesi varsa beşini veya elli koyunu varsa yirmi beşini muhacir olan kardeşine verdi."

"Bu durum gösteriyor ki, İslâmiyet sadece kalpteki bir muhabbetten ibaret değildir, müminlerin birbirine maddeten de yardım etmesini emreder. Çünkü menfaat üzerine kurulan dostlukların devam etmediği bir gerçektir. Müminleri birbirine bağlayan yüzlerce, hatta binlerce maddî ve manevî bağlar vardır. Mesela, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi, “Hâlık’ımız bir, Malik’imiz bir, Mabud’umuz bir, Râzık’ımız bir... bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir ... bir bir yüze kadar bir bir...”(2) dedim.

Murat Bey, “Bediüzzaman’ın yazdığı eserlerde hangi mevzular işleniyor?” diye sordu.

Ben de: “Risale-i Nur engin ve zengin hakikatler hazinesidir. Küfr-ü mutlakı kökünden kesen bürhan ve hüccetlerle doludur. Allah’ın varlığını ve birliğini, ahiretin varlığını kısacası bütün iman hakikatlerini güneş gibi ortaya koyar. Böylece insanları hem imansızlık ateşinden, hem de onun neticesi olan anarşi ve terörden muhafaza eder. Malumdur ki, dünyada en büyük tehlikelerin ve zulümlerin ana kaynağı imansızlıktır. Dünyanın her tarafında insanı rahatsız eden terör ve anarşi, hep imansızlığın neticesidir. İmanını kaybeden bir fert aklını da vicdanını da ve hatta insaniyetini de kaybederek canavar bir hayvana inkılap eder."

"Zehirli bir gaz veya bulaşıcı bir hastalık gibi bütün beşeriyeti istila ve tahrip eden bu inkâr ve ilhad fırtınasını gören hamiyetperver bir insan, elbette bu hale kayıtsız kalamaz ve feveran eder."

"İşte Bediüzzaman Hazretleri de bu küfrü mutlaka karşı şöyle feveran etti, gök gürültüsünü andıran bir seda ile:"

“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum...”(3) 

“Sonra, ben cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun.”(4) dedi.

"Murat Bey! Acaba bu hamiyetperverlikten, bu alicenaplıktan daha büyük fedakarlık düşünülebilir mi?” diye anlattım.

Daha sonra Murat Bey, maddenin ezelî olup olmadığını sordu. Şöyle cevap verdim:

"Ezeliyet, Cenab-ı Allah’ın zatına mahsustur ve Onda tebeddül ve tagayyür yoktur. Madde ise tebeddül ve tagayyüre maruzdur, hadistir. Tebeddül ve tagayyüre maruz olan, ezeli olamaz. Madde ya harekettedir ya sükundadır: Ya katıdır, ya sıvıdır; ya kısadır ya uzundur. Bu sıfatların biri gitse, diğeri yerine gelir. Bunların değiştiğini gözümüzle görüyoruz. Değişen her şey hadistir, yani sonradan yaratılmış ihdas edilmiştir. Üstad'ın ifadesiyle, “Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.”(5)

"O halde ezeli olan madde değil, o maddeyi yaratan Allah’tır."

Daha sonra elime bir kitap aldım ve Enver Bey’i muhatap alarak

“Bu kitabı görüyor musunuz?” dedim.

“Evet.” dedi.

“Kitabın neyini görüyorsunuz?” diye sordum.

“Rengini, şeklini, hacmini” gibi şeyler söyledi.

“Renginden ve şeklinden başka bir şey görüyor musunuz?” diye tekrar sordum.

“Hayır” dedi.

“Peki bu kitap bir ilmin neticesi değil midir?” dedim.

“Evet” dedi.

Konuşmama şöyle devam ettim:

“İlim bir sıfattır, bir mevsuf ister. Demek ki, bu kitap bir âlimin eseridir. Bu eser, ilim yanında bir iradenin, bir kudretin, bir işitmenin, bir görmenin, bir hayatın da neticesi değil midir? Demek ki, bunu yazan zat hem âlimdir, hem kadirdir, hem hakimdir, hem basirdir..."

Peki Enver Bey şimdi kitabı bırakalım, kitap yerine sizi ele alalım. Sen nihayetsiz bir ilimden, nihayetsiz bir kudretten, nihayetsiz bir iradenin neticesi değil misin?

Her eserin bir müessiri ve her san’atın bir san’atkarı olduğuna göre, elbette içinde yaşadığımız bu kâinatın da mutlaka bir yaratıcısı vardır.

Daha sonra kendisine dönerek, “Bütün bu anlattıklarımız bir kenara bırakalım. Yeryüzünde iki grup insanın varlığını görürüz.” dedim.

"Bunların birincisi, Allah’a iman eden, onun emir ve yasakları dairesinde yaşayan, peygamberlere ve ahirete inanan, kul hakkına riayet eden, doğruluğu, hakkı, hukuku, sevgiyi, samimiyeti kendine şiar edinenlerdir."

"İkinci grup ise, bütün bu özelliklerin tamamen dışında hak, hukuk tanımayan, isyan eden, inanmayan sevgi saygıdan nasibi olmayan betbaht zalimler."

"Birinci grubun öldükten sonra herhangi bir sorgu sual, cennet cehennem gibi bir dar-ı mükafat ve mücazatla karşılaşmadığını farz edelim. Acaba bu kimseler “Eyvah! Biz ne yaptık? Dünyamızı zehir ettik. Keşke bizvde bir iki adam öldürseydik.” diye âh u vâh ederler miydi?” diye sordum.

“Hayır.” dedi.

“Peki, ya cennet ve cehennem karşılarına çıkınca kim kârlı kim zararlı çıkar? Kim elini dizine vuracak?” diye sorunca, “Elbette ikinci grup haline âh u vâh edecek.” diye cevap verdi.

Murat Bey ile sohbetimiz akşam namazına kadar sürdü. Sonunda Murat Bey’in yüzünde memnuniyetin izleri açıkça belirmişti.

Bu sohbetten sonra Murat Bey namaza başladı ve “Hocam Risale-i Nur’dan hangi kitabı önce okumamı tavsiye edersiniz" dedi. Ben de Küçük Sözleri tavsiye ettim. Sonradan diğer kitapları da okumaya başladı.

Marks’ın kendisi gelse ilzam olmamasına imkân yoktu

Daha sonraları Enver Bey’in anlattığına göre; Murat Bey okul müdürüne bizi ziyaret ettiğini anlatınca Müdür, “Senin oralarda ne işin var. Yoksa orayı da mı karıştırmaya gittin?..” diye çıkışmış. Murat Bey ise şöyle karşılık vermiş,

“Orada Bediüzzaman Hazretlerinden naklen öyle fikirler dinledim ki, değil ben, Marks’ın kendisi gelse ilzam olmamasına imkân yoktu.”

Dipnotlar: 
(1) bk. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri-55, s. 473.
(2) bk. age., Yirmi İkinci Mektup, s. 264.
(3) bk. Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s. 629.
(4) bk. age., s. 630.
(5) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, s. 684.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum