Marifetullah Yolunda Akıl ve Kalbin İmtizacıyla Gayat’ül Gayata…

İnsanın yaratılış gayesi Allah’a(cc) iman edip O’na ibadet etmektedir.

Gayeni gayesi has bir ifade ile “Gayat’ül Gayat” tır. Hak’ka vasıl olmak yani “O” denilince sadece “Bir” olan “O” akla gelir yani Allah(cc)tır.

Genelleme ifadelerden iman, ibadet, tekâmül ve nihai hedef yolculuğu bir süreç mantığı içinde izah etmek meselenin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

İnsan-ı kâmile erişmek bir süreçtir. Nihai hedef “Gayat’ül gayat” tır.

Risale-i Nur’un hedefi ve maksadı temelde imanı olmayanı imanını kurtarmak, imanı olanın imanını kuvvetlendirmek, imanı kuvvetli olanın da İlmelyakîn, Aynelyâkinden Hakkalyakîn mertebesine oradan “Müşehadetullah” mertebesine eriştirmek…

Bediüzzaman Said Nursi bu süreçte Cenab-ı Hak’ka vasıl olan tarikler çoktur diye izah etmiş. Risale-i Nur yolunun kısa yolunun “Acz, Fakr, Şefkat ve Tefekkür yoludur diyor.

Pratiği de Günahlardan kaçınmak, sünnet-i seniyyeye ittiba, farzları işlemek, bilhassa namazları tadil-i erkân ile kılmak, arkasındaki tesbihatı yapmaktır diye hülasa edilmektedir.(Mektubat, 29. Mektup, 9. Kısım)

Risale-i Nurların öğretisinde tesirin yüksek olmasının hikmetlerinden birinin “Akıl ve Kalbin İmtizacı” na dikkat çekilmektedir.

Akıl ve Kalbin işleyişini pozitif ilimler disiplinleri içinde yeni keşiflere ve elde edilen neticelere bir göz atalım.

Kalbin ve aklın tariflerinde sonra beyin fonksiyonlarından akıl ve kalbin işleyişleri arasında münasebetleri anlamaya çalışalım.

Bilindiği gibi beyin kafatasını üstten açıldığında ceviz içine benzeyen iki yarım küre görünümünde. İnsanın birçok organı gibi simetrik bir görünüm var.

Yakın zamana kadar bütün çift organların her iki yarım kürenin aynı işi gördüğünü biliyorduk.

1981 yılında Nobel Tıp Ödülü alan Prof. Dr. Roger Spery felçli bir hastanın felcinin zaman içinde ilerlerken diğer tarafına da geçtiğini görünce beyni ameliyatla ikiye ayırıyor. Hasta yaşamaya devam ediyor ama bu vesile ile enteresan keşiflere vesile oluyor. Hastanın ameliyat sonrası tepkilerinden beynin sağ ve sol yarım kürenin işlevlerinde farklılıklar olduğunu keşfediyor. Bu olay beyin ve öğrenme teknikleri konusunda devrim niteliğinde gelişmelere vesile oluyor.

İki beyin işleyişi, çoklu zekâ kuramları, dört temel zekâ yaklaşımı gibi birçok metot ve yaklaşımlar tıp, psikiyatr, psikoloji, eğitim bilimleri alanında yeni yaklaşımların uygulamalara geçişini temin ediyor.

Sağ ve Sol beyin fonksiyonları

Sağ beyin; Hayal, resim, tasarım, ritim, bütünlük, duygu, müzik, gibi işlevler

Sol beyin; Matematik, mantık, fen, detaylar, sıralama, dil, kelime gibi işlevleri

Fen bilimleri ile sosyal bilimler beynin farklı işleyişlerinin sonuçlarıdır.

Beynin tam kapasite kullanılabilmesi iki yarım küreyi de devreye sokulmasıyla ortaya çıktığı çok sonraları anlaşıldı.

Kavramlar açısından beyin fonksiyonlarına bakacak olursan sağ beyin soyut kavramlar, sol beyin somut kavramların süreçlerini yönetiyor.

Eğitim ve öğretim tekniklerinde yıllarca doğru biline yanlışlarla beyinler felç edildiği görüldü.

Öğrencinin “Matematik, fizik, kimya dersleri iyi olsun da diğerleri önemli değil” yaklaşımı beyinleri felç etmektir.

Sol beynin işletilmesi, eğitim süreçlerinde istenilen başarıya fren etkisi yapmaktadır. Öğrencilerin okuma şevkinin düşük olması da sol beyin işletilip sağ beynin pasif kalmasındandır. Halbuki beynin sınırsız potansiyelinden âzami derecede istifade edebilmenin yolu beynin iki yarımküresinin birlikte kullanılmasıyla mümkündür. Yani akıl ve kalbin imtizacını öğrenme süreçlerinde temin edilmesiyle hem muhakeme hem hafıza gücü yükseltilmiş olmaktadır. Zira kalıcı hafıza için bilgiye duygu yüklenmesidir.

Yoğun duygusal iklimde elde edilen bilgiler asla unutulmaz. Merak tahriki bilgiye duygu yüklemenin bir yoludur. “Merak ilmin hocasıdır” sözünü hatırlayanız.

Son yıllarda yeni farkına varılan çoklu zekâ veya dört temel zekâ yaklaşımı aslında Risale-i Nur’un Marifetullah dersiyle örtüştüğü anlaşılır.

R.Stephan Covey dört temel zekâ ve işlevlerini izah ederken şöyle bir tasnif yapıyor.

  1. Ruhsal Zekâ
  2. Zihinsel Zekâ
  3. Fizikî Zekâ
  4. Duygusal Zekâ ………..olmak üzere dörde ayrılıyor.

Her bir zekânın geliştirilmesi yani kendine has beslenmesi gerekir.

  • Ruhsal zekâ Allah’a(cc) imanı(İman-ı billah)ı
  • Zihinsel zekâ,. Zihni aktivite, matematik, mantık işleriyle iştigal etmek. Düşünme…Tefekkür…(Marifetullah)’ı
  • Fiziki zekâ için hareket, faaliyet, ibadet, hizmet….(İbadetullah)ı
  • Duygusal zekâ için şefkat ve merhametin pratiği, yardım, vermek, feragat hasletlerini geliştirerek…..(Muhabbetullah)’a erişmek. İnsaniyetin inkişaf ettirilmesi süreçleridir.

Bediüzzaman ise insanın nihai kemâlini Vicdan hasleti üzerinden tarif ediyor.

Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan "İrade, Zihin, His, Lâtife-i Rabbaniye" her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var:

  • İradenin ibadetullahtır.
  • Zihnin, mârifetullahtır.
  • Hissin, muhabbetullahtır.
  • Lâtifenin, müşahedetullahtır.

Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.

Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gàyâta sevk eder.” (Hutbe-i Şamiye, Üçüncü Zeyl)

Şeriat, kaide, uygulama, pratik demektir. İnancın, düşünceye, düşüncenin davranışa dönüşmesi demektir. Başka bir deyimle, fikriyatın fiiliyata tahvilidir.

Marifetullah, Allah’ı bilmek, tanımaktır. Derecesi mertebesi sonsuzdur.  Allah (cc)a iman ile başlayan O’nun isim ve sıfatlarıyla tanımakla devam edip ibadetle mertebe kazanmaktır.

Marifet, Hâlıkımızı tanımaktır.  Ve bize tarif eden üç külli muarif;

  1. Kitab-ı Kâinat
  2. Peygamberler/Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)dır
  3. Kur’an-ı Kerim

Bilim, kâinat kitabının makro ve mikro seviyede olanı biteni işleyişinin tespitidir. Ne olup bittiğini insanın sınırlı kapasitesiyle algıladığını ifade etmektir.

Tabiat bataklığına saplanmış aklı gözünde materyalist batı felsefesi kâinat kitabını okuyup yazanı görmezden gelmektedir. (Mânây-ı ismiyle bakış)

Atomdan Yıldızlara Galaksilere kâinat kitabını okuyup yaratıcının esma tecellileriyle görmek (Mânây-ı harfiyle bakış)

Kâinat kitabını yazan yaratıcısını bir Yaver-i Ekremini (Hz. Muhammed asm) ile bize hem kendini hem de eşyayı tanıtmaktadır.

İşte bize fark edemediğimizi fark ettiren peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) dır.

Farkındalık şuuru denilince dört unsurun farkına varmak demektir.

Peygamberimiz (asm) Allah’ı(cc) isim ve sıfatlarını en iyi tarif ettiği gibi Marifetullah sırrı olan esmaya en üst seviyede mazhardır.

Zaten marifetin mertebesi esmaya mazhariyetin derecesidir. Bu süreç Risale-i Nur’un 20. Mektupta şöyle özetlenmiştir.

“Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.

Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.

Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.

Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur. (Mektubat, 20. Mektup)

Bu pasajdan çoklu zekâ veya dört temel zekânın asli vazifesinin ne olduğunu da çıkarabiliriz…

  1. İman-ı billah (Ruhsal zekânın vazifesi)
  2. Marifetullah (Zihinsel zekânın vazifesi)
  3. İbadetullah (Beden, fiziki zekânın vazifesi)
  4. Muhabbetullah (Duygusal zekânın vazifesi)
  5. Lâtife-i Rabbaniye (Müşahedetullah, Lezzet-i Ruhaniye…) Nihai hedef….

İnsan-ı Kâmil sırrına giden yolda marifette mertebe kazanmak için yaratılışta insan verilen insaniyet potansiyelini doğru kullanılmasıdır.

Bu dünyaya gönderilmemiz ve imtihana tabi tutulmasının hikmeti de istidat ve kabiliyetlerin inkişaf ettirmektir.

Çekirdeğin içindeki potansiyel toprağın altında zahmetli bir süreç olan su, ısı, ışık, hava gibi dört temel unsurlarla birlikte bazı işlemlerden geçtikten sonra açığa çıkıp ağaç, çiçek, meyve ve nihayetinde tekrar çekirdek neticesini veriyor.

İnsan kâinatın misâl-i müsağğarı hem çekirdeği hem meyvesidir. En mükemmel meyvesi ise ve çekirdeğin programı Hz. Muhammed (asm) ver “Nur-u Muhammedi(asm)” dir.

İstidat ve kabiliyetlerin geliştirilmesi Esma tecellilerini anlamak idrak etmek ve gereken vazifeleri yaparak mazhariyete erişmek marifette mertebe kazanmaktır.

Tekâmül süreci veya insan-ı kâmil hedefiyle marifette mertebe kazanmaktır.

Bütün duyu, duygu ve lâtifelerin devreye sokulması işletilmesi tecrübe ve imtihan sırrına dayanmaktadır.

Sözler Risalesinin 29. Sözünde “Remizli Bir Nükte” başlığındaki şu paragraf meselemizi gayet açık izah ediyor.

“Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizâsı ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidadların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezâhürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezâhürü ise hakàik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakàik-ı nisbiyenin zuhuru ise Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye sûretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âlî hikmetler için, âlemi bu sûrette irâde ettiğinden, şu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irâde etti. Tahavvül ve tegayyür için zıdları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlere mezc ederek, şerleri hayırlara idhâl ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem’ ederek hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tegayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.”(Sözler, 29. Söz2den)

Akıl ve kalbin imtizacı nasıl bir neticeye ulaştırıyor?

Bu iman-ı tahkikinin vusulüne vesile olan

Bir yolu :velayet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

İkinci yol :

İman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhanî ve Kur’ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.

Bu ikinci yol Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü’n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler”(Kastamonu Lahikası)

Lâtifelerin inkişafı

Tasavvuf terminolojisinde yer alan Letâif-i aşere insan fıtratında yer alan bir nevi istidat ve kabiliyetlerin işlenmemiş madenleridir.

Her madenden istifade için bir takım muamelelerden geçmesi gerekir.

İnsandaki lâifelerin inkişaf ettirilmesi ile Cenab-ı Hak’kı isim ve sıfatlarıyla tanıma seviyesini yükseltmek demektir. Yani marifette mertebe kazanmaktır.

Marifette mertebe imanla başlayıp düşünceden davranışa, davranışın belirli bir tertip ve tekrarla meleke kazanmaya gayret edip “gayat’ül gayata” ulaşmak demektir.

İnsandaki istidat, kabiliyet ve lâtifeler sadece bu dünya için değil ebedi hayatta, cennette de işe yarayacaktır. Bu dünyada kabiliyetlerini geliştirmeyenlerin cennette alacağı lezzet de düşük derecede olacaktır. Her kabiliyet esma tecellilerini okumak, anlamak mazhar olmak demektir.

Ne kadar çok lâtife inkişaf ederse iman o kadar kuvvetlenmesine vesiledir.

Risale-i Nur talebelerinin iman kabre girme müjdesinin altındaki sır imanın sadece akıl seviyesinde kalmayıp umum duyu, duygu ve lâtifelere nüfuz etmesi sayesindedir. Sekeratta şeytan son dakika golü ile kandırmak istemesinde aklı çelme yolundan aldatmak ister.

Akıl, kalp, ruh, sır, vicdan, his, heva, saika, şahika vb… gibi lâtifeler doğru beslenmiş, iman dersinden hisselerini almışsa şeytanın eli oralara yetişemeyeceğinden nur talebelerinin imanı mahfuz kalacağı müjdesini öğreniyoruz.

Kişisel Gelişim Meselesine Marifet penceresinden bakmak

Kişisel gelişim sadece yetenek ve kişisel donanım yönüyle ele alıp enaniyeti kalınlaştırdığı iddiasını haklı çıkaran imanlı niyetten bağımsız ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Kabiliyetlerin geliştirilmesi araçtır. Araçlar amaca göre anlam kazanır.

İman temeline oturmayan, vicdanın unsurlarından uzak kazanılan kabiliyet insanı canavarlaştırır, firavunlaştırır enaniyeti kuvvetlendirir.

İmanlı kabiliyet ise fazilettir, meziyettir, hüsün haslettir, kemâlattır, insaniyettir.

Toptancı yaklaşımla kişisel gelişime karşı olmak, tembelliği ve miskinliği fazilet ve meziyet olarak kabul etmek demektir.

Halbuki Hz. Peygamberimiz(asm) ın yüzmek, ata binmek, ok atmak vb…. gibi sporları teşvik ettiği bilinmektedir.

Hakîm ve Rahim isimleri akıl ve kalbin imtizacıdır.

Risale-i Nur Rahim ve Hâkim isminin mazharıdır. Risale-i Nur’un müellifi binler esma tecellisini en kuvvetli delillerle izah ve ispat etmekle birlikte Hakim ve Rahim isminin tecellilerinin izahıdır.

Rahim ismi kalbin, Hakîm ismi ise aklın işletilmesidir.

Marifette mertebe kazanmak için akıl ve kalbin imtizacı beyinde cereyan eden zihin ve his merkezlerinin imanlı faziletle işletilmesidir. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum