Mai Nguyen: Risale-i Nur hikâyelerindeki 'o kişi' bendim

Mai Nguyen: Risale-i Nur hikâyelerindeki 'o kişi' bendim

Risale-i Nur okuduktan sonra İslam'ı seçen Mai Nguyen, hikayesini anlattı

Avustralya… Her dilden, her dinden ve her milletten insanın bulunduğu bir kültür mozayiği. Bu coğrafyada, farklı milletlerden, dinlerden, insanların Müslüman oluşlarına şahit olmak ayrı bir güzellik. Gün geçmiyor ki, yeni Müslüman olmuş veya İslâm hakkında sorular soran, araştırma yapan insanlarla karşılaşmayalım. En inanılmazı da yıllarca komünizm sultası altında yaşayan ve ‘din afyondur’ zehiriyle zehirlenen insanların İslâmı seçmesi. Vietnam’dan, Çin’den bahsediyorum. Vietnamlı, Çinli Müslüman arkadaşlarımı Türk arkadaşlarımla tanıştırdığımda hayretler içerisinde “Bu ülkelerden de Müslüman olan çıkar mıydı?” diyorlar. 

“Acaba bu insanları bir din aramaya sevk eden şey nedir?” sorusunun cevabı ise en beliğ ve veciz şekilde, Bediüzzaman’ın şu sözlerindedir: “Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira, uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani din-i hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlâl vardır.”

İslâma yeni giren insanlarda dikkatimizi çeken bir başka nokta da; Budizmi ve Hıristiyanlığı araştırdıktan sonra İslâmı araştırmaya başlamaları. Bunda, Müslümanları terörist gibi gösterme çabası içindeki dünya medyasının payı büyük. Ama, kaderin garip bir tecellisi olmalı ki, evvelâ bâtıl olanların hakikatsizliklerini görünce, İslâmın yıldız gibi hakikatlerine dört elle sarılıyorlar. ‘Zira yemin-i yumn-u imandır/Verir emn-u eman ile enama…’

Avustralya Nur Vakfı olarak, sonradan Müslüman olmuş kardeşlerimizden bazılarının hidayet öykülerini paylaşmak istedik ve bir dizi röportaj yaptık. Bugünkü hikâyemiz Vietnam’dan…

Mai Nguyen. 21 yaşında. Melbourn Üniversitesinde medya ve tarih okuyor. Melbourn’un en büyük radyolarından biri olan SBS de, Vietnam muhabiri olarak çalışıyor.

Nasıl Müslüman olduğunuzu anlatır mısınız?

Aslında uzun bir hikaye. 11. sınıftayken Avustralya’ya geldim. Kızkardeşim de Avustralya’daydı. O zaten Müslüman olmuştu ve Müslüman birisiyle evlenmişti. İslâmla alâkalı ilk şeyi onun vasıtasıyla öğrendim. Bana Müslüman olduğunu söylediğinde şok oldum ve kendi kendime ‘Neden bir dini takip ediyor ki?’ dedim. Çünkü benim memleketimde insanlar bir dinle tanımlamazlar kendilerini, dinsizdirler.

Daha sonra, kızkardeşimin eşi bana Risale-i Nur Külliyatından “Sözler” adlı kitabı verdi. Bu kitabı okumamı ve sorum olursa ona sorabileceğimi söyledi. Böylece okumaya başladım ve Risale-i Nur vasıtasıyla İslâmı öğrenmeye başladım. İlk okumamı hatırlıyorum da gerçekten şaşırtıcıydı. Çünkü kitap bana aciz ve zayıf olduğumu, ihtiyaçlarımın çok olduğunu söylüyordu. Çok hayret etmiştim. İlk defa aciz ve zayıf olduğum söyleniyordu bana. İslâmı merak etmeye ve öğrenmeye başladım. Sözler’i yarısına kadar okuduktan sonra, Sözler’le beraber Kur’ân’ı da okumaya ve Risale-i Nur sohbetlerine katılmaya başladım. Ve 12. sınıfa geldiğimde Müslüman olmaya karar verdim.

Müslüman olmak için tereddüt ettiğiniz veya şüphe duyduğunuz zamanlar oldu mu?

Büyük bir değişim olacağı gerçeğinden korkuyordum. Kendi kültürümdeki insanlardan farklı olacaktım. Ben Vietnamlıyım ve benim ülkemde çok fazla Müslüman yok, ben hiçbir Müslümanla karşılaşmadım, Müslüman olmadan önce. Bu biraz baskı ortaya çıkarıyordu üzerimde. Ben farklı olacaktım, hayat tarzım farklı olacaktı. Sevdiğim bazı şeyleri yiyemeyecektim, günde beş defa namaz kılacaktım. Bunları yapmak zor olacaktı. Beni en çok endişelendiren şey ise, bunu aileme söylemekti. Vietnam’a tekrar gidene kadar ne kadar değiştiğimi farketmemiştim. 2011 senesinde, tatil için Vietnam’a gittiğimde Allah’a iman etmenin beni ne kadar değiştirdiğini anladım. Başka ‘tanrı’lara ibadet eden veya hayatı gayesiz bir şekilde yaşayan insanları gördüğümde bu şekilde yaşamak istemediğimi anladım. Avustralya’ya döndüğümde, İslâmî bir hayat yaşamak istediğimi ve bundan daha fazla kaçamayacağımı gördüm. Buna hazır olsam da olmasam da, ablam ve eniştem ihtiyaç duyduğumda beni teşvik etmek için her zaman yanımdaydılar.

Müslüman olmayı duşündüğünüz süre içerisinde, Risale-i Nur'da sizi en çok etkileyen şey neydi?

Allah’ın birliği, Allah’tan başka ilah olmaması beni en cok etkileyen şeydi. Daha önceleri de benden öte bir gücün varlığına inanıyordum, ama nasıl adlandıracağımdan emin değildim... Meselâ sınavlardan önce daima ‘lütfen bana yardım et’, ‘lütfen sınavımı kolaylaştır’ diyordum. Fark ettim ki kime yaptığımı bilmememe rağmen birşey için duâ ediyordum. Daha sonra, bilimsel gerçeklerle Allah’ın bir olduğunu ve neden bir olması gerektiğini gösteren Risaleleri okuduğumda hayretler içerisinde kaldım.  

Kelime-i Şahadeti ilk getirdiğimde, ‘La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah’ dediğimde, şahadetin ilk kısmı beni çok etkilemişti. Çünkü İslâma girme sebebim buydu. Çünkü İslâm, Allah hakında hiç kimsenin veremeyeceği mükemmel izahları vermişti bana. Fakat dürüst olmak gerekirse, o zaman şahadetin ikinci kısmını, yani Hz. Muhammed’le (asm) ilgili kısmını tam olarak anlayamamıştım. İslâma girdikten sonra, yavaş yavaş Peygamberimiz (asm) hakkında daha çok şey öğrendim. Ama ilk bölüm benim için çok etkileyiciydi ve beni değiştirdi. Ondan önce Allah hakkında hiçbirşey bilmiyordum. Önceden dünyanın tesadüfî olduğunu düşünüyordum. Risale-i Nur’un karşılaştırmalı hikâyelerindeki ‘hodgam adam’ bendim. Gelecek için endişelenirdim, geçmiş için endişelenirdim ve dünyanın tesadüfî, hatta anlamsız olduğunu düşünürdüm. Ve Allah’ı bilmekle aydınlandığımı hissettim, sanki içime bir ışık girmişti.

Hayata bakış açınız nasıl değişti?

Çok değişti. Önceden büyük sorular hakkında neredeyse hiç düşünmezdim. Kitaplar okudum ve hayat hakkında büyük sorular olduğunu biliyordum, ama onları düşünmekten kaçınıyordum. Okul baskısı ve hayatla meşguldüm. Hayat tamamıyla tesadüf ve amaçsızdı benim için. Fazlaca karamsardım. Kitaplar okudum, tarih çalıştım ve insanlar çok fazla acı çekiyor gibi geldi bana. Fakat Müslüman olduğumda bu değişti. İslâm bana bir gâye verdi ve birdenbire bu çok ilginçti - sanki küçük bir sırrı dünyayla paylaşmak istiyordum: ‘Hey! Allah var!’ Risale-i Nurları ilk okuduğumda sürekli arkadaşımla konuşuyor ve ona Allah’ı bulmamdan bahsediyordum. Ona Allah’ın merhametli olduğundan, ahiretten ve bizi niçin yarattığından bahsettim. Birden bire hakiki sahibimi keşfettim. Bu çok güzel bir şeydi. Hayattaki gayemi buldum. En önemlisi de ümit buldum, gelecek için ümit… Uğruna mücadele etmeye değer bir şey var, daha iyi olmaya çalışmak için bir neden var, insanın terakki etme potansiyeli var ve bunun için yaratılmış, biliyorum. Çünkü Allah’a inanmıyorsanız daha iyi olmak için bir nedeniniz de yok. Niye vasatın üstünde olmam gerektiğini de öğrendim. İslâm bana cesaret verdi. Çünkü; İslâm, bana vazgeçmemem gerektiğini söyleyen ilk dindi. Allah benim milyonlarca dolarım olmasına veya modern standartlara göre bir hayatım olmasına bakmaz. O sadece tecellilerini görmemi istiyor. İşte benim nasıl değiştiğim. Herşeye bakarken, gök yüzüne bakarken ve resimler çekerken, her şeyin Allah’la bir bağını kurabileceğimi anladım.

Risale-i Nurda en sevdiğiniz bölüm hangisi?

İman ve mutluluk hakkındaki 23. Söz. Fakat, sanırım en çok etkilendiğim bölüm, ihlâs hakkındaki 22. Lem’â. Ne zaman okusam, kendimi ikiyüzlü hissediyorum. Ne kadar kuvvetli bir hatırlatıcı. Ne zaman okusanız kendinizden utandığınızı hissediyorsunuz ve sanırım benim daima ihtiyacım olan şey bu. O nedenle davranışlarımı düzeltmek istiyorum. Hatırladığım kadarıyla İslâmda üç tip insan var: Mü’minler, kâfirler ve münafıklar. Riyakâr birisi haline gelmekten hep korkmuşumdur ve Müslüman olduktan sonra fark ettim ki, riyakârlığa girmek çok kolay. Her yaptığım şeyde, gerçekten ihlaslı olduğumdan emin olmak için bu hatırlatıcıya ihtiyacım olduğunu hissediyorum.

Risale-i Nur’un bir çok bölümleri sabırdan bahsediyor. 2. Lem’â; sabırlı olmamız gerektiğini, çünkü geleceğin gelmediğini ve geçmiş zamanın zaten geçtiğini ve şimdiki zamana odaklanmamız gerektiğini anlatıyor. Ben oldukça evhamlı bir insanım. Gelecekle ilgili vehimlerin içinde kolaylıkla kayboluyorum. Meselâ; annem ve babam için çok endişeleniyordum ve bu endişe benim hayatımı etkiliyordu. Bu bölümü okuduğumda meselenin o kadar dramatik olmadığını gördüm. Bu Risale sakinleşmeme yardım etti. Doğru olanı yaptığımın farkına vardım. Özellikle şimdi. Çünkü ailem benim için endişeleniyor (Müslüman olduğum için). Dürüst olmak gerekirse, bazan ‘ya İslâmdan vazgeçersem’ diye düşünüyorum ve bu Risaleyi okuyunca endişelenmeyi bırakıyorum, çünkü bu istikballe ilgili. Ben ilk önce bügünkü günün meselelerine odaklanmalıyım ve sabırlı olmalıyım. Şu anda benimle en çok alâkalı Risale bu.

Müslüman olmayı düşünen insanlara ne tavsiye edersiniz?

11. sınıf boyunca, İslâmı öğrenirken bir çok işaret vardı, bana Müslüman olmamı söyleyen. Meselâ; bir keresinde bir sebeple Federasyon Meydanındaydım. Ekranda, Müslüman olan birisiyle ilgili bir belgesel gösteriliyordu. Herşeyin bir nedeni olduğunu bildiğim ve buna inandığım için böyle şeyler dikkatimi çekerdi. Bizzat kendi gözlemlerim vasıtasıyla diyebilirim ki Allah, Müslüman olmam için bana pek çok kapılar açtı ve fırsatlar sundu. Biri sana bir elmas verse neden almayasın, niçin tereddüt edesin diye düşünürdüm her zaman. Kişisel kanaatim şu ki; Allah size fırsatlar verirse hemen alın onları çünkü onları geri alabilir. İslâmı öğrendiğimde hissettiğim buydu ve fark ettim ki sadece Müslüman olma kararını almak kalmıştı geriye. Aynı zamanda, Allah’la oyun oynayamacağımın ve Müslüman değilmişim gibi davranamayacağımın da farkındaydım. Allah’a iman edip de Müslüman olduğumu ilân etmekten çekinemezdim. Bu zihniyetin Allah’la oyun oynamak olduğunun farkındaydım ve şunu hayal ettim: O anda ölsem ve Allah bana sorsa ‘kimsin? ‘kime ibadet ediyorsun?’ Ve Müslümanım demeye hakkım olmadığını fark ettim. Çünkü bunu gerçekleştirmek ve yüksek sesle söylemek için ilk adımı atmaya bile cesaret edemiyordum. İnandığı gibi konuşmayan ve hareket etmeyen birisi de olmak istemiyordum. Çünkü Allah, Kur’ân’da; “Bana inandığını söyleyenler, onları sınamayacağımızı mı zannediyorlar?” diyor. Bu beni çok etkiliyordu. Allah’la karşılaştığımda iftiharla; “Evet, Sana inanıyorum ve Seni seçtim. Biliyorum, doğru yol bu. Bana Sen gösterdin ve ben de gittim” demek istiyorum. 

RÖPORTAJ: Nisa OKUR - Nilüfer OKUR
Yeni Asya

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum