Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

'Kutudaki Dindarlık'

Geçen Ramazan'ın son haftasına girdiğimizde, Rize'de çok değerli dostumuz ve hizmet insanı Numan Toprak, "Muhabbet Platformu" olarak hususen nur cemaatlerine hitap eden bir iftar yemeği verdi. Çok geniş bir katılımın olduğu, Çayeli Belediye Başkanı ve İstanbul'dan muhabbet insanı Said Özadalı'nın da katıldığı iftarda, eskimez dostlarla buluşma ve sohbet imkânımız da oldu. İtikâfından çıkarak, organizeye emek veren Ömer Kayıkçı Hocamızın "İtikâftan nasıl çıktınız?" sualine, bir muhtaca yardım için itikâftan çıkarak ihtiyacı gideren sahabeyi örnek vermesi, beni duygulandırdı. Zira şimdi de insanların iman hakikatlerine; birlik, dirlik, muhabbet ve uhuvvet mânâsına ihtiyaçları vardı. Bu ihtiyaç daha elzem ve zaruretti.

Programda, "Şekercihan Derneğinin" derleyip hazırladığı "Risale-i Nur Külliyatından Uhuvvet Düsturları" kitapçığı da dağıtıldı. Bizden de bir konuşma yapmamız istediğinde, kitabı elime alarak, kitabın hem son sayfasında hem de arka kapağında yer verilen "Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır." cümlesinin üzerinde durduk. Şimdi kapı açılsa, içeriye Hazret-i Bediüzzaman girse, bize ne der, ne tavsiye eder, merak ettiniz mi, diye sorduk. Sizce üstad böyle bir kalabalık talebelerine ne der, ne tavsiye eder? Kapısının önüne "Nurları okumak, benimle görüşmekten on kat daha menfaatlidir."levhası asan üstad, "evvel ahir" diyerek, ilk olarak da diyeceğini demiş. Son olarak da yine aynı hakikati, belki elbisesini değiştirerek der. Yine aynı programda ifade edildi. Üstad, Said Özdemir âbiye "Siz İttihat ve tesanüdünüzü muhafaza edin, hizmeti düşünmeyin." mealinde ifadelerde bulunmuş. Üstadın, farz vazife olarak gördüğü ittihad-ı İslam'ın temeli olan İttihat ve ittifaka, tesanüt ve vifaka daha çok ihtiyacın olduğu bugünlerde, bu mânaya daha çok ihtiyacımızın olduğu açık. Bu vesileyle, bu mükemmel organizeyi yapan ve katılanlara teşekkür ediyorum.

Sözü, "Üstad gelse, ne derdi?"den Mesnevi-i Nuriye Katre'deki Mukaddemeye getirmek istiyorum. Eskiden beri bu kısmı okuduğumda, sarsılır ve kendime çekidüzen vermeye çalışırım. Üstad, kırk yaşındayken, otuz senelik tahsilini, öğrendiklerini dört kelime ve dört kelâm ile özetliyor. Ne kadar kıymetli değil mi? Otuz senelik tahsili, iki sayfalık  özet ile öğrenmek bulunmaz bir nimet. Mezkûr kısmı bu gözle bir daha mütalâa etmenizi ısrarla tavsiye ederim. 

Geçen bir yazımızda tanıtmaya çalıştığımız "Açıkdeniz" dergisinin nisan sayısında, değerli insan Colin P. Turner ile yapılan röportajdan bazı kısımlar aktarmıştık. Röportajda çok önemli gördüğümüz fakat yazıya sığmadığı için atladığımız bir kısım daha var ki işte üstadın bu dört kelimeden olan "niyeti" harika bir şekilde açıklıyor.Colın P. Turner dostumuza, özellikle seküler yaşamlar için kullandığı "Kutudaki Dindarlık" tâbirini açmasını, daha fazla açıklamasını soruyorlar. O da özellikle 'niyet' meselesinin 'âdeti ibadete çeviren' cihetini nazara vererek, bir Müslümanın "kısmen dinî, kısmen dünyevî bir hayatının" olamayacağını açıklamaya çalışıyor.Bir Müslümanın 'niyet' düğmesine basarak, bütün hayatını âhirete mal edebileceğinin güzel örneklerini veriyor. 

"Modernitenin inancımızı da kendi sekülerlik odağı doğrultusunda sekülerleştirdiğinin" ifade edildiği yazının devamı ise şöyle: "Dolayısıyla modernitenin gözünde din, sahip olduğumuz bir şeydir. O bir sahiplenmedir, kültürel bir mülkiyettir. Tıpkı diğer kültürel mülkler gibi, kültürel bagajın başka herhangi bir üyesi gibi. Bir işim var, bir ev hayatım var, hobilerim, eğlencelerim var. Favori bir futbol takımım var, politik bir bağlantım var. Ayrıca bir de dinim var. Dolayısıyla din, kültürel eşyalarımızın ve donanımlarımızın saklandığı birçok kutudan biridir.

Örneğin her cumartesi günü, üzerinde 'futbol' yazan kutuyu açarım ve takımımın renklerini taşıyan şapkamı ve atkımı takıp kabilemin diğer üyeleri ile birlikte slogan attığı maça gider, takımımızın erdemini öven şarkılar söylerim. Ve diğer tüm kutular için de aynısını yaparım. Ne zaman ve nerede gerekiyorsa onları açarım. "Din" yazan kutu günde beş defa, cuma namazı için camiye gittiğimde ve ayrıca yılın belirli zamanlarında açılır. Örneğin oruç tuttuğumda, zekat verdiğimde veya Mekke'ye hacca gittiğimde.

Kutu benzetmesi, oldukça basittir. Sekülerlik ve sekülerizmin, yani din ve inancın sivil işlerden veya kamu eğitiminden dışlanması gerektiği anlayışını günlük yaşamımıza basitçe yerleştirir. Sivil işler ve halk eğitimi 'tarafsız' olmalıdır. Bu da elbette büyük toplumsal faydası olan dinin bir kutuda tutulması gerektiği anlamına gelir. Başka ne anlama gelebilir ki? Sosyo-politik yaşantımız İslam'dan bağımsız olacaksa ve kamu eğitim sistemimiz tarafsız olacaksa, dinin ve temsil ettiği her şeyin kutuya konması, ayrılması gerektiği açıktır.

Ve ne yazık ki biz de bu anlayışı kabul ediyoruz. Sanki bulaşık yıkamak ya da süper markete gitmek bir şekilde tarafsız, seküler veya dünyevî eylemlermiş gibi, Müslümanların her zaman 'dinî hayat' ve 'dünya hayatı' arasında bu yanlış ikiliği yaptığını duyuyorum. Dünyevî teriminin çağrışımdan anlıyorum ve bunun anlamsız olmadığını düşünüyorum. Ancak birçok Müslüman, kısmen dinî ve kısmen dünyevî bir hayat sürmenin tamamen normal olduğunu düşünüyor. En azından benim düşünceme göre, dünyevî bir eylem bu şekilde yapılıyorsa, namaz ve oruç dahil olmak üzere, Allah adına değil benlik adına yapılan herhangi bir eylemdir. Kendi başına kutsal olan hiçbir eylem yoktur. Bir eyleme kutsallığını kazandıran niyettir. Ve eğer namazın arkasındaki niyet, başkaları tarafından görülmek yahut da başkalarını etkilemek ise, o eylem kutsal değil, dünyevî olacaktır. Namazın hakikî namaz olması için, halis niyetle eda edilmesi; ibadet olması için de sırf Allah rızası için yapılması gerekir. 

Kafamı meşgul eden diğer bir konu da "ibadetle ilgili ameller" meselesidir. Diyelim ki "ibadetle ilgili amellerimizi" arttırırsak, Allah'ın rızasını kazanabileceğimizi düşünüyoruz. Ancak kendi içinde bizzat ibadet olan bir amel yoktur. Bir fiil ancak yapılmasındaki niyet ile ibadet ise ibadettir. Böyle olmayanı, faydasız oldukları için lânetlenen fiillerdir. (Mâun Süresi bir örneğidir) Öte yandan diş fırçalamak ve elbise giymek gibi sıradan günlük fiiller, Allah için yapıldığında ibadete dönüşür. Yani kutsallık, bizzat herhangi bir eylemden değil, niyetten gelir. Dolayısıyla hayattaki amacımız ibadet yapmak olmamalıdır. Hayattaki gayemiz, bütün davranışlarımızı ibadet haline getirmek olmalıdır. Bu namaz ve oruç için olduğu kadar, diş fırçalamak için de geçerlidir."

Evet dostlar, yazıyı yazarken, tevafuk "Kastamonu Lahikasını" okuyordum. Tam isabet, okuduğum mektubun girişi de niyet ile ilgili hem de yukarıda anlattıklarımızı özetleyen bir cümleyle başlıyordu. "Bu Ramazan-ı  şerifte âfâka bakmamak ve dünyayı unutmaya çok muhtaç olduğum hâlde, maateessüf dünyaya ara sıra bakmaya mecbur ediyorlar. İnşallah, bu bakmakta 'niyetimiz' hizmet-i imaniye olduğundan, o da bir nevi ibadet olur." Böylece kömür elmasa döner. 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum