Kitaplar arasında

Günlerden bir gün. Bomboş bir gün. Kitapçıda öylesine kitapları karıştırdım. Bazılarına bakmakla yetindim sadece. İbn-i Arabi’nin Futuhatı’nın on beşinci cildi, Bir Sufinin Portresi, Cefr İlmi. Mustafa Öztürk’ün Kuran ve Aşırı Yorum. Karamazov Kardeşler. Böyle Buyurdu Zerdüşt. İki saat gezindim aralarında. İbn-i Arabi Bir Sufinin Portresi’nde Zunun-u Mısri’yi anlatıyor. “El-Yakin” maddesine göz attım. Rivayet, rivayet, rivayet…

Bütün İslami te’lifat bir rivayetten ibaret. O ondan işitti, o ondan işitti, o da ondan işitti. Kıyl-ü kal. Test edebileceğin, sağlamasını yapabileceğin hiçbir bilgi yok. Mesnevi, Tavasin, Futuhat, İhya, Mektubat okuyamıyorum artık böyle kitapları. Her şey kesif bir esrar perdesiyle örtülü. Zerdüşt’ün çevirisi berbat. Hangi yayınevi olduğunu hatırlamıyorum. Niçe’nin efsanesi gerçekten büyük, kendisi de büyük mü, kitaplarından hiçbir zaman öğrenemedim bunu.        

Kitapçıda amacım kitap okumak değildi. Bir köşede kitaplar arasında birkaç saat zaman geçirmekti. Öyle bir şey evde olmuyor, çocuklar izin vermiyor çünkü. “Korona Günlükleri” Kitap Yurdu’nda bir adet satılmış. Buna da çok şükür diyelim. Binlerce, on binlerce kitap var. Senin kitabın onlar içinde sadece bir kitap. İmtiyazı yok. Kumsalda oynayan çocuklar içine gönlünü boşattığın şişeyi ne zaman açarlar veya açarlar mı, kimse bilemez. Ama insan ümit ile yaşar.

Kitapçıdan sonra eski müze binamızı gezdim. Bir zamanlar çalıştığım yere bir yabancı gibi giriyordum. Şimdi çocuk kütüphanesi olmuş. Etnografya Müzesi olsaydı ne harika olurdu oysa. İl Halk Kütüphanesine bir üst geçit ile bağlanıyor. Üst geçit tam bir ucube. Kimin fikri ise helal olsun! Bu şehirde estetik kime ne, canı cehenneme! Oturduğum ve içerisinde nice güzel rüyalar gördüğüm odayı aradım, yıkılmış. Eser teşhir salonlarında masalar dizilmiş. Belki de mazi diye bir şey yok, her şey zihnimizde. Biraz eski hülyalara daldıktan sonra çıktım oradan.

Eve döndüm, tatsız bir münakaşa ve binlerce kez yaşadığımız ama bir türlü vazgeçemediğimiz hayatın öylesine manasızca akıp gidişi. Geçim, korona, siyaset, dedikodular. Yaşlı kadın Zerdüşt’e “Kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma” diye sır veriyordu. Niçe hayatı boyunca sevmedi kadınları. Her ne kadar Yalom aksini söylese de. Belki de bu öğütten dolayı İstanbul Sözleşmesi lazım bir parça. Kitapçıda ne güzel şeyler gelmişti aklıma. Yazarken yine bembeyaz sayfalar lüzumsuz düşünceler ile kirlendiler. Düşünürken her şey hoş, yazıya dökünce “yazık bunları mı düşünmüşüm!” diyorsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum