Ayasofya nedir? Osmanlı ne demektir?

Yer yüzeyinde Hak dinin üç büyük binası vardır. Birincisi Kâbe-i Muazzama'dır; diğeri Mescid-i Aksa ve üçüncüsü Ayasofya'dır.

İslamın iki tane medinesi vardır: Birisi Medine-i Münevveredir, diğeri İstanbul'dur.

İttihad-ı Muhammedî'nin iki büyük sembolü vardır: Biri Mekke-i Mükerreme'dir, diğeri İstanbul'dur.

Peygamber Efendimiz'in (asm) iki büyük fetih müjdesi vardır: Biri Mekke'nin fethidir; diğeri İstanbul'un fethidir.

Sahabe-i Kiram'ın iki büyük rüyası olmuştur: Biri Mekke'ye, diğeri İstanbul'a ulaşabilmektir.

Eyyûb el Ensari'nin, ayrıca iki latif muvaffakiyeti vardır: Birincisi Efendimiz'i (asm) misafir etmek, ikincisi İstanbul'a misafir olmaktır.

Batı medeniyetinin İslâm medeniyetiyle iki buluşma merkezi vardır: Biri Kurtuba'dır, diğeri İstanbul'dur.

İsevîliğin İslam'a iltihak etmesiyle gerçekleşecek, Hak dinin tekliğinin sembolü Kudüs'le birlikte, Ayasofya'dır.

Ayrıca:

Mekke'nin fethinin manası Kâbe'nin putlardan temizlenmesiydi. 'Eğer evrenin kalbi olan Kabe-i Muazzama bir puthaneye çevrilirse, bu karanlığı, hiç bir yıldızın ışığıyla açamazsınız' denmiştir. İstanbul'un fethinin manası Ayasofya'nın açılmasıdır. Eğer Ayasofya bir puthaneye çevrilirse, bu karanlığı hiç bir ışıkla açamazsınız.

İstanbul bir hırsın, inşa hevesinin, zafer gururunun eseri değildir; müjde, 'işgal etmek' için verilmemiştir. Müjde, Ayasofya'nın fethidir; eğer Ayasofya açılmamışsa, geri kalanı işgal demektir.

İstanbul'a sahip olmak, boğazı keyfince seyretmek için değildir; Ayasofya'da namaz kılmaktır fethin anlamı.

Bediüzzaman, Cumhuriyet hükümetlerinden şu isteklerde bulunmuştu. Bunlar aynı zamanda âlem-i İslamın üç karanlığı ve yeniden doğuşun üç şartıdır:

1. Ezanın ve Kur'an'ın asıl dilinde okunması,

2. Tesettürün tam serbestiyeti, ve

3. Ayasofya'nın fethi...

Birincisini gerçekleştirmesi sebebiyle Menderes ve Demokratlar Üstad'ın ve milletin destek ve sürekli duasını kazanmıştır.

Bu durumda, diğer ikisi; tesettürün tam özgürlüğü ve Ayasofya'nın fethi ile 'siyaset' tekrar bu milletin duasını almıştır.

Bu noktada, Bediüzzaman'ın İhlâs Risalesi'ni çokça hatırlamak gerekiyor. İhlâs, amelin rızay-ı İlahi için yapılmasıdır. Siyaset de bunun için olmalıdır; o razı olmadıktan sonra hiçbir siyaset oyunu bu açığı kapatamaz.

Siyasetçinin ihlâsına ise Bediüzzaman Celaleddin Harzemşah'ı örnek olarak gösterir.

"Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz'in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: "Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek." O demiş: "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir." İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur." (Lemalar)

Sonuç odaklı değil, rıza odaklı ve halis niyetle fırsatları görmek... Bu gerçekten büyük bir siyasettir; demektir ki, en büyük siyaset hâlis niyettir.

Ayasofya'yı görüp, içerisinde, cemaat-i uzmâya dahil olarak namaz kılmak için yüreği yanmayan bir Müslüman yoktur.

Ayasofya'da ehl-i dinle omuz omuza Hakk'a yalvarmak hayalini görmeyen bir mü'min de yoktur. O halde, Ayasofya ehli dinin mekânıdır. Bu şekilde barış ve ittifak yolu daha da açılabilecektir. Örneğin; Hristiyanlık verdiği destekle paganizme teslim olmadığını tevhide yaklaştığını göstermiş olacaktır. 

Bediüzzaman'ın 'kâbe-i saadetimiz' dediği 'ittihad-ı münevver-i İslam'ın' "Mekke-i Mükerremesi Ceziret-ül Araptır. Medine-i Münevveresi Devlet-i Osmaniyedir" şeklindeki tarifi bugüne de bir tanım getiriyor olsa gerektir. Ehl-i İslâm'ın ittihadı Ayasofya kapısıyla açılabilecektir. Mescidi Aksa'nın kurtuluşunun da bir müjdesi olacaktır.

“Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarında hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki, Allah'ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmrân/19) ayetinin maddi tefsirini Ayasofya'da görmek ne güzeldir! Elbette yaşayan bilir.

Bediüzzaman Said Nursi, Peygamber Efendimiz'in (asm) sohbetinin yüceliğini anlatırken şu misali verir: ".. cahil ve vahşî bir adam, bir günlük bir sohbetten sonra Çin ve Hind gibi memleketlere gidip o medenî kavimlere muallim ve rehber oluyordu."

Bu sohbetlerden birinde, Efendimiz şöyle bir müjde vermişti: "Kostantiniye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne güzel ordudur".

Bu sohbetten sonra pek çok Sahabe-i Kiram İstanbul önlerinde fermanın tahakkukunu beklemiştir. Buradaki hakikat, zira, İslamın medeniyetini Avrupa'ya taşıyacağı müjdesini içermektedir.

Osmanlı beyliğini ilan ettiği hutbesinde Dursun Fakih'in söylediği gibi: "İsteyenlere yol aşikardır. Dinleyenler için delil meydandadır

Edebali'nin telkinleri de bu hadisin bir  yorumundan ibarettir... Anlaşılıyor ki, Osmanlı, Efendimiz'in (asm) İstanbul'un fethi müjdesini Roma'nın putperestlikten Hıristiyanlığa dönüşmesi gibi, bir kırılma daha yaşayarak İslam'a teslimi şekliyle tefsir etmiştir. Yani, Osmanlı demek "Müslüman Roma ideali" demektir.

İstanbul'un fethi bunun sembolü olarak görülmüştür. Doğu Roma'nın fethiyle Batı Roma'nın fethi belleklerde sırasını almıştır. Hatta Yıldırım Bayezid'e: " Roma'ya kadar gidip Saint Pierre Kilisesi'nin mihrabında atıma yem yedireceğim" dedirten bu idealin Sultan'ın zihnini nasıl işgal ettiğini göstermektedir.

Doğu Roma'nın Fatih'i, ilk olarak bu yüksek idealin abidesi olarak Ayasofya'ya giderek, Sahabe-i Kiram'ın adeti üzere burada namaz kılmıştı. Çünkü, İstanbul'un fethi demek Ayasofya'nın fethi demekti.

Sahabe-i Kiram, sohbet-i Nebevi neticesi İstanbul önlerine geldiklerinde geri dönme şartı olarak İmparator'dan Ayasofya'da namaz kılma isteklerini öne sürmüşler ve istekleri kabul edildiğinde ilk fethi gerçekleştirmişlerdi.

Osmanlı yıllarında da, Ayasofya'nın ayakta kalması, ideali sürekli hatırlatması için kaçınılmaz görülmüştür. Mimar Sinan için Ayasofya sanatsal gazânın bir ölçütü idi.  Mesele sadece daha büyük ve yüksek bir kubbe oturtmak değil; Ayasofya’yla birlikte Ayasofya'yı aşarak İslâm'ın medeniyetini kıyamete kadar ileride tutmaktı.

Fatih Sultan Mehmet'in ve sonrasındaki padişahların (Müslüman) Roma'nın imparatorları olmaları ve Batı Roma sevdasını sürekli dile getirmeleri sohbet-i Nebevi'den istifade etmekten ve Sahabe'nin ayak izlerini takipten başka birşey değildir. Bunun için Batı Roma'nın da fethi Osmanlı için sohbet-i Nebevi'deki emrin mükemmel neticesi olacaktır. Fatih'in ve diğerlerinin ideali hep Batı olmuştur. Bu Batılılaşma ideali değildir; Batının İslâm'ın evrensel mesajindan ayrı kalamayacağındandır. Bu tamamlanmamış ideal Batı'ya her açılışta esasındaki muharrik güç olmuştur. Avrupa ile her ilişki bir fetih olarak düşünülmüştür. Batıya yüzü dönük Müslüman, bir erişme arzusundan değil ashab-ı kirama uzanan fetih sevdasından tevarüs etmiştir. 

Bu tam olarak henüz gerçekleşemediği için, ideal açık uçlu olarak kalmış ve Bediüzzaman'ın ifade ettiği gibi "Avrupa bir Osmanlı devletine hamiledir" yorumunun gerçekleşmesi beklenmiştir. 

Sanayileşmeyle birlikte medeniyetini kurarken Avrupanın temel aldığı üslup ve bazı esasları İslâm'dan geçici olarak kullandığını itiraf ettikleri gibi Bediüzzaman da "bizden çalmışlar" demişti. Fransa'nın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care (Gaston Kar), 1913 senesinde Figaro Gazetesi'nde, diyor ki:

"Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün sâliklerine nazaran, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur'an, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücud bulduğunu söyleyebiliriz. Filhakika bu âlî din; Avrupa'ya, dünyanın imarkârane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu faikiyetini teslim ederek, ona medyun olduğumuz şükranı tanımıyorsak da, hakikatın bu merkezde olduğunda şekk ve şübhe yoktur.” 

Fransız muharriri, daha sonra diyor ki:

"İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hâyır.. buna imkân yoktur!" Gaston Care (İşarat-ül İ'caz)

O halde, yeni bir medeniyetin kavşağında elbette yine din hayat verecektir. Bediüzzaman'ın sosyalizmle ilgili söylediği gibi toplumda yayılabilmesi için bir kutsala dayanma gereği olan her düşünce ve ideoloji İslâm dışında bir kaynak bulamayacaktır. 

Ayrıca, Ayasofya'nın fethinin ittihad-ı İslâm yönünden bir açılıma hizmet etmesi söz konusudur. Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim, "Bilâd-ı Ekrâd'ın Osmanlı devletine iltihakı, İstanbul'un fethi zaferini tamamlayacak derecede ehemmiyetlidir" düşüncesindeki İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Kürtlerle Türkleri hamiyet davasında hem kardeş hem de ortak yapmıştı. Bediüzzaman aynı biatı yenilemiştir: "Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm'daki fikrini kabul ettim. Zira O şark vilayetlerini ikaz etti, Onlar da Ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar o zamandaki şarklılardır."

Türk-Kürd kardeşliği ve ortaklığı bu hamiyet-i milliyeyi ifade eder. Demek ki, bu iki unsur sohbet-i Nebevi'den gelen emrin tamamlanmasında birlikte hizmet görmeye devam edeceklerdir.

Bediüzzaman'ın en büyük gaye-i hayâlim dediği Medresetüzzehra'nın her bir aşaması bu hizmet aşkının izlerini taşır. Üstad, Abdülhamid'i, sonrasında Sultan Reşad, Enver Paşa, Said Halim Paşa, Ankara hükümeti, Celal Bayar ve ardından Menderes'i Medresetüzzehra projesine sahip çıkmaya çağırmış ve buna çalışmıştır.

Kürt aşiretlerini dolaşarak, "Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi" diyerek ittihadın Münazarat'ını onlarla yapmıştır.

Ayasofya kapanır ideal toprağa gömülür. Ayasofya'nın kapatılmasını Bediüzzaman "puthane yapmak" olarak görüyor, yani Doğu Roma'nın Hıristiyanlık öncesi dönemine atıf yapıyor. Dolayısıyla, Ayasofya'nın hâli Hıristiyan alemi için de vahşet devrine dönüşü ifade ediyordu.

Halbuki, Osmanlı içindeki Rum, Ermeni ve Sırp gibi bir çok gayrimüslim unsurlardan da pek çok alanda katkılar gelmiştir. Bediüzzaman komşuluk hatırına Onlarla ortaklık kurmak ve haklarını kendi özgürlüğümüzün rüşveti olarak vermek gerektiğini ifade ediyor. Ayasofya'nın asli haline çevrilmesi ile birlikte eksik olan haklarının verilmesi de mümkün olmalıdır.

Kader, bu millete pek çok kereler Ayasofya'nın açılması fırsatını vermişti. Bediüzzaman, Demokratlara, Ayasofya’yı “500 sene devam eden kudsi vaziyetine döndürme" konusunda pek çok defa telkinde bulunmuştu.

Cesur yürekli talebesi Mehmet Kayalar, Ayasofya şiirinde bu hasrete tercüman olarak:

"Ey Fatih-i Sani, yetiş imdada; yetiş gel!

İslâm yed'i beyzasına, minnetle uzat el..." diye seslenmişti.

Bu kez kader hükmünü vermiştir.

Türkleri ve Kürtleri ardından bekleyen bir diğer büyük hizmet, Medresetüzzehra projesine çalışmak olacaktır.

Doğu ve Batı İslâm'ının ortasında bulunan Şarki Anadolu'da, diğer kardeşlerini de [çünkü, "...tahsile gitmişler.İşte Hindistan İslâm’ın müstaid veledidir; İngiliz mektebi idadesinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.Kafkas ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde tâlim ediyorlar. İlâ ahir..."] yeni İslâm medeniyetinde ittihad ettirmektir.

Bediüzzaman'ın devamla: "yâhu şu asilzâde evlad, şehadetnâmelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüç ettirmekle, kaderi ezelinin nâzarında, feleğin inadına, nev’i beşerdeki hikmet-i ezeliyyenin sırrını ilan edecektir.” müjdesini bilfiil göstermektir.

Nihayet, Hıristiyan alemi için "Müslüman Roma ideali" Avrupa medeniyetinin İslamın hakikatleriyle tasfiye ve takviye edilmesi ile yeniden hayat bulması, İslam’a iltihak etmesidir. Bediüzzaman bu süreci ise şöyle özetler:

"Nasraniyet ya intıfa veya istıfa ile terk-i silâh edecektir. Zira birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlıkta da yırtıldı, tevhide yaklaştı; tekrar yırtılmaya hazırlanıyor.

Ya intıfa bulup sönecek veyahut doğrudan doğruya hakikî Hristiyanlığın esasına câmi' olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecektir. Beşer dinsiz olamaz!

İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber (A.S.M.) işaret etmiştir ki: Hazret-i İsa gelecek, ümmetimden olacak; aynı şeriatımla amel edecektir."

Bu ideal içinde hakiki İsevi ruhanilerine düşen ise iltihak etmektir; Çünkü iltihak azizlerin işidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum