Kırkıncı Hocaefendi ile bir hasbihal (1)

Geçtiğimiz hafta birkaç maksada müteveccihen Erzurum ikliminin maddî ve mânevî havasını teneffüs etme fırsatına nail kılındık yüce Rabbimiz tarafından…
İki annemizin kabirlerini Cuma öncesi ve sonrası ziyaretle okunan Yâsîn-i Şerifler, üzerimizdeki hak ve emeklerin bir nevi şükür mesabesinde yerlerini alırken, akraba ziyaretleri, düğün merasimine iştirak ve gece kaldığımız yayla köyündeki haz ve lezzet, yapılan sohbetlerle âlemimizde hoş ve güzel hâtıralar bırakırken, Erzurum’un mânevî dinamiklerinden âlim, fâzıl, ehl-i hizmet muhterem Mehmet Kırıncı Hocamızla yaklaşık iki saat yaptığımız bereketli ve feyizli sohbetle taçlandı.

Neler mi konuştuk hocamızla? Hizmet, saffı evvel talebeler ve hasseten Hulûsî ağabey üzerinde yoğunlaşan sohbetimiz, son olaylar (Yahûdîler - İsrail zulmü) ve hizmette umûmî prensipler, Nurların Kur’ânla/ Hadisle irtibatı, medrese ilimlerine bakış tarzımız v.s ile devam etti…

Merhum Zübeyir abinin kendisini defalarca İstanbul’a dâvet ettiğini, hizmetlerle alakalı olarak kendisiyle istişarelerde bulunduğunu, büyük bir fedakârlık ve kahramanlıkla dâvayı omuzladığını, bu uğurda büyük sıkıntılara ma’rûz kalmış bir şahsiyet olduğunu ifade ederek şöyle devam etti: “Görüşmelerimizin birinde bana dedi ki; ‘Hocam, biz Üstad’ın hizmetinde bulunduğumuz ve sağa sola koşmaktan zaman bulamadığımız için, Nurları çok fazla okuyamadık. Kaldığınız müddet içinde birlikte müzakere edelim’ diyerek arzularını izhar ettiler.” Ben de ‘nereden başlamamızı istersiniz’ diye sordum kendisine, O da, ‘Nereden isterseniz başlayalım’ demesi üzerine, 26. Söz olan Kader Risalesinden okumaya ve müzakereye başladık. ‘Tercih bilâmüreccih câizdir’ , ‘Tereccüh bilâmüreccih muhaldir’ cümleleri üzerinde durarak benden izahını istedi, ben de misallerle kendisine izah ettim.”

Üstad Hazretlerini erken yaşlarda tanıdığını, ‘Üstad’ı Nasıl tanıdım’ isimli kitabını Zübeyir abinin teşvikiyle kaleme aldığını ifade ettikten sonra, yıllardır içinde bulunduğumuz mekânda Risale, Tefsîr, Fıkıh, Hadîs, Kelam, Mantık, Belâğat gibi derslerin müzakere edildiğini, ilim/irfan halkalarının hiç esik olmadığını belirtmesi üzerine, “Hocam, bazı kardeşlerimiz Risalelerden başka eserlerin bulundurulmasına olumlu bakmıyorlar” şeklinde fikrini sordum. Bunun üzerine, “burada (Erzurum’da) böyle bir şey yok. Olmaması da lâzım. Nurlar medresenin malıdır. Kur’ân ve Hadîs’in dışında bir ilim değil ki okunmasın veya müzakere edilmesin” şeklinde görüşlerini ifade ederken, bizim de Ankara’da bazı arkadaşlarla Tefsîr, Fıkıh ve Arapça dersleri okuduğumuzu ifade etmemiz üzerine memnuniyetlerini izhar ederek duada bulundular.

Merhûm Hulûsî ağabeyin (r.aleyh) her hususta birinciliği muhafaza ettiğini, mânevî bakımdan derecesinin yüksek olduğunu, Alvarlı Mehmet Efendi (r.aleyh) ile dostluklarının bulunduğunu, Kars’a trenle giderken Alvarlı’nın mânevî bir ihtar ile tâ köyünde ayağa kalktığını, Hulûsî ağabeye yazdığı bir mektubunda “Dû dîdem=İki gözüm” şeklinde hitap ettiğini, kendisinin Hulûsî Yahyagil’le olan görüşmelerini uzun uzun anlattı.

Kendisine Gazze/Filistin- Yahudi/İsrail meselesini sordum. Çok ayrıntılı açıklamalarda bulundu. Öncelikle Yahûdîlerin tarihiyle başladı açıklamalarına… İşaret ettikleri hususları şöyle özetleyebiliriz, “Bütün âlem-i İslam’ın hatta bütün insanlığın kalbini derinden yaralayan ve vicdanları sızlatan son elim hâdise üzerine çok şeyler söylemek mümkün… Yahudiler, her milletten daha ziyade dünyaya hâris, kalpleri kasavetli, kibir ve inatları pek kuvvetli, kendilerinden başka milletlere hîle ve fenalık yapmayı büyük bir meziyet bilen, kendi ırklarını diğer ırklardan üstün gören, diğer insanların ise kendilerinin kölesi olduğuna inanırlar. Tarih boyunca nice zulüm  yapmış, fesat  ve fitnenin başını çekmiş olan Yahûdî  milletinin  Müslümanlara karşı ne derece düşman olduklarını Cenab-ı Hak müteaddit âyet-i kerimelerinde ifade buyurmaktadır. Yahûdîler geçmişte de çok peygamber öldürmüşlerdir. Yahudilerin İslâm dinine olan  düşmanlıkları Peygamberimizin (s.a.v) doğumu ile başlamıştı. Onlar ezeli, ebedi, doğmadan ve doğurmadan münezzeh olan Vacibü’l-Vücud Hazretlerine evlat isnad edip, Hz. Üzeyir’e ‘Allah’ın oğlu’ diyerek dalâlete sapmışlardır. İslâm’ın hârikulade inkişafı, İslâm düşmanlarının, bil¬hassa Yahûdilerin  haset ve kinlerini arttırdı. Tarih boyunca nifak ve ihtilâf çıkarmada ve ehl-i hakkı bölüp parçalamada maharet kesbetmiş dessas bir millet olan Yahûdîler, İlâhî iradeye her devirde karşı çıkmış, kendi peygamberlerini katletmekten çekin¬memişlerdir. Bunlar her çeşit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beşerin huzur, ahlâk ve itikadını bozmayı baş gaye edinen muzır bir millettir. Münafıklık, riyakârlık, hile ve desiselerde hiçbir kavim bunlara ulaşamamıştır. Her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıranlar Yahudilerdir.

“Onlar (yahûdiler), nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah’ın gazabına/hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Bunun sebebi, onların, Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrıca isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarıdır.” (Âl-i İmrân, 3/112)
“Biz İsrail oğulları’na Tevrat’ta şu hükmü verdik: "Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” (İsrâ, 17/4)

Bediüzzaman Hazretleri yukarıda zikredilen ilk iki âyetin tefsirinde şöyle buyurur:
“Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur'anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud'a ile cem'-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.”(Nursî, B.S, Sözler (25. Söz)

Bediüzzzaman Hazretleri başka bir eserinde ise şöyle buyurur: “Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar.” (Nursî, B.S, Şualar (14.şua)

Yahûdîlerin Osmanlıya da büyük ihanetlerde bulunduğunu ifade eden Kırkıncı Hocaefendi şöyle devam etti: “Avrupa ülkelerinin bir çoğunda din hürriyetine, hattâ hayat hakkına bile sahip olmayan Yahûdîlerin, tarih boyu en rahat, huzurlu ve serbest yaşadıkları yer Osmanlı devleti olmuştur. Osmanlı devleti zamanında bir çok Yahudi grupları Osmanlı vatandaşı olmuştur. Sultan II. Murad zamanında Fransa\'dan kovulan Yahudiler ile 1492\'de İspanyolların elinden kaçan yüz bin kişilik Yahudi topluluğu Osmanlılara sığınmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul\'daki Yahudi nüfusu kırk bini buluyordu. Dünyanın en büyük Yahudi şehri sayılan Selânik\'te ise nüfusun yarıdan fazlası Yahudi idi.  Osmanlıya sığınan Yahudiler başta Selânik, İzmir, İstanbul olmak üzere, Edirne, Bursa, Kudüs, Safed, Şam, Kahire, Ankara, Tokat ve Amasya gibi şehirlere yerleştirildiler. 1660 yılında Polonya ve Ukrayna\'dan kaçan  bir grup Yahudi de Osmanlı ülkesine yerleşti. Tarih boyunca Yahudi milleti, hile, fitne, haset ve hırsları yüzünden hiçbir millet tarafından sevilmemiş, hor görülmüş ve memleketlerinden kovulmuştur.”

Yahudilerin gerek Avrupa’da, gerekse Rusya’da  insanlık dışı muameleye maruz kalıp toplumdan tecrit edilmeye başlandığını, Stalin’in zulmünden kaçmaya başladıklarını, bu durumda Türkiye’nin  Yahudilerin, Türkiye üzerinden Filistin topraklarına göç etmesine imkân tanıdığını, İsrail devletinin kurulmasına giden yolda en büyük insanî yardımlardan birini yaptığını belirttikten sonra sözlerine devam eden Hocaefendi, “II. Abdülhamit,  Yahudilerin Filistin topraklarında mal edinmesini ve oraya  yerleşmelerini yasaklamış, Osmanlı topraklarındaki Yahudilere para yardımı yapmıştır. Ancak, 29 Ağustos 1897'de Yahudilerin ileri gelenlerinden Dr. Herzl’in başkanlığında İsviçre'nin Basel şehrinde toplanan Yahudiler, Filistin topraklarını parayla satın almayı ve orada bir devlet kurmayı planlamışlardır. Böylece Filistin toprakları üzerinde kurulacak bir İsrail devletinin temeli atılmış oluyordu.
Sultan Abdülhamit, Filistin'de Yahudi mülklerini kontrol altında tutuyor, sürekli bölgeden rapor istiyordu. Sultan Abdülhamit Avrupalı ülkelere karşı, dış  borçları yapılandırmada Herzl'i bir vasıta olarak kullanmış, bu işi başardıktan sonra onunla görüşmelerini  kesmiştir.  Maalesef daha sonra, Filistin’deki Müslümanlar büyük bir gaflet, tamahkârlık ve para hırsıyla, topraklarını Yahudilere satarak İsrail devletinin kurulmasına vesile oldular.”

Peki, ya Müslümanların sormluluğu? diye sorduğumuzda, Kırkıncı Hocaefendi şöyle konuştu: “İslam âlemi, uhuvvet-i İslâmiyenin gereğini yerine getirmediklerinden  mahkum ve mazlum durumundadırlar. Müslümanların birbirinden uzaklaşmasında, birbirlerine sırt çevirmelerinde dış güçlerin, özellikle de David-Leon Cahun, Güstave Le Bon, Moiz Kohen gibi Fransız Yahudisi olan kimselerin büyük gayreti ve rolü vardır. Maalesef, bu İslâm düşmanları Türk’ten fazla Türkçü, Arap’tan fazla Arapçı kesilerek ırkçılık propagandalarında  başarıya ulaştılar. Böylece Arapları Osmanlıdan ayırdıkları gibi, dinleri, dilleri ve ırkları bir olan Araplar arasında da bölgecilik ve kabilecilik tohumlarını ektiler, onları da  parça parça edip, bir araya gelmelerini engellediler. Bütün bu menfi gelişmelerin sonunda o muhteşem imparatorluk yıkılmaktan kurtulamamıştır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri Sünuhat adlı eserinde Osmanlının yıkılmasından sonraki feci  ahvali şöyle ifade eder: “İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor…ilâahir…”

(Devam edecek inşâallah…)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.