Kent karakterimiz yok oldu

Kent karakterimiz yok oldu

İstanbul’daki yapıların estetiğinden sorumlu olan belediyelerin yetki alanları daha da genişledi. Çirkin konutların inşa edilmesinde şehir plancılarından tutun da inşaat işçisine kadar herkesin sorumlu olduğunu söyleyen Prof.Dr. Hüseyin Murat Çelik, “Her

Hızla artan konut sayısı estetik kaygıları da beraberinde getiriyor. Geçtiğimiz ay kabul edilen İstanbul’un yeni imar yönetmeliğinde yapı estetiğinden sorumlu olan belediyelerin yetki alanları daha da genişletildi. Otopark uygulamaları, raylı sistem güzergahları, köprülü geçişler ve sarnıç başlıklarının estetiği yine belediyelerin sorumluluğunda olacak. İstanbul’daki çirkin konutlardan şehir plancısından tutun da inşaat işçisine kadar herkesin sorumlu olduğunu ifade eden İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Hüseyin Murat Çelik, günümüzde tüm kentlerin birbirine benzediğini söylüyor. Meslek odalarının ideolojik kaygılarını bir kenara bırakarak hükümetle ortak bir çalışma ortaya koyması gerektiğini ifade eden Çelik, “Bağdat’ın, Kahire’nin bir kent karakteri vardır ve kente girdiğiniz an bunu hissedersiniz. Ancak kent karakteri denen şey bizde kalmadı. Aksaray da Diyarbakır da İstanbul da birbirinin aynısı. Bunun en temel nedeni de mimarinin aşırı standardize edilmesi. Biz pahalılığı ve rüküşlüğü zenginlik zannediyoruz” şeklinde konuşuyor.

* İstanbul’un yeni imar yönetmeliğinde belediyelerin yapı estetiği üzerindeki yetkisine yeni başlıklar da eklendi. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Estetiği biz doğal ve yapılı çevre arasındaki uyum ve ahenk olarak tanımlarız. Ama aslında Türkiye’nin sorunu bu değil. Bizim asıl sorunumuz imar planlarına uyulmaması. Bugüne kadar hep imar planlarının değişiklikleriyle bu tür sorunlar ortaya çıktı. Tadilatlar yoluyla sorunlar çözülmeye çalışıldı. Bunların da kente hiçbir katkısı olmadı.


ETKİ ANALİZLERİ YAPILMIYOR

* Bu durum sadece Türkiye’ye mi özgü? Başka ülkelerde de benzer şeyler yaşanıyor mu?

Batı’da böyle değil. Kentler, dinamik bütündür, tadilatlar gerekir ama ABD’de bir plan yapıldıktan sonra tadilat için önce etki analizi yapılır. Yani sosyal, mali, fiziksel, çevresel ve trafik etki analizleri göz önüne alınır. Bu analiz sonucunda kamuya çıkan maliyet hesaplanır ve bu hesap sonucu çıkan para kamuya aktarılır. Türkiye’de böyle bir sistem hiçbir zaman olmadı. Dolayısıyla ortada kentsel estetik diye bir şey de kalmadı. Öncelikle kentsel rantın önüne geçilmesi lazım. İmar mevzuatında imar değişikliği yapılamaz denir fakat yapıldığında hiçbir yaptırım uygulanmaz. Yeni yapıların çoğu imar değişikliğiyle yapıldı. Yani ille de bir değişiklik gerekiyorsa bunun kente olan etkilerinin incelenmesi gerekir. Fakat okullarımızda bile etki analizi diye bir dersimiz yok. Etki analizleri kentsel gelişmelerde en önemli şeydir. Örneğin bin kişiye gerekli olan yeşil alan ne kadardır? Bin kişi nerede kalacak? gibi durumlar ele alınmalı.

* Bahsettiğiniz etki analizi hiçbir alanda uygulanmıyor mu?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, trafik etki analizi yaptırdı. Fakat bunu yapmayan pek çok yer var. İmar artışıyla doğrudan mührü basıyorlar.

* İstanbul, sürekli göç alan bir kent. Dolayısıyla konut ihtiyacı da buna paralel olarak artış gösteriyor. Kentin yeni konutları kaldıracak kapasitesi var mı?

İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi’nde yaptığımız araştırmalarda İstanbul’un maksimum taşıyacağı nüfusu 16 milyon 400 bin olarak belirlemiştik. Bunun üzerine herhangi bir nüfusun gelmesi demek bu kentin ormanlık alanlarının ve endemik bitkilerinin yer aldığı alanların yavaş yavaş ortadan kalkması demek. Fakat İstanbul uluslararası önemli yatırımlarla besleniyor. Sanayiyi bile İstanbul’dan çıkaramıyoruz.

MİMARLAR ÖZ ELEŞTİRİ YAPMALI
* Peki estetik açıdan çirkin olan bu yapılaşmadan kimler sorumlu sizce?
Ortada bir suç varsa bunda şehir plancısı, mimar, müteahhit, inşaat işçisi hepsi sorumlu bana göre. Mimarlar Odası’nın, Şehir Plancıları Odası’nın ellerinde estetik kuralları uygulatacak yetkileri var. Ancak onlar da çok fazla müdahale etmiyor. Hatta Mimarlar Odası yeni yetkiler bile isteyebilir. Her proje Mimarlar Odası tarafından vize edilmek zorunda. O vize sırasında estetik kaygılar yerine getiriliyor mu? diye kontrol etmeleri mümkün. Maalesef Mimarlar Odası, çok siyasileşmiş bir şekilde davranıyor. Evet muhalefet yapmaları lazım ama muhalefeti ideojik bir noktaya taşıyorlar. Bu nedenle hükümetle reaksiyonel davranıyorlar. Meslek odalarının asli görevlerine dönmesi gerekir. Mührü bastıktan sonra dava açmalarının bir anlamı yok. Çünkü bu restleşmede olan İstanbul’a oluyor.
* Bunda mimarların ne gibi bir payı var?

Şöyle örnek vereyim: ABD’de bir mimar okuldan mezun olduğunuzda “Diplomanı al ve git istediğin yapıyı yap!” denmez. Orada mezun olduktan sonra o diploma, bir mimarın yanında çırak olarak çalışma yetkisi verir. Türkiye’de böyle bir sistem yok. Diplomaları verip öğrencileri sokağa salıyoruz. Örneğin Venedik’i ele alalım. Venedik nasıl Venedik olmuş? Orada ikinci bir taş koyarken kendisinden önce konulan bütün taşların tarihini tek tek araştırarak insanlar müdahalelerde bulunuyor. Biz de böyle bir şey yok. Bu nedenle mimarların da öz eleştiri yapmaları gerekiyor.

* Şu an İstanbul’da kentsel dönüşüm çalışmaları devam ediyor. Yapıların dönüştürülmesinde ne gibi sorunlar mevcut?

2481 sayılı Özal’ın Islah İmar Kanunu’nda gecekondulara 4 kat verilerek bu kanun yasalaştı. O yıllarda Türkiye’de çok fazla sermaye birikimi olmadığı için konut sektörüne de yatırım yapılmadı. O 2 katlı masum gecekonduları aldık ve 4-5 katlı heyulalar haline getirdik. Şimdi de onları dönüştürmeye çalışıyoruz. O dönemde 2 katlı olarak muhafaza etseydik şimdi dönüştürebilirdik. İstanbul’un acilen dönüşmesi lazım. 4 milyon insan riskli konutlarda yaşıyor. Bunun bir şekilde finanse edilmesi lazım ama işin ölçeği ve boyutu oldukça büyük. 4 milyon insanın yaşayacağı yeni kentler yapmak kolay değil. Yoksul kimseler “Biz dönüşsek bile oturamıyoruz” diyorlar. Burada da sosyal etki analizleri devreye gidiyor.


Medeniyet kaybı yaşadık

* Sizce yapılar günümüzde birbirine benzeyerek tekdüze hale mi geldi?
Evet... Bütün kentlerimiz birbirinin aynısı. Tüm şehirlerde aynı şeyi görürsünüz. Örneğin Bağdat’ın, Kahire’nin bir kent karakteri vardır. Dolayısıyla farklı bir kente girdiğinizi hissedersiniz. Biz de kent karakteri denen bir şey kalmadı. Yani Aksaray da Diyarbakır da İstanbul da aynı. Bunun en temel nedeni de mimarinin aşırı standardize edilmesinden kaynaklanıyor. Pahalılığı ve rüküşlüğü zenginlik zannediyoruz. Bu zamana kadar çok sayıda konut yapıldı ama hiçbiri litaratüre girmedi. Literatüre girecek konutlar yapmalıyız.

* Peki İstanbul’un kent karakterini kaybetmemesi için neler yapılmalıydı ve şu saatten sonra neler yapılmalı?

Mimari zorlamalar getirilebilirdi. Örneğin şu mahallede arkadlı çarşı yapılabilir denebilirdi. Mimarlara daha iyi eğitim verilebilirdi. Cami mimarilerine bakalım. Eskiyi taklit etmeyi iyi bir şey sanıyoruz. Halbuki bu son derece kötü bir şeydir. Örneğin Şakirin Camii, Osmanlı’ya benzemek için zorlanmamış bir yapı. Çünkü Mimar Sinan’ı geçmemiz mümkün değil. Dolayısıyla onun eserlerini taklit etmeye çalışmamıza gerek yok. Cami mimarisindeki aynı şey konut mimarisi için de geçerli. Ne yazık ki bir medeniyet kaybı yaşadık. Prof.Dr. Sadettin Ökten hocamız “Fincanımda Kola Var” adlı eserinde çok güzel bir medeniyet tarifi yapar. Der ki, “Camiler bir kulak işitme mesafesinde olur." Yani hoparlörsuz bir insanın ezan okuyacağı mesafede olur. Onlar aynı zamanda mahalle merkezi fonksiyonu da görür. Biz böyle bir medeniyetten gelen bir toplumuz.

Güneş panelleri kullanılmalı

* İstanbul’daki restorasyon çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz peki?
Çok iyi restorasyon çalışmaları yapılıyor. Örneğin Taşkışla binamız şu an çok iyi bir şekilde restore ediliyor. Ama çok kötü resterasyonlar da var. Örneğin Mersin Tarsus’taki Kleopatra kapısını restore etmişlerdi. Onu restore eden kişi kapının taşlarını söküp yerine yenisini takmıştı. Amaç zaten o taşları korumaktır. Buna dikkat edilmeli. İstanbul’da da çok iyi çalışmalar yapılıyor. Bunların mutlaka devam etmesi gerekir.

* Yeni İmar Planı’nda “Yeşil Çatı” diye bir kavram da yer alıyor. Yeşil Çatı uygulamasının doğaya ne gibi bir katkısı olur? Uygulanabilir bir proje olur mu?

Yeşil Çatı’dan daha çok bizim konutlara güneş panelleri koyup enerji üretmeye ihtiyacımız var. Böylelikle sera gazı emisyonu talebi de düşer. Fakat şu an paneller için yasal mevzuat çok uygun değil. Bunun kolay hale getirilmesi gerekli. Yeşil Çatı küresel ısınmayı azaltmak amacıyla yapılmak isteniyor ama bence artık olan oldu. Çatıyı yapay çimle kaplamanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum.

Yatay mimari rantı engeller
* Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme getirdiği yatay mimarinin İstanbul’a ne gibi katkısı olur?
Yatay mimari iyidir, düşey mimari kötüdür demek çok zor şeyler. Bir mimarin maheretine kalmıştır bu. Yatay mimari rantı engeller. Türkiye’deki en iyi şeylerden biridir. Düşük yoğunluklu da değildir. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, yatay mimariye güzel bir örnektir.
* Kanal İstanbul’un ve 3.Havalimanı’nın güzergahlarında nasıl bir yerleşim planı uygulanmalı? Buradaki yapılacak konutlarda nelere dikkat edilmeli?
Buralarda da düşük yoğunluklu ve yatay mimari ögelerinin kullanıldığı yapıların olması gerekir.

Yeni Şafak

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.