Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Kaygıların Kadar İnsansın!

Kaygılı ve kaygılarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.

Herkes kaygılı; kimi sahip olduklarını koruma kaygısı yaşarken kimi ihtiyaçlarını sağlayamamak nedeniyle kaygılı.

Kimi iktidarını korumada kaygılıyken kimi iktidara gelememekten kaygılı.

Kimi malını koruma kaygısı yaşarken, kimi karnını doyurma kaygısı yaşıyor.

Bir kaygı halidir yaşanıp gidiyor.

Tüm bunlarla birlikte, yoğun trafiğin olduğu bir caddede, insanlar, gözlerini sıkı sıkıya kapatıp, karşıdan karşıya geçen çocuklara benziyorlar.

Hereksin kaygısı kendine özeldir.

Endişe… Risale literatüründe “endişe” var.

Bu “endişenin” dünyevi, beş paraya değmez istikbal için değil, gerçek hayatın yaşanacağı “hakiki istikbal” için kullanılması yolundadır.

Asrın psikoloğu duygularımızın yönünü çevirmiş.

“Bir de şöyle bak!” demiş; yaşanması zahmetli hayatı yaşanılır kılmış.

Kaygı veya endişe bir tedbir veya bir ikaz tokmağıdır.

Gafil kafalara bazen iner; uyandırır, ikaz eder, “tedbirini al” der.

Kaygının kaynağı korkudur.

Risaleler bizi, korkularımızla yüzleştirir.

Olayın trajik ve komik oluşunu matematiksel hesaplarla açıklar ve korkmanın ne kadar da komik kaldığını beyin çivilerimize asar. (Yirmidokuzuncu Mektup, Hiss-i havf)

İnsan bilmediğinin düşmanı olduğu gibi, bilmediğinden de korkar.

Mantığın uçlarında gezinen düşünürler kaygıya ve endişeye oldum olası olumlu bir gözle bakmışlardır.

Bazı düşünürler kaygıyı “mantığın sersemlemesi olarak tanımlarken, İngiliz romancı Angela Carter, kaygı bilincin başlangıcıdır şeklinde tanımlamış.

Kavrama ilk sahip çıkan isim varoluşçu felsefenin bağımsız ve dizgesiz filozofu Danimarkalı filozof ve ilahiyatçı Soren Aabye Kierkegaard’tır (1813-1858). 

Her şey tozpembe değil, farkındayım; hayat bazen zorlaştırılıyor. Kimi zaman kendi yorumlarımız ve yargılarımız; kimi zaman maruz kaldığımız menfi durumlar yüzünden…

Aslında öngörülemezlik, belirsizlik ve elden bir şeyin gelmemesi gibi durumlar insanlarda kendiliğinden kaygı uyandıran etkenlerdir.

Endişe-i istikbal de bu değil midir?

Hem sonra insan acz ve fakr içinde olan bir varlıktır ve bu iki duyguyu iki kanat yapıp uçması için ona takılmış olduğunu neden unutur ki?

Aksi takdirde, aralarında yaygın kaygı bozukluğu, obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), fobiler, panik bozukluk ve sosyal kaygı stres bozukluğunun (TSSB) yer aldığı kaygı bozuklukları gibi dünyada en yaygın görülen hastalık türlerinin istilasına maruz kalmaktan kurtulması imkansız görünüyor.

Kaygılar çeşitli.

Yaşlanmış insanlarda ölüm kaygısı.

Anne ve babada rızık kaygısı.

Meslek kaygısı.

Benlik kaygısı.

Sosyal statü kaygısı.

Kaygı kavramı, bireyin içinde bulunduğu endişe hali olarak tanımlanıyor. 

Siyaset dünyası muhaliflerin kaygı pompalaması iktidardakilerin umut dağıtması şeklinde cereyan eder.

Basın ve sosyal medya lehine olduğu tarafı umut olarak gösterirken aleyhte olduğu taraf üzerinden sosyal kaygıyı pompalıyor.  

Herkes bulunduğu yerden bakarak sosyal kaygılar üzerinden pompalama yapıyor.

Enflasyon gibi; sosyal huzur üzerine yapılanmış ekonomik sistemleri anında çökertebiliyor.

Kişisel kaygılarımızı sosyal kaygıyla değiştirip ciddi bir problem üretiyoruz.

Kaygının farklı kaynakları vardır.

Korku bunların başında geliyor.

Bir diğer korku kaynağı “bilinmezlik” “tanınmazlık”tır.

Rabbimiz bu bilinmezlik ve tanınmazlık duygusunun çaresi olarak, insan türünü tanışma ve bilişmeye yönlendiriyor.

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık." (Hucurat Sûresi, 49:13.)

 “Ben sizi kabile kabile yarattım ki bilişesiniz, tanışasınız diye; birbirinizi görmezlikten gelesiniz diye değil…”

***

Risale-i Nur bir terapi kitabıdır.

Hasta çağların tedavisi için gelmiş Kur’âni reçetelerdir.

Kaygı veya endişelerimiz konusunda bizi uzun vadeli düşüncelerde boğulmaktan kurtarmak için, kısa vadeli ve dönüşü olan yöntemleri seçmemizi öneriyor.

"İnsanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var.

Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok.

Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. (Dokuzuncu Mektup)

***

Aşırı kaygı depresyonla ilişkilidir.

Kaygı bunaltır.

Sürekli geleceği düşünmek bir takıntıdır.

İmanlı insan için geleceği düşünmek Rabbine sığınmaya vesiledir.

Güvenli bağlanma açısından sıkıntılıysa ciddi bir problemdir.

Bunaltır.

İntiharların sebebi bu değil midir?

Kaygıyı güveni geliştirmek amacıyla kullanın

Güvenin kaynağı ise imandır.

El-Mü’min’e güven, güvenilen hakiki bir mümin ol.

O’na güvenli bağlan.

İman güvenin kaynağı, güven ise dozu ayarlanmış kaygının kaynağıdır.

Kaygının ikinci ilacı sabırdır.

Nahl süresinin 127. ayetinde sabır şu şekilde emredilir: “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!”

Sabır, uzun vadeli beklentilerin kısa vadeli girişimdir.

Sabır kuvvetini, zihni olarak, gelecek ve geçmişe dağıtırsan bugünü ıskalarsın. Uzun vadeli endişeler uzun geçmişle hesaplaşmanıza neden olur ve bu sizi bunaltır.

Çözüm, merkezi güçlü tutmak; hayatın yaşanılan bir “an” olduğunu fark etmektir.

Rızık günlüktür ve kaygılanmak boşunadır.

Kaygının giderilmesinde kanaat esastır.

Kısmetine razı ol ki rahat edesin.

Kuru kaygılar sıkıntı kaynağıdır.

Dünyada belki de en ahmak insan rızık kaygısı yaşayan insandır.

Hane Sahibini kızdıracak kadar kötü.

Oysa kaygılarımızı senin için taahhüt altına alınmış rızık için değil, amel defterine yazdırdığın kazanımlar ve edinimler için kullan.

Mesela, endişe edeceksen, bu konuda;

Hamiyet sahibi ol, himaye et ve gelecek nesillerin imanı ve ahlakı için kaygılan

Kaygılanacaksan başta kendi imanın ve ahiretin için kaygılan!

Nesillerin günahları sonucu gelecek bela ve musibetlerden dolayı kaygılan!

Nesillerin ahretini kaybetmesi tehlikesine karşı kaygılan!

Sev ve kaygılan!

Kitabı sol taraftan verilmesinden kaygılan!

Bu kaygıların seni hakikate ulaştırmalı.

Yoksa bu da psikoza dönüşebilir ve kaygı hastalığına tutunursun.

Dar dairede kaygılan; etki ve yetkinin olduğu alanda kal ve kaygılan. 

Etkinin ve yetkinin olmadığı veya dolaylı olduğu geniş dairede kaygılanıp durma, elinden bir şey gelmez, üstelik vazifen de değil.

Endişe ettiğin sorunların çoğu geleceğin sorunlarıdır.

Sen kendini gelecekte görecek kadar ölümsüz mü sanıyorsun.

İnsan için üç gün vardır; dün, bugün ve yarın. Dün geçtiği için stres yapmaz.

Kötü hatırlar sadece üzücüdür. Oysa bugün, içinde yaşadığınız andır. Bu da stres yapmaz; stresi oluşturan gelecek kaygısıdır.

Modern toplumun birçok yönü, gelecekteki bir noktaya kadar ödülleri ertelemek için tasarlanmıştır.

Bu bizim problemlerimiz için de geçerlidir. Bir zürafa aslanlardan kaçınmak ve bir fırtınadan sığınmak gibi acil sorunlar için endişelenirken, insanların endişe ettiği sorunların çoğu geleceğin sorunlarıdır.

Beyin ve kaygı

Endişe ve stresi kullanmak beyni geliştirmek için iyi birer araçtır.

“Dengeli kaygı” insan hayatını korumaya bir vesiledir.

İnsanların kendini korumasına yardımcı olur.

Kısa süreli, akut problemleri çözmek için inşa edilmiştir. 

Dünya geçici olmasından, stres gibi yaşanılan durumlar da geçicidir.

Bu his hayvanlarda çok hızlı gelişir ve kaybolur.

İnsanlarda ise biraz zaman alsa da “unutmak” nimeti sayesinde o da kalmaz, kaybolur gider. Ancak başka stres kaynakları hücuma başlar.

Böyle, böyle insan tekamül eder.

Kaygımızı körükleyen bizi tehdit altında tutan durumlardır.

Tehditlerimiz geçtikten sonra kaygı azalır.

Bugünün tehditlerini hatırlayın; kimi size özel tehditlerdir, kimi geniş dairede elinizin yetişemeyeceği tehditler. 

Bu tehditler birer problemdir ve çözülmeyi bekliyor.

Çözdükçe mükemmelliğe yolculukta mesafe katedersin.

Ancak çözülebilir tehditler sizin sınırlarınızdadır.

Sizi aşan konulara burnunuzu sokmayın; kendinize ait olan vazifeyi yapın.

Endişenizin Yönünü Değiştirin

Kaygıyı lehimize çevirmenin bir yolu ise, endişenizi uzun vadeli problemden, bu sorunu çözecek günlük rutine kaydırmaktır.

Diğer bir ifadeyle, uzun vadeli düşünmek ve tul-i emel sahibi olmak yerine günü, hatta “ânı” yaşamaya çalışın.

Mesela, “Daha uzun yaşayacak mıyım?” şeklinde düşünmek ve endişelenmek yerine, günlük rutinlerinizi, davranışlarınızı, başkalarıyla ilişkilerinizi, iletişiminizi, günlük beslenme ve sağlığınızı düşünün.

Hatta sağlığınız için günlük yürüyüşünüze odaklanın.

Çocuğunuzun YKS’yi veya LGS’yi kazanıp kazanamayacağı konusunda endişe etmek yerine, bugün yarın için nasıl hazırlandıklarına odaklanın.

Yeterli kilo verememe endişesi yerine, bu akşamki yemeğin ne kadar kilo aldırıcı olup olmadığına odaklanın.

“Sürekli” cennet ve cehennem hakkında düşünmek yerine bugünkü ibadetlerinize odaklanın.

Uzun vadeli düşünmelerin sizin çözümlerinizi zorlaştıracağına inanın; kısa vadeli ve “ânı” gerçekten olması gerektiği gibi yaşarsanız endişenizin sağlıklı bir şekilde kullandığınızı göreceksiniz.

Burada temel fikir, günlük rutininizi iyi yapmanızı sağlayarak ödülün “ayn-ı amel” içinde olduğunu görmektir. Bu gibi, “anında geri dönüş” yapacak şeyler düşünmek ve gelecekteki sorunları “gecikmiş geri dönüş” şeklinde kullanmakla mümkün olabilir. 

Endişe ve kaygı neden verildi?

İnsan binlerce hissiyattan biri olan endişelerini doğru zamanda, doğru yerde ve doğru şekilde kullanırsa kısa vadeli geri dönüşümle mutluluğu yakalayabilir.

Çünkü insan, en sevimli, muhabbetli, endişeli ve nokta-i istinada en muhtaç bir varlıktır.

Bu ihtiyacını, kendi Sahibini ve Malikini bularak giderebilir.

Üstelik bu arayışta, insanın duyguları O’na müştaktır.

İnsan, içinde boğulduğu fakr ve ihtiyacını, diğer varlıklara karşı acz ve iştiyakını, endişe-i istikbali ve muhabbeti nasıl çözebilir?

Çözüm; kendisine kulluk etme arzusunu veren bir Zât, elbette Kendi vücudunu varlıklardaki tekellümüyle göstermesi ulûhiyetin muktezasıdır. 

O halde hastalıklı asrın hasta insanlarına Bediüzzaman gibi seslenelim:

“Ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler!” 

İnsan hayvan gibi yaşayamaz; çünkü insan kaygılarla donatılmıştır. İnsandaki kaygı hayvanda yoktur; çünkü hayvanın mazi ve müstakbeli yok.

Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir.

Lezzetini tam alır.

Rahatla yaşar, yatar.

Hâlikına şükreder.

Hatta kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur.

Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. 

Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir.

Fakat ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun.

Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür.” (Meyve Risalesi Onbirinci Şua, Üçüncü Mesele)

****

Derd-i maişet endişesi (Geçim kaygısı)

Günümüz iktisadi hayatı; insanları, boğazından geçen haram lokmalarla darboğaza itmiştir.

Geçen yüzyılın savaşlar ve kıtlık dönemlerinde çekilen sıkıntıları bir derece anlamak kolay olsa da günümüzün israf içinde; yediği önünde yemediği arkasında olan insanlarını anlamak zor.

Oysa günümüzde “derd-i maişet” kaygısı çekmek imkansızdır.

Tabii olmayan rızık yüzünden çekilen sıkıntıların kaynağı ise insanın aptallığıdır.

Bu zamanın insanı şükrü kaybetmiş; bu acı kayıp onu karanlık bir girdaba sürüklüyor.

Erken sonuç

Kaygı veya endişe, yerinde ve doğru kullanılmazsa, her türüyle, insanı içten yıkmaya çalışan duygulardır. 

Bedeni yıpratır.

Stres hormonlarını harekete geçirir.

Kalp krizi riski de dahil, inme, bağışıklık sistemi bozuklukları, obezlik, kısırlık ve daha başka olumsuz sonuçlara neden olabilir. 

İnsan türü tıp alanında kaygı bozukluklarını gidermek için ilaçlar üretiyor.

Ne var ki, tüm bunlar kaygının tümden yok edilmesi gerektiği anlamına gelmiyor.

Yok etmek doğru da değil.

Bu nedenle kimi zaman kaygıyı kabullenmek, hatta bağrımıza basmak bile gerekiyor.

Asıl girişim kaygıdan kaçınmak yerine, onun yönünü değiştirmektir.

Winston, “Kaygının kendisi ne yararlı, ne de zararlıdır. Kaygıyı yararlı ya da zararlı kılan ona verdiğiniz tepkidir” diyor.

Dingin kalabilmenin yolu da budur. 

Muvazeneli olmak

Kaygı bir tepkidir.

İnsan yaşadığını bu tür duygu durumlarla anlayabilir.

Kaliforniya Üniversitesi ruhbilimcilerinden Elissa Epel’e göre, savaşımcı stres, insanın belli bir durumla baş edebileceğine ve istemleri yüksek olmasına karşın bunu karşılayacak kaynaklara sahip olduğuna inandığı zaman ortaya çıkıyor. (Kaynak: https://www.researchgate.net/scientific-contributions/Elissa-Epel-2134181726)

Kişi, durumu alt edebilecek gücü kendinde bulamadığında da, korkutucu stres etkisini gösteriyor ve çok daha sağlıksız bir tepkiye yol açabiliyor.

İnsan bu durumu nasıl atlatacak?

“İman” ile “güvenli bağlanma” gerçekleşmedikçe insan korkularından emin olamayacaktır.

Sorun çözme becerilerimizi geliştirmeliyiz.

Sorun çözmenin ilk adımı olması gereken sıkıntının, tam tersine, sorun oluşturabileceğine dikkat çeken Kuzey Carolina Üniversitesi Kaygı Bozuklukları Tedavi Merkezi Başkanı Reid Wilson, “Sıkıntı durumunun çok uzaması, sorun çözme yeteneğini yok edebilir” diyor. (Kaynak: https://tr.socmedarch.org/dr-reid-wilson-resume-3502)

Kaygı riski altında bir hayat nasıl çekilir?  

Dikkatinizi çekmiştir:

Rabbimiz her devayı dertle birlikte eş zamanlı yaratmıştır.  

Hayat bir bulmaca gibi; bana bazen böyle geliyor. Birkaç harf çıkınca kelimenin ne olduğunu hemen anlarsınız.

Yani, uyarılarla dolup taşan dünyamızda, kaygıya yol açan sistemin aynı zamanda insanın kurtuluşuna bir çözüm olabileceğini neden düşünmeyelim?

Bir defa, kâinat eczanesinden, kalp ve beyne faydalı vitamin ve takviyeler almak önemlidir.

İkincisi, hayat algımızı, yaşama sevincimizi ve hayatımızı ulvi bir dava yolunda geçirmenin ne denli mutluluk verici olduğunu anlamak gerekir.

İlmi ve fikri müzakereler, düşünme biçimlerimizi olumlu yönde değiştirebilir.

İntisap sırrınca, insanlarla olan birliktelikler, sevgi, hürmet ve iletişim kanallarını açık tutmak kaygıyı azaltmanın toplumsal boyutunu oluşturuyor. Buna kuvve-i maneviye deniliyor.

Negatif ortamlardan, bedbinlik ve umutsuzluk dağıtan, genel geçer siyasi ve günlük rutinlerden kaynaklanan lüzumsuz bilgilerle karşılaşmaktan kaçınılmalıdır.

Hatta TV haberleri dahil, günlük polemik ihtiva eden tartışma programları izlemekten kaçınılmalıdır. Ha, bir de zaman israfı ve lüzumsuz bilgi kirliliği ile kan duruluğumuzu pisleten sosyal medya araçlarında amaçsızca zaman öldürmekten kaçınalım.

Bunlar, gerginlik oluşturur. Gücünüzün yetmediği alanlar olduğu için sizi üzmekten ve kendi hayallerinize ulaşmaktan alıkoyar.

Empati kurmak, ötekini anlamak ve yardımsever olmak etkili ilaçlardır. Başkalarını mutlu etmek güzeldir. Bunu Allah için yapmak daha güzeldir; yalnız kendinizi ıskalamayın!

Küçük mutluluklar iyidir. Meşru müzik dinlemek, ne iş yapıyorsanız çalışmaya beşer dakikalık kısa aralar vermek ve sevdiğiniz insanlarla birlikte olmak, muhabbet etmek iyi gelecektir.

Son sözün sonunu Bediüzzaman’ın kaygılarımıza sürdüğü şu merhemle bitirelim:

Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl.
Zira feryat belâ-ender, hatâ-ender belâdır, bil.

Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil.
Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ-ender hebâdır, bil.
Cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün.
O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Bil, ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hüdâbin isen, O kâfidir, bıraksan da bütün eşya lehinde.

Ger hodbin isen helâkettir, ne yaparsan bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada.

Terki demek: Hüdâ mülkü, Onun izni, Onun namıyla bakmakta.
Ticaret istiyorsan ger, şu fâni ömrünü bâkiye tebdilde.

Eğer nefsine talipsen, çürüktür, hem temelsiz de.
Eğer âfâkı istersen, fenâ damgası üstünde.

Demek değmez ki alınsa, çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiş arkasında. (On Yedinci Söz)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum