İsmail BERK
Vicdani sermaye azalınca yetmezlikler çoğalır
Sır, içinde saklı bir söz, hakikat, anlam veya bilgi ile bilinmeyenleri kapsayan bir hazinedir. Sonuçta nereden başlasak, anlasak ve yazsak da hakikatin ve bilginin yeterlilik sınırına ulaşamayacağımıza göre; erişemediğimiz, göremediğimiz ve anlayamayacağımız merak ve sorular ile arayış kapıları açık kalır. Oradan yeni bilgi ve idrak isteği, sürekli bilinmeyenin ödev olarak önümüzde durduğu bir öğrenme ve olgunlaşma ihtiyacı ile içiçeyiz.
Böylece sırlar dünyası, ilim ve müşahede ile birlikte akıl ve kalbin besleme üniteleri olarak aralandığı kadar fark edilir ki; çoğu zaman tekâmül basamaklarının başındayız. Yürüyen bantlarda ilerlesek de aslında durağan bir hâlde olduğumuz açıktır.
Anlama ve kavrama yolculuğu, kısacık ömürde bir alanda kısmen mümkün olabiliyor. Sınırlı bilgi ve deneyimle yaşıyoruz. Denebilir ki günümüzde yapay zekâ geçmişin hafızasını önümüze koyuyor; ama merak çıtası yükseliyor. Sırlar âlemi ise ayrı bir müşahede makamı olarak, Ayet'ül Kübra'da olduğu gibi "Kainattan Halık'ını soran bir seyyah..." ister.
Çünkü mekanik bilgi, ruhsuz öğrenme, duyularla takviye almayınca tamamlanamıyor. His, hayal, akıl ve idrak ile zihni bariyerlerini aşamadığı hallerde sadece robotik bir aklın bilinç eklemesi oluyor. Keşifler bilimsel düzeyde kalınca ilham verici ruhani gelişmelere açılamıyor. Teknoloji, sırlar dünyasına ve kalbin derinliklerine, merakın amaç yüklü “neden?” sorularına cevap veremiyor.
Pozitivist düzeyde kalınca çaresizliğini metafizik alana saldırıya dönüştürüyor. Enfüsi seyri akıl dürbününde okuyamayınca karartmaya çalışıyor. Kendince sorguluyor, insanı şüpheci ve eylemsiz bırakıyor. İnkâra dayandığında ise materyalist bir mantık ve kurgunun parçası olarak mücadele, güç ve kazanç sarmalında insanî vasıflarını kaybediyor.
Secdeye giden bedenlerde bile nefis, kâr hesabı ile namazın kalbine dünyanın işleyişini yerleştiriyor. Böylece bir kısım iman ehli, motivasyonunu koruyamıyor, feyz alamıyor, ibadetinde huşû ve tefekküre varamıyor. Kalbini şuurlaştıramadığı için ameller ritüel halini alıyor. İman, ihlaslı bir ahlâk ve amele dönüşemeyince, temsili taşıyamıyor.
Menfaat ve hırs yolunda bir motor gibi sürekli hareket hâlinde ama bereket yok. Kazanıyor ama mutlu değil. Çünkü egosuna odaklı akıl süzgeçleri zaaflarını çoğaltıyor. Ortaya fayda merkezli kaskatı bir “Ben” çıkıyor. Kaslar katılaşınca biyolojik ve fizyolojik olarak hissetme, naiflik gidiyor. Bedenin asabilik ve öfke hâli damarlardaki kanı bile katılaştırıyor, donduruyor.
Tam da merhametsizlik fizyolojisi... Diğergam olamama, bütün enerjisini kendine harcama ve etrafında çevirme çevikliği... Fedakâr, takdir ve teşvik edici yardım ve empati hislerini kaskatı kesiyor.
Kendisini merkeze koymadan kimsenin derdine derman, sızısına ortak olamıyor. Daha kötüsü, böyle bir gündemi çoktan kaybetmiş. Nefsin günah galerisi, hazzın girdapları, iletişimin dijital tuzakları, çevrenin riyakar cazibesi ve görünürlük hastalığı öyle bir düşürmüş ki; yoğunluk ve yorgunluk mazeretleriyle nefsin kandırmasını tescilliyor aslında.
Burada iyi niyetli düşünceler ve tekrarlanan mekanik ibadetler vicdana ve ahlaka hükmedemiyor. Damarlar kapalı, kaskatı bir duygusuzluk hakim. Gözü dönmüşlük, doyumsuzluk, kendini pazarlama, egoyu şişirme ve gafletin gayya kuyularında makam, menfaat ve heves sarmalında şöhret, takdir görme, teveccüh bekleme ihtirası artıyor.
Çünkü akıl cerbeze, şehvet günah, öfke ise zulüm ile yıkımda kendini yaşatma derdinde. Karakter olarak müflis, egoist, merhametsiz ve ahlaki çıtayı kırmış hiçbir sıfat, göz oynatmanın sessiz uyanıklığı ve aleni hava-civa gösterişinın getirdiği noktada kimse kendisini mazur ve masum gösteremez.
Bu şekilde vicdanlarda kabul görmek, topluma hizmet etmek mümkün değil. İhlâs ve uhuvvete davet edemez. Etse de etkisiz kalır.
Bu arada sırlarını bilemediğimiz her ihlâs gölgesine bile hassaten tazimle, hürmetle notumuzu düşelim.
İnandığına zarar verdiği ve etrafı tahrip edip, saplantılı boşluğuna bir kutsalı alet ederek kendini kandırması veya aldatması yetmiyormuş gibi başkasını da iyilik gösterisi ve iyi fikirler beyanı sahnesinde cezbedip, perde arkası ayrı işliyorsa işte vahim olan ve daha da dehşetlisi budur.
İhlas Risalesi'nde geçen "sırr-ı adediyet, sırr-ı uhuvvet ve sırr-ı ihlas" mantık, muhakeme ve matematik ile pozitivist insan aklını dahi ikna ediyor. Ama o akıl akil değilse anladığı ne olabilir ki?
Menfi sıfatları kristalize etmesek de ahir zamanda ifsat yetenekli süfyan bozmaları ile taassup sarmalında ahmak potansiyeli o kadar tahrip edici ki... Hepimiz bundan muzdaribiz, muhatabız ve yaşıyoruz; hâliyle mukabele edince de yaşatıyoruz.
Neden bu çağ, bu güzelim ilim ve teknoloji ile refah standartlarına ve yoğun öğrenme kümelenmelerine rağmen bu zihni sefalet, atalet ve şevksizlik? Çünkü sırrımız günahımız, paramız ile yanlışımıza destek olan kapalı iletişimde güdülenme zaafları oldu. Yanlışa göz yuman, "Aramızda kalsın"a kurban giden, kusurların saklandığı; "Kol kırılır yen içinde kalır" misali kusuru koruyan ve gizleyen kapalı devre adaletsiz beraberliğe göz yumma sırlarımız oldu maalesef.
Hakiki sırlarımız böylece kayboldu, hassasiyetlerimiz ve hususiyetlerimiz bizi terk etti. Kalanlar ise yaralı ve hastalıklı. İhlas ve uhuvvet gibi vicdani sermayeyi besleyecek tefekkürden mahrumuz. İstikbalimizin gecesini aydınlatacak, günahlarımızın yükünü atacak maneviyat ve sırlardan mahrumuz. İlham vericilerimiz gitti, ekran ve dijital vericileri meydan aldı.
Mangalda kül bırakmayan hamaset coşkuları, mangal yüreklere feraset katabilir mi? Karbondaki kömürle elması ayırabilir mi?
Çünkü ağlamayan, titremeyen, nefsine, dünyalığa itiraz edemeyen, bedelini ödemeyen, toplum vicdanına inemeyen rikkatsiz kalbin sırları olur mu? Zihni melekelerin tefekkürü ve ruhun Rabbânî latifeleri inkişâf ve inşirâh bulmadan kapılar açılır mı? Hakikatin surlarından kalesine girmeden uhuvvet ve ihlâs sırrı ile nasıl ödüllendirilecek?
Bunları seslendiren vicdanlara muhtacız.
Ya ihlas ya da manevi iflas. Üçüncü seçenek veya arası yok. "Ya minare başı ya da kuyu dibi."
Vicdani sermaye azalınca iflaslar çoğalır: Maddi, manevi, sosyal, siyasi ve psikolojik yetmezlik.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.