Bir Suphimiz vardı…

Hayat, insana dünyaca gülümsemediğinde, maruz kaldığı meşakkat ve acılar ile olayları okumanın iki farklı anlam ve yorumu karşımıza çıkar. Biri; itiraz ve kabullenememe kaynaklı "Neden ben?" sorusu ile başlayan, yaşanılanı kendi dışında sadece sebeplerle sorgulamak… Kendi durumunu başkasıyla kıyaslayarak hüküm verme yoluna girer. Çevresinden farklı yaşadığı zorlukları anlamlandıramayınca, isyana ve mücadele adı altında huzursuzluğunu arttıracak boğuşmalarla çözmeye çalışır.

İkincisi ise kaderin hükmüne dahil olur; alması gereken dersleri alır. Sebeplere başvurur, yapması gerekenleri yapar ve sabırla neticesine razı olur. Aslî görevlerini, kulluğunu, insanlığını, fedakârlığını ve ihlasını koruyarak devam eder.
İşte Suphimize, Rabbim bu imrenilecek yolu ve fıtratı nasip etti.

Rahmete ve Rahman’a bu hâl, tavır ve idrakle gitti. Kendisi­ni tanıyan binlercenin hüsn-ü şehadetiyle…

Geniş ailede zincirin en fedakâr, kopmayan halkasıydı. Sabırlı ve metanetliydi. Mütevazı ve insaniydi.

İş hayatında çevresiyle barışık, gerektiği kadar sükût; ihtiyaç halinde ise fikrini net beyan eder, duruşunu ortaya koyar ve tarafını belirlerdi.

Suphimiz, gençliğinin ilk yıllarından itibaren mağduriyetlerin içinde büyüdü. Urfa’dan Adana’ya bir grup arkadaşıyla çalışmaya gitmişti. 1970’lerin ortasında, henüz hayatla yeni tanışan bir delikanlıydı. Kimliğini kaybetmişti; ne yapacağının farkında bile değildi.

Aylar/yıllar sonra köyüne emniyet görevlileri kendisini götürmeye geldiklerinde her şey anlaşılacaktı: Kimliği, o dönem silahlı bir sol grup olan TİKKO’da bulunmuş, hücre baskınında ele geçirilmişti. Suphimiz örgüt üyeliğinden mahkemede tutuklandı. Adana’da TİKKO'cularla bir müddet cezaevinde kaldı.

Örgüt bile, "Bu bizim elemanımız değil, sadece kimliği elimize geçti; başka fotoğraf kullanıp değerlendirdik." deyince, bu süreçteki ifadeleri, beyanları, izlenen hal ve hareketiyle serbest kaldı.

Köy kavgalarının bazen ağır yükü ve yaşanan sıkıntılarla; 12 Eylül öncesi ve sonrası askerî vesayetin bunalımı altında Suphi de payını alıyordu. Ama müspette onu hep sakin ve sorumluluğunun bilincinde bir abi ve görev insanı olarak tanıdık.

Sonra Şanlıurfa’ya taşındı. Köyde ilkokulu bitirmişti ama hayatla kendini okumuştu. Çimento fabrikasında bir iş buldu. Patronu çok seviyordu; ekip sorumlusu yapmıştı. Köyden ayrılmasına en çok annesi itiraz etmişti: "Diğer çocuklardan hangisi giderse gitsin ama Suphi bende kalsın."

Rahmetli halamı ikna etmek bana düşmüştü. Sonraki yıllarda şehirde tutunma süreçlerinde annesine, kardeşlerine ve çevreye karşı yeni sorumluluklar üstlenecekti.

Risale-i Nur’la hemhal olduğu bu yeni dönem, onun insani meziyetlerini ve mağduriyetlerini şuurlu bir mümin ve ihlaslı bir Kur’an talebesi yapacaktı. Sınırında, sadakatle ve emeğinin namusuyla geçinen bir dava insanıydı.

Hizmetin kendisine verdiği görevleri öncelikle yapardı. İtimat ve sempati, tevekkül ve teslimiyetle hem ailede hem de Risale-i Nur hizmetinde bir nefer olma sükûnetiyle misyon üstlendi.

Kanaatkâr ama minnetsiz olarak çocuklarını okuttu. Köy Hizmetlerinden emekli olunca yine hep ek işler yaptı; rızkının peşinde sorumluluklarını ihmal etmedi. Mütevazı emlak dükkânında son 15 yıl bir hizmet bürosu gibi sabah derslerini ve dualı sohbetlerle kardeşlik hakkını veriyordu.

Hastalıklar, geçirdiği bir çok iş kazası ve hastane koridorları aşina olduğu sabır testleriydi.

whatsapp-image-2025-11-23-at-21-49-28.jpeg

Ömür sermayemizin son kırk yılında yol arkadaşıydık. Çocukluğumuzdan beri, hafıza, hüzün ve hizmet olarak beraberce şahitlik ettiğimiz çok hatıramız var. Urfa'ya her gittiğimde refakat ederdi. Bu yorucu görevi ve beraberlikleri soranlara, rahmetli Suphimiz tebessumle: "Ben İsmail’in işine karışmam; görevimi yaparım" derdi.

Bu söz, bir dava kardeşliğinde fıtratların birbirini tamamlama güven ve samimiyetiydi.

Yakınımdı; feragat dışında asla bir mensubiyet dili veya fırsatı ile hareket etmedi ve temsile halel getirmedi.

Refakatinde, mihmandarlığında ve hususi ziyaret ve görüşmelerde eşlik etmesinin; yardımcı olmasının her hâl ve şartında itimat etmenin ve kendini güvende hissetmenin tadını, şuurunu ve emanet bilmenin huzurunu hep verdin Suphi kardeşim.

Suphimize Allah gani gani rahmet etsin.

Âşık olduğun Üstad’ın Hafız Ali Ağabey’in vefatında ince hissiyatının özeti olan şu ifadesiyle:
"Bizden size manevi hediyeler; sizden bize rahmani teselliler devam edecektir." inşallah.

Bir hatıra ve detay bile yazamadım… Bu sana has Suphimiz… Çünkü seninle konuşmadan da hep anlaştık ve beraberdik fikren, zikren,ruhen... O mana ve ruh devam ediyor biiznillah…

İhlasla bir Suphi Benek, Hakk’a yürüdü… Bekanın farklı duraklarında bekleşiyoruz, sonunda ruz-i mahşerde başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere bütun sevdiklerimizle beraber olmayı nasip etsin yüce Rabbim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum