İslam alemi Risale-i Nur'da buluşuyor-ÖZEL

İslam alemi Risale-i Nur'da buluşuyor-ÖZEL

Arkadaşımız Peyman Ünügür, Hollanda İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ile Kahire'de görüştü

Peyman Ünügür-Risale Haber

21 Ocak-5 Şubat tarihlerinde Uluslarası Kahire Kitap Fuarı'nın bu sene 41.si düzenlendi. Dünyanın en büyük ikinci, İslam alemininse en büyüğü olan bu muazzam fuarı görmek bizim için heyecan ve keyif vericiydi. 15 günlük fuarın 10 gününe iştirak edebilme imkanı bulmamıza rağmen fuarın tamamını gezmeyi bitirememiş olmamız, fuarın büyüklüğü hakkında az çok bir kanaat uyandırır herhalde zihinlerde.

Şehrin güzel bir yerinde oldukça büyük bir alan, senede yalnızca 15 gün süren bu kitap fuarına tahsis edilmiş. Alanda, muhtelif yerlere dağılmış vaziyette yirmi civarında dev blok var. Müşahade ettiğimiz kadarıyla bu blokların üçte ikisi satış yapan yayınevlerinin standları için ayrılmış, geri kalanlarsa –çoğunlukla- yabancı ülkelerin kendi kitaplarını sergiledikleri bloklar. Herbiri Ankara’daki Kocatepe Fuarının en az iki katı olan bu blokların haricinde, bahçede kurulan standlarda da bu blokların toplamı kadar kitap gördüğümüzü söylemek mümkün.

Fuara Mısır yayınevleri haricinde Arap dünyasından da yoğun bir katılım sözkonusuydu. Katılımın bu kadar fazla olması, aradığınız özellikle de klasik bir eseri birçok yayınevinde birden bulabilmenize, dolayısıyla da basım niteliği ve fiyat açısından kendinize en uygun olanı temin edebilmenize olanak sağlıyor. Tabi bizim için daha önemli olan, İslami geleneğe ait eski ve yeni milyonlarca eserin aynı zaman diliminde bir araya geldiği bu mekanda bulunabilmiş olmak.

İlk kez bu fuarda tanışma fırsatını bulduğumuz Hollanda İslam Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'le Sözler yayınevinin standında söyleşimizi yapıyoruz:

“Bilinmeyen Osmanlı” adlı kitabınızın Arapça’ya çevrilmiş olduğunu biliyorduk, fuarda görme fırsatını da bulmus olduk. Mısır'da son zamanlarda Osmanlı'ya bakışta olumlu yönde değişmeler sözkonusu. Akademik anlamda Osmanlı'yı doğru bir şekilde anlamaya yönelik olarak yapılan ve son zamanlarda artış gösteren çalışmalar bunun bir göstergesi. Bu bağlamda kitabınız bu değişime kısa ve uzun vadede nasıl bır katkıda bulunabilir?

Bu güzel soru için teşekkür ederim öncelikle. Kahire'de 15-20 profesörle karşılaştım. Şunu Gözlemledim; Türkiye'deki bazı kesimlerin Osmanlı hakkında yapmış oldukları yanlış ve perişan tespitler Mısır Üniversitelerine aynen aksetmiş durumda.

Biraz açabilir misiniz?

Osmanlı'nın üç grup muhalifi var. Birinci grup kesin Osmanlı düşmanları. Esasında Osmanlı'ya düşmanlık etmelerinin sebebi ise dinsizlikleri, din düşmanı olmaları. Osmanlı'ya düşmanlık ederek dolaylı yoldan İslam'a düşmanlıklarını ortaya koyuyorlar. Ne yazık ki bu çizgi bugün de devam ediyor.

İkinci grup maalesef İran'daki devrimin etkisinde kalanlar ve bunların Türkiye'deki uzantılarından etkilenenler. Bunlarda da kuru bir Osmanlı düşmanlığı var. Tamamen İran'ın etkisi ve kesinlikle bilgi sahibi değiller. Üçüncü bir grup ise ülkücülerden bir ekip. Osmanlı'nın İslam milliyetini ön plana alıp Türkçülüğü geri plana atmasından dolayı rahatsız oluyorlar. Bunlar daha ziyade Osmanlı'nın laik bir devlet olduğu kanaatindeler. İşte bu üç manzara görüştüğüm 20’ye yakın profesöre aynen yansımış durumda. Yaşasın!

Görüştüğüm profesörlerin çoğunun sorduğu soru şu; “Fatih Sultan Mehmet şer'i kanunları bertaraf ederek Avrupa'dan kanun mu ithal etmiş?” Tabi kitaptan cevabını okuyunca biri ağladı: “Bu kadar mı bir millet kendi ecdadına iftira eder!” Başka birisi kalkıp; "Hocamız bize devşirme haramdır demişti, Osmanlı bu haramı doya doya işlemiş" dedi. Ben devşirmeyle ilgili kısmı okuyunca, hocam “bu ders kitabı olmalı” dedi. Dolayısıyla kitabın tam zamanında ulaştığı kanaatindeyim. Osmanlı'nın doğru anlaşılması konusunda Mısır'da şu anda bir doğum sancısı var. Elli senedir kirletilen bir vadiyi bir haftada temizlemek elbette zor. Doktora tezleri yapılmış, yalan yanlış birçok şey karışmış işin içine.

Şunu da gördüm ki Türkiye’nin Filistin meselesindeki olumlu çıkışından sonra müthiş bir çatlama başlamış Kahire'de.

Söz Filistin'den açılmışken, vicdan sahibi insanların yüreklerini dağlayan bu olayların Osmanlı hakkındaki yanlış kanaatlerin giderilmesine, en azından Osmanlı'nın yeniden düşünülmesine olanak sağlayacağını söyleyebilir miyiz? Ne de olsa Osmanlı devleti bölgede asırlarca süren bir istikrarı ve huzur ortamını sağlamayı başarmıştı.

Şüphesiz durum bundan ibaret. Bu zamana kadar bütün dünyada Filistin-İsrail ihtilafından haber veren ve konuyu aktaran sadece batılılar ve İsraillilerdi. Fakat bu sefer durum değişti. El-Cezire-vari kanallar sebebiyle değişti. Bu Gazze olayları sırasında mesela internette dünyadan neredeyse bütün kanallara ulaşabilen bir web sitesi, el-Cezire'nin ingilizce versiyonunu engelleyip sadece Arapça versiyonunu verdiler. Halbuki normalde Arapça versiyon zaten mevcut sitede. Niye böyle yapıyorlar? Çünkü Batı öğrenmek istemiyor hakikati. Ama El-Cezire'yle birlikte Türk televizyonları şimdi bunu yıktı. Hele hele TRT. Başbakan Erdoğan Davos’ta açıkça bu meselede ateşkesi bozan İsrail’dir dedi. Hem de Güvenlik Konseyi üyesi olarak söyledi bunu. Bu durum dünyada büyük kıyamet kopardı. Yani artık Filistin meselesine bakış dünyada değişti.

"Birlikte yaşamak zorundayız ancak haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" başlıklı, basın bildirisi niteliğinde bir makale yayımladım. Orada dört noktada batıya seslendim. Yirmiye yakın başpiskopos ve profesör e-mail gönderdi. "Akgündüz, sırf dilsiz şeytan olmamak için bu maili gönderiyorum ama kamuya açıklayamam korkuyorum" diye. Sonuç olarak ben Filistin meselesinin çözüm anının geldiği kanaatindeyim.

Arap dünyasının Filistin meselesinde öncekilerde olduğu gibi bir birlik sergileyemedikleri aşikar. Aslında bu pasiflik birçok alan için sözkonusu. Arap dünyası ve son olarak Mısır'daki gözlemlerinizden yola çıkarak, bu durumun Bediüzzaman Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye'de yaptığı tesbitlerin Arap dünyasında aynıyla geçerli olmasından kaynaklandığını söyleyebilir misiniz?

Aynen, satır bile değiştiği kanaatinde değilim. Şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki Risale-i Nur'u halletmeden Ezher şeyhi olsanız başarılı olamazsınız.

Sene 1987, yeni doçent olmuşum. İnsan haklarıyla ilgili bir konferansa katıldım. Marmara İlahiyat’tan 20’ye yakın prof ve doçent var. Ben de konuşmacıyım. Konuşmam müsbet manada tepki meydana getirdi. Çıkışta özellikle ilahiyatçılar tebrik etti beni. Tebrik ederek iktibas ettikleri cümleler arasında Akgündüz'ün cümlesi yok. Hepsi Üstad Bediüzzaman’dan aldığım cümleler. Benim cümlem beğenilmiyor, takdir ettikleri ve beğendikleri Üstadın tesbitleri. Artık dayanamadım en son, yahu dedim biriniz de benim cümlemi takdir edin. "Şu ana kadar 15’e yakın hoca beni tebrik ettiniz, özellikle de belli cümleleri tekrar ettiniz, hepsi Bediüzzaman'a ait. Yahu madem bu kadar beğeniyorsunuz niye görmezden geliyorsunuz?”

Onun için ruh falan yok tabi ilahiyatçıların çalışmalarında. Şimdi en büyük problemlerden biri bu Türkiye'de, İnşaallah bu değişir. Ben doğudaki Kürt kardeşlerime özellikle önem veriyorum. Risale-i Nur'u onlardan okuyan biri gördüğüm zaman iki kat seviniyorum. Kürtçülük çok tahribat yaptı bu ülkede. Ancak Risale-i Nur'la düzelebilir. Aynen öyle de ilahiyatçılara dört kat seviniyorum. Çünkü tabuları yıkılmayan birtek ilahiyatla Diyanet kaldı. Bir de Dışişleri. Şu bir gerçek ki bir ilahiyatçı Risaleleri okumadan piyasaya çıktığında gerçekten çok aciz ve yetersiz kalır. Yüzlerce eser okuyoruz şimdi alanımızla ilgili. Mesela Kardavi'nin kitapları var. Okuyorum, ruh yok, malumat... Risaleler başka... Ama o lezzet tabi bir İmam-ı Rabbani'de, Abdulkadir Geylani'de, Mevlana'da var. Bunların farkı da bu asırda yaşamamış olmaları.

Son olarak hocam, fuarla ilgili izlenimlerinizi de öğrenmek isteriz.

Bir defa benim için inanılmaz sürprizlerle dolu fuar. Bu sürprizleri saymam gerekiyor. Birincisi, bana göre Kahire Fuarı İslam aleminin en önde gelen fuarı. Ben katıldım diğerlerine de ama böyle büyük bir fuarı hiç yaşamadım. İkincisi Türk okuyucunun çok şanssız olduğu kanaatine vardım. İki noktadan; birincisi bu dev fuara Türkiye çok az katılıyor. İkincisi, sanıyorum Türkiye'den az kitap var. Yani bu çok önemli. Özellikle İlahiyat fakültelerinin her sene iki tane profesör gönderip buradaki kitapları gemiyle taşımaları lazım. İnşallah benim üniversite tanınırsa ben bunu yapmak istiyorum.

Üçüncü bir nokta; bir Suudi Arabistan koca bir binayı kendine tahsis ettirmiş. Kuveyt en az 7-8 standla katılmış. Üzülerek söyleyeyim ki Türkiye küçük bir yerle katılmış, satış-matış yok. Orada da Arap alemiyle alakası olmayan kitaplar var. Dedim “yahu merhamet edin, hiç olmazsa bizim Ayasofya kitabını bulundurun. Hiç olmazsa Bilinmeyen Osmanlı Arapçaya çevrildi onu bulundurun.” Yani Türkiye'nin standı çok zayıf. Tamam bir Suud kadar olamaz, Arap değil, bunu normal karşılıyorum. Zaten İstanbul'dan sonra İslam aleminin en önemli şehri Kahire'dir. Başka bir devlet 100 milyar dolar harcasa böyle bir fuarın çok lüksünü yapsa -ki bu da lüks değil, hiç bozuk olmayan tarafı yok- buna rağmen buraya ulaşamaz. Buraya ulaşamaz çünkü bir kere dünyanın ilk İslam Üniversitesi burada kurulmuş. Çok sebepleri var; İkincisi bütün İslami hilafetlerin burayı kendine merkez edinmesi, üçüncüsü Arap olması. Araplık işin içine girmeseydi İstanbul bu fuara daha layıktı. Ama şuanda olmaz ki kıyamete kadar da olacağı kanaatinde değilim. Ama hiç olmazsa Türkiye burada kendine daha layık bir şekilde yer alabilir.

Özet olarak bu fuar müthiş bir hazine. Bu hazinenin hiç olmazsa gezip kokusunu koklamak bile büyük kazanç. Elhamdülillah gene de üç yayınevi var. Nil, Sözler ve Altınbaşak. Bunlar çok güzel şeyler. Gelecek sene ümid ediyorum daha çok katılım olur. Sözün özü ben çok memnun kaldım.

Bir son nokta, buradaki üç profesörün sözlerini aktaracağım: "Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri artık bir Türkiye'nin, bir Mısır'ın değil bütün İslam aleminin büyük rehberi ve büyük kaynağıdır. Bunun biz ilk defa farkına vardık. İslam'ı anlatmanın ve tebliğin yolu Risale-i Nur-u okumaktan geçiyor."