Mehmet Abidin KARTAL

Mehmet Abidin KARTAL

Irkçılık… Adalet yoksa barış da yok

Günümüz dünyası, büyük bir manevi buhran yaşamaktadır. İnsanlar hayattan zevk ve lezzet alamayacak duruma gelmiştir. İntiharlar, savaşlar, terör, salgınlar ve benzeri hadiseler ile ilgili yaşananlar, dünyanın her tarafından sıklıkla duyulur bir duruma gelmiştir. Bu ve buna benzer tüm olumsuz gelişmeler, insanların kendilerini ve birbirlerini anlayamadığından, yaratılış kanunlarına uymadıklarından kaynaklanmaktadır. Kendilerini anlayamayan insanların, başkalarını anlaması düşünülemez.

Aklen ve vicdanen biliriz ki, hangi ırktan, hangi coğrafyada, hangi anne babadan dünyaya geleceğimizin tayin ve tespiti, bizim irademiz dışındadır. Milletimizi ve ailemizi tayin etme iradesi, Allah'a (c.c) aittir. Çünkü kainatta bulunan her varlığın, hikmetle ve dengeyle meydana gelmesi gösteriyor ki, onlar sonsuz bir hikmet, adalet ve ilim ile vücuda gelir. Bu varoluş tesadüfe değil, İlahi programa tabidir. İnsanın gözü, kulağı, burnu, kafası v.s bütün azalarının hikmetli ve düzenli olması gibi, insanların millet millet, kabile kabile yaratılması da boşuna değildir. Bu tarz bir yaratılışın da, elbette çok hikmetleri vardır.

İnsana kıymet kazandıran mensup olduğu ırk değil, sahip olduğu faziletler, yaptığı iyilikler ve güzelliklerdir.

İslamiyet, ırkları bir realite olarak kabul eder. Cenab-ı Hak Kur'an'da şöyle bildirir:
'Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için, sizi milletlere, kabilelere böldük.  Şüphesiz Allah katında en şerefliniz, en takva sahibi olanınızdır.' (Hucurat, 13) Hucurat Suresi’nin 10. ayetinde (Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.) imanda kardeşlik vurgusu yapılmış burada ise, bütün insanların doğuştan eşit oldukları, kimsenin imtiyazlı ya da herhangi bir haktan ve meziyetten mahrum olarak yaratılmadığı ifade edilmiştir.

Kur’an bu ayetle, toplumsal hayatta insan için çok önemli olan noktalara dikkat çekiyor:

Her şeyden önce insanlar arasında var olan farklılıklar bir tahakküm etme, üstünlük sağlama ya da egemenlik kurma vasıtası değil, bir tanışma ve dayanışma vasıtası olmalıdır. Hiçbir insan doğuştan imtiyazlı ya da doğuştan eksik değildir. Bir insanın A ırkından ya da B ırkından olması kendi elinde değildir. Dolayısıyla insanın kendi seçmediği şeylerle övünmesi mantıklı olmadığı gibi, bu sebeple kınanması ya da hor görülmesi de insanca değildir. Bir insanın kadın ya da erkek olması önemli bir imtiyaz olmadığı gibi, A milletinden ya da B milletinden olması da önemli değildir. İnsanın asıl üstünlüğü, asıl büyüklüğü ve asıl şerefi, yaratıcısına karşı duyduğu sorumlulukla doğru orantılıdır. Kim ne kadar kendisini Allah’a karşı sorumlu hissediyor ve gereğini yapıyorsa üstünlük ve şereften en büyük payı o almaktadır. Bir insan kendi ırkını ve ırkdaşlarını sevebilir; ancak bu sevgi başka ırklardan olanlara karşı bir nefrete, baskıya dönüşmemelidir. Bu müspet milliyetçiliktir.

Ayette bildirilen erkek ve dişiden murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva'dır. Bütün insanlar onların torunları durumundadır. Hz. Âdem'in aynı zamanda ilk peygamber olduğu da nazara alınırsa, bütün insanların peygamber torunları olduklarını söyleyebiliriz. Ayette farklı milletlere ayrılmanın hikmeti, insanların birbirlerini tanımaları olarak nazara veriliyor. Gerçekten de her milletin kendine has bazı özellikleri vardır ve bu özelliklerden hareketle bir insanın hangi millete mensup olduğunu belirlemek mümkündür. Ordu içindeki karacı, havacı gibi değişik kısımlar nasıl kıyafetleriyle ayırt ediliyorsa, milletler de belli özellikleriyle birbirinden ayırt edilmektedirler. Ordu içindeki farklılık bir çatışma vesilesi olmadığı gibi, farklı milletlere mensup olma da çatışma vesilesi yapılmamalıdır. İnsana kıymet kazandıran mensup olduğu ırk değil, sahip olduğu faziletlerdir. Yoksa hemen her millette hem iyiler, hem de kötüler bulunmaktadır.( Âdemin Torunları İslâmî Açıdan Irkçılık ve Milliyetçilik Konularına Genel Bir Bakış, Şadi Eren, İstanbul, 2008)

Irklar, insanlık kilimindeki farklı renkler ve desenlerdir. Yüce Allah, sanatında daima renkliliği esas almıştır. Mesela, renkler yedidir, sesleri gösteren notalar yedidir, tatlar farklı farklıdır? İnsanlık âleminde farklı ırkların olması da ilahi kader programından gelen bir güzelliktir. Kilimdeki farklı motif ve desenler o kilime farklı bir güzellik katar. Gök kuşağı tek renk olsaydı, şimdiki kadar güzel olmazdı. Farklı ırklar ve milletler de dünyamıza farklı güzellikler kazandırmıştır. Ülkemizde farklı ırkların varlığı, muazzam bir kültür zenginliğini netice vermiştir. Ülkemizin doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde farklı yemekler, farklı müzikler, farklı mimari durumlar' bizleri "büyük millet" yapmaktadır.

Yunus Emre, Kur'an'dan aldığı dersle 'Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü' der. Ama herkes Yunus Emre kadar olgun olmayabilir. Şöyle bir olay anlatılır:

Bir grup insan hac vazifesini eda ederken, beyaz ırka mensup bir Müslüman, zenci birini görünce biraz yüzünü ekşitir. Zenci, yanındaki arkadaşına yönelir ve şöyle der:
'Bana yüzünü ekşiterek bakan şu Müslüman kardeşime, sor bakalım, boyayı mı beğenmemiş, yoksa boyayanı mı'?

Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın boyası" ifadesi geçer. En güzel boyanın "Allah'ın boyası" olduğu ifade edilir. (Bakara, 138) Ayetin işari bir manası insanlık âleminde kendini göstermektedir. İnsanlar esas azalarda bir olmakla beraber, ses, sima, renk gibi durumlarda farklı farklıdırlar. Kur'an şöyle bildirir: "Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır." (Rum, 22)

Irkçılık

Irkçılık, körü körüne bir ırkı ve kavmi veya bir soyu üstün sayarak diğer ırkları aşağı görmektir. Kendi adetlerine dayanmayan esasları kötüleyen, saldırgan, istilacı ve zulümkar bir zihniyettir. Irkçılık, dinî bağları gevşeten, anarşi ve vahşete yaygınlık kazandıran ve toplum yapısında tahribe yol açan bir mikroptur. O, bilhassa hayata nizam veren dinî ve ahlâkî esaslar yerine, ırkî ve kavmî bağları esas aldığı için tahripkârdır. Toplumların bünyelerinde fitnenin en korkunç olanı, soy-sop iddiasıdır. Bu sebeple bu hastalık, birliğimizi parçalamaya müsait unsurların başında gelir. Çünkü, ırkçılığın özünde ihtilâf ve ayrılık yatar.

Kökleri Avrupa'daki reformasyona dayanan ırkçılık düşüncesi; başlangıçta, din, ahlak, hukuk gibi kavramları tarihin dışına iterek kasti bir unutma sürecinin önemli bir parçası olarak gelişmiş ve bu sürecin sonunda başka biçim ve formlarda yeni bir "beşer dini" olarak ortaya çıkmıştır. Eleştirel bir gözle bakıldığında "geçmiş"teki "din-devlet" birliği, günümüzde yerini sadece ulus-devlet birliğine bırakmış gözükmektedir. Bu yeni durumda içerik yeni, biçim ve espri eskidir. Bu bağlamda, Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye isimli kitabında  menfi milliyetçiliğe (ırkçılık) ilişkin şunları söylemektedir: "Asabiyet-i cahiliye birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Bunun için ırkçılar, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar." (Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 96.) Bu ifadenin ilk cümlesi ile ikinci cümlesi arasında ilk bakışta bir bağlantı kurmak zormuş gibi gözükse de; ırkçılığın gaflet, dalalet, riya ve zulmetten meydana gelmiş olmasının, milliyetin mabud olarak görülmesine sebep olduğu tespit edilmektedir.

Bu tespit, "bir din olarak milliyetçilik" kavramını ortaya çıkarmakta, milliyetçilikte gözlenen genel eğilimi yansıtmaktadır. Fransız Devrimi modern ulusçuluğun en önemli işaret taşıdır. Devrim, Batıda eski dinin yerine yeni bir "ulus dini"ni ikame edecek bir gelişmenin simgesiydi. Bu yeni beşer menşeli dinin kendine göre taşıyıcı kadrosu, ritüelleri, ayinleri ve kutsalları vardı. Çağdaş anlamda ulusçuluk, dinden boşalan ve kutsaldan tecrit edilen duygulara, ulusçu düşünce ve ırkçılık burjuva seçkinleri tarafından "bilimsel" yöntemlerle şırınga edildi. Filozof Nietzsche'nin de etkisiyle bu düşünce hızlı bir yayılma alanı buldu. Onun açtığı yoldan gidenlere göre, modern çağda insanların artık Tanrıya ihtiyaçları yoktu; "bir yaratıcı kudret"e dayanma yerine ulus ve ulusçuluk yeni bir idol olarak ikame edildi. (Bünyamin Duran, "Irkçılık, Ulusçuluk, Milliyetçilik ve Müslümanca Tavır", Köprü, yıl. 1995, sayı: 52, s.15.) Milliyetçiliğin/ırkçılığın ileri götürülmesi halinde sahte bir "din"e varılacağı düşüncesinin doğruluğunu, psikolojik ve sosyolojik boyutlardaki tezahürlerde görmek mümkündür. Milliyetçilik hayali de olsa bir grupçu yapı ortaya çıkarır, kitleler arasında yeni bağlar kurmaya çalışır. Çünkü, modern birey hem "sonsuz bencil" hem de ihtiyaçlarını karşılama noktasında her zamankinden daha çok başkasına muhtaçtır. Sonsuz bencillik kendine tapınmayı, sınırlılık ise hayali de olsa bir gruplaşmayı gerektirmiş, ırkçılık ise bunların engellenemeyen evliliğinden doğmuştur. (Etienne Balibar, Irk, Ulus, Sınıf: Belirsiz Kimlikler, İstanbul: Metis Yayınları, 1993, s. 120.)

Bu anlamıyla milliyetçilik/ırkçılık kavramlarının, "vatan", "vatanseverlik" kavramlarıyla karıştırılmaması gerekir. Vatanseverliğin, kişinin komşularına, soydaşlarına hatta bütün dünyadaki varlıklara karşı duyduğu sevgi, merhamet ve sorumluluk duygusunu anlattığı kabul edilip, "milliyetçiliğe" de böyle bir vurgu yüklenmesi halinde ortada önemli bir mesele kalmaz. Çünkü, din bağlamında, vatanseverlik, şahsi tercihe bırakılmayacak konular arasındadır. Hariçten gelen, yabancı devletlerin toprak ihlallerine karşı müdafaa yapmak, her bir müminin dini görevleri arasındadır. İslam, bu dünyadaki ceza ve mükafata (namus ve malın korunması) bir de ahiret mükafatı (şehitlik) ilave ederek, vatanseverliğin icaplarına uymak için gerekli motivasyonu kat be kat artırır. Yani hakiki bir mümin, aynı zamanda gerçek anlamda vatanını seven bir kimse olmak durumundadır. Modern dönemlerde, özellikle son iki yüzyıl içinde Milliyetçilik/ırkçılık kavramı, bu anlamda bir "vatan sevgisi"nden daima başka, dışlayıcı, nefret ve düşmanlık tohumları içeren bir anlam içermektedir.  Said Nursi eserlerinde, sık sık vatana ve millete nafi [menfaatli] adamlar yetiştirmek" vb. ibarelere yer vermektedir ki, bu, onun "vatan sevgisi" ve gayret ile sınırlı olan milliyet kavramı ile ırkçılık arasında kesin bir ayırıma gittiğini göstermektedir. Ona göre; "dil, din bir ise, millet birdir" yargısı doğrudur. Müspet milliyetçiliği ifade etmektedir.  Kuvvetli bir milleti (menfi milliyetçilik /ırkçılık değil) ortaya çıkaracak unsurlar babından olarak, dil, din, vatan birliğine işaret edilmektedir. (Mektubat, s. 314.) "Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur'ân ve imandır." (Münazarat, s. 99)

Irkçılığın Zararları

* — Soy-sop üstünlüğü toplum hayatının temel esaslarından biri olan adaleti ciddî biçimde zedeler. İnsanlığa hediyesi zulüm, baskı ve terördür. Çünkü, ırkdaşlarını kayırmak, ırkçılığın ayrılmaz bir vasfıdır. Bu bakımdan, bir ırkçının adil olması ve insafla hareket etmesi mümkün değildir.

* — Irkçılık toplumdaki bağları zayıflatır. İnsan saadetinin ve mutluluğunun temel taşı olan meziyetleri kökünden yıkar, kardeşliği sarsar, muhabbeti gölgeler, samimiyeti yok eder. Kin, haset, düşmanlık gibi manevî mikropların kaynağı olduğundan, birlik ve beraberliği zedeler.

* — Soy-sop davası gütmek, insanı korkunç bir vahşet ve kin iklimine doğru sürükler. İnsanın mahiyetindeki şefkat, merhamet, yardımlaşmak gibi yüksek huyları tamamen yok eder.

* —Irkçılığın tabiatı, başkalarını yutmakla beslenmektir. Irkçılığın felsefesi, gurur ve enaniyet, üstünlük iddiası ve asalet davası gibi çirkin esaslara bina edildiğinden toplum hayatında daima fitne ve fesadı körükler, huzursuzluk ve keşmekeşliğe sebep olur. Meziyet ve faziletleri yalnız kendinde bilmek, kendi kusur ve noksanlıklarını da kendinde görmeyip hep başkalarında görmek ırkçılığın sonucudur.

* — Irkçılık, insanlık alemini mahveden bir zakkum ağacıdır. İnsanlık, onun zehirli meyvelerinin sancısını, asırlarca çekmiş ve halen de çekmektedir. Birinci ve İkinci Dünya savaşları bunun en son şahitleridir.

* —Irkçılık, yıkıcı bir fırtına gibidir. Tarihin Şahitliğiyle nice devletleri zaafa düşürmüş, nicelerini tarih sahnesinden silmiş, zorlama ve baskı ile nice üzücü olaylara sebep olmuştur.

Dünya tarihi, ırkçılığın acı tablolarıyla doludur. Birkaç misal vermek gerekirse; Hitler Almanya’sının "üstün ırk teorisi" saçmalığı, İkinci Dünya Savaşı'nın patlamasını netice vermiş ve milyonlarca insan vahşice öldürülmüştür. İtalya'da Mussolini'nin faşist rejimi orada korkunç bir terör estirmiş, binlerce insanı imha etmiştir. Avrupa uluslarının sömürgecilik hareketlerinde haksız ve insanlık dışı eylemleri meşrulaştırmakta ırkçı görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika`ya geldiklerinde Yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve saldırgan politikalarını, Yerlilerin İspanyollardan farklı oldukları, kendileriyle aynı anlamda insan bile sayılamayacaklarını öne süren ırkçı teorilere dayandırdılar, topraklarını ellerinden aldıkları Yerlilere insan gibi davranmanın gerekmediğini öne sürdüler. Thomas Carlyle, James A. Froude, Charles Kingsley ve özellikle Rudyard Kipling’in yazılarında ısrarla işlenen "beyaz adamın misyonu" düşüncesi de sömürgecilik döneminde ırkçılığı meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici bir işlev gördü.

Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı öteki ırklara medeniyet götürüyor, dolayısıyla insanlığa hizmet ediyordu. Başta İngiliz, Fransız ve Portekizliler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler Asya`da, Afrika`da, Hindistan ve Uzak Doğuda sömürgeleştirme faaliyetlerini bu sözde "medenileştirme" görevlerine dayandırıyorlardı. ABD`de ise ırkçılık önceleri katliam ölçüsünde yerlilere, daha sonra da siyahlara yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli ölçüde bir uzaklaşma eğiliminden söz edilse de başta ABD olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmekte; özellikle ırk ayırımının yasal olarak sürdüğü Güney Afrika ile İsrail`de en katı ve acımasız biçimiyle egemenliğini yürütmektedir. Sömürgeci Avrupa'lıların Güney Afrika'daki yüz binlerce insanı top yekûn imha hareketleri Batı Medeniyetinin utanç verici kara tabloları olarak tarihin sayfalarındadır. Irkçılık dünya barışına, refahına sabotajdır.

* —Irkçılık insandaki yüksek hamiyet hislerini, sadece kendi ırkına hususileştirmekle hamiyet çerçevesini daraltır. Yüksek, ebedî, manevî ve uhrevî ideallerin gelişmesini engeller. İnsandaki fıtrî seciyelerin yerlerini değiştirir. Meselâ: Tevazuya bedel gurur, muhabbete bedel kin, yardımlaşmaya bedel çarpışma psikolojisini aşılar, Hakka bedel kuvveti esas alır.

Sözün özü

Batı medeniyetinin insanlar arasındaki bağı sağlamak için ileri sürdüğü unsur, ırkçılık, menfi milliyetçiliktir. Irkçılığın ölçüsü, kişinin kendi ırkından olanı üstün görmesi, haksızda olsa başka ırktan olana tercih etmesidir. Böyle bir anlayış insanlığa huzur ve mutluluk getirebilir mi?  Bu medeniyette başkasını sömürmekle, yutmakla beslenen ırkçılık Eski Yunan döneminden Hristiyanlığa ve bugüne kadar devam etmiş, varlığını sürdürmüştür. Irkçılık fikri her devirde ortaya çıkarak, savaşların çıkmasına, devletlerin yıkılmasına sebep olan zararlı bir cereyandır. Tarihi süreçte birçok Avrupalı sömürgeci ülkelerin Asya’da, Afrika’da, Uzak Doğuda sömürgeleştirme faaliyetleri ırkçılığın bir tezahürüdür. Çünkü ırkçılık başkasını sömürmekle, yutmakla beslenir.

Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, Batı ülkelerinin Afrika’ya gelişini; “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı” bu sözlerle dile getirmiştir. Afrika gerçeğini anlatan ve bir Afrikalı olan Kenyata, durumun vahametinden bahsetmiştir.

ABD’de ırkçılık yerlileri öldürerek başladı, daha sonra  zenci, beyaz ayrımına yöneldi. Zencilere zulümler yapıldı. İkinci sınıf vatandaş muamelesi gördüler. Hala da görüyorlar.  Benin’li aktivist Kemi Seba, ABD Başkanı Donald Trump'ın göçmenlere "İğrenç ülkelerden geliyorlar" diyerek hakaret etmesine tepki göstererek, "Yaban domuzu Trump'ın açıklamaları, ABD ve Batıdan medet uman Afrikalıların rüyalarından uyanmasına sebep oldu. Trump, Batı barbarlığının kokuşmuş yüzüdür. ABD ve Batı medeniyetinin, Afrika soykırımı ile köleleştirilen siyahiler üzerine kurulduğu unutulmamalıdır." yorumunu yapıyordu.

ABD’de siyahilere yapılan zulümler devam ediyor. 25 Mayıs 2020’de George Floyd adında 46 yaşında bir siyahi Amerikalı, Minneapolis kentinde beyaz bir polis tarafından öldürüldü.
Hem de ensesine dayadığı dizinin altında can çekişen George Floyd’un “I can’t breathe” (Nefes alamıyorum) diye çığlık atmasına ve yalvarmasına hiç aldırış etmeden. Yanındaki 3 beyaz polis de seyirci kaldı.

17 yaşında genç bir kız, cep telefonuyla 8 dakika 46 saniye boyunca çektiği ve son 2 dakika 53 saniye hiç reaksiyon göstermeyen George Floyd’un yaşamını yitirmesini ve düpedüz ırkçılığı içeren bu görüntüleri sosyal medyada paylaşınca, ABD’de halk sokaklara döküldü.

ABD’nin çeşitli kesimlerinde ırkçılığa karşı protesto gösterileri düzenlendi. Protestolar devam ediyor. Dünyanın birçok ülkesinde de gösteriler düzenlenerek ABD’de yaşanan bu ırkçılık protesto ediliyor.

Irkçılık yalnız ABD’de değil her yerde…
Yapılan bilimsel araştırmalara göre İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinde, siyahiler  başta olmak üzere ‘kendilerinden görmedikleri’ göçmen kökenlilere, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan bir tutum sergileniyor.
Irkçılık toplumları zehirlemekte, huzur ve refahı yok etmektedir.

ABD’deki ırkçılık protestolarında No justice no peace. (Adalet yoksa barış da yok) sloganı yankılanmaktadır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, adalet, hak, hukuk, merhamet yoksa orada barış da olmaz. Barışın olmadığı yerde huzur, refah yaşanamaz.

İnsanlık huzur, barış ve refah istiyorsa, artık ırkçılık zehrinden, salgınlardan kurtulmak için kafa yormalı, ciddi uygulamaya yönelik projeler üretmelidir. Bütün insanlar Hz. Adem ve Havva’nın çocuklarıdır. İnsanlar arasında var olan farklılıklar bir baskıya, üstünlük sağlama ya da egemenlik kurma vasıtası değil, bir tanışma ve dayanışma vasıtası olmalıdır. İnsanlık ilahi mesajı dinlemelidir. 'Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için, sizi milletlere, kabilelere böldük.  Şüphesiz Allah katında en şerefliniz, en takva sahibi olanınızdır.'(Hucurat, 13)

Kainatın Efendisi Efendimiz (sav) Veda Hutbesinde ilahi mesajı tefsir ediyordu "Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum