Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

İnsanlar neden kolay kandırılıyorlar?

Okuma süresi: 10 Dakika

Osman Ziya Sülün’ü tanır mısınız?

1984 yılında “Sülün Osman” olarak ölen ünlü dolandırıcıydı.

1950 ve 60'lı yıllardaki malum “işleriyle” ün kazanmıştı.

“Sülün Osman”, İstanbul’da Tünel tramvayı, Galata Kulesi, meydanlarındaki saatler, şehir hatları vapurları gibi kamu mallarını saf vatandaşlara 'satarak' ya da ‘kiraya vererek’ para kazanmakla efsane haline gelmişti.

Hatta o zamanın 6-7 katlı apartmanlarını hayretle seyreden taşralı insanlara, saydığı katlar kadar ödeme yaptıran bir dolandırıcıydı.

Bu “başarısını” "Alınteri ile Yaşamak" konulu konferansına konu bile yapmıştı.

Hayatı ve dolandırıcılıkları birçok filme konu olan Sülün Osman, bir kitapta geçen bir ifadede, manevi duygularını rencide ettiği gerekçesiyle Aziz Nesin'e dava bile açmıştı.

1980 sonlarında, siyasi iktidarın köprüleri ve oto yolları satma girişimi tartışmalarında, Sülün Osman’ın adı polemiklerde kullanıldı.

Galata Köprüsü'nü satmak üzereyken tesadüfen yakalanmış; 1984'te Beyoğlu'nda sürekli kaldığı otelde kalp krizinden ölmüş ve kimlik taşımadığı için kimsesizler mezarlığına gömülmüştü.  

***

Biraz daha eskiye gidelim ve size bazı sembol isimler sayayım:

Tarihimizde bilinen ilk dolandırıcı Eyüplü Halit’tir. 1920 başlarında, İstanbul Eyüp semtinde sahte karakol kurarak, azınlıkları ve kadınları soyan bir dolandırıcıydı.

Bunu bir tarafa yazalım; diğerlerini kısaca sayalım.

1980’lerde Ponzi sistemiyle para toplayan Titan saadet zincirini hatırlıyor musunuz?

Selçuk Parsadan? Parsadan, eski siyasetçilerden pek çok kişiyi de sahte kimliklerle dolandırmıştı.

“Raki” lakaplı Zobu?

Banker Bako?

Banker Kastelli?

Nasıl, hatırlıyor musunuz?

Ayşe Benli’yi?

Benli, Türk dolandırıcılığını dünyaya açan ilk kadın çete reisidir. Las Vegas’a 2 milyon dolar kazık atmış muhteşem bir Türk’tür.

Son olarak 2016’larda ortaya çıkan “Çiftlik Bank” ve sahibi Mehmet Aydın.

Bunlardan başka, günümüzde cep telefonlarımızı arayarak banka hesaplarına girmeye çalışan yüzlerce dolandırıcıyı saymıyorum. Ki, bu telefon oyunları üzerinden banka hesaplarına girip dolandırdıkları “zeki” insanlar arasında profesörler, devlet adamları, üst düzey hukukçular da oldukça fazla.

Türkiye dışından etkileyici isimlerin başında ise Charles Ponzi geliyor. Ponzi daha sonraları ortaya çıkan ekonomik dolandırıcıların akıl hocası sayılır.

Ponzi’nin hikayesi şöyledir:

1920’lerin ABD’sinde çöken ekonomiden sonra kurduğu saadet zinciri sayesinde milyon dolarlar kazandı. İtalyan’dı. Yakalandı. Hapis cezası aldı. Hapis cezasını tamamladıktan sonra batık tahvilleri yatırımcılara satarak yeniden dolandırdı. Sonraları, yakalandı. ABD hükümeti Ponzi  ile başa çıkamayınca İtalya’ya iade etti.

1949 yılında ölen Ponzi, İtalya’da Mussolini’ye finansal danışmanlık bile yaptı. Ponzi sistemi diye adlandırılan dolandırıcılıkları, kendisinden sonraki tüm mali dolandırıcılıkların öncüsü sayılıyor.

***

Ekonomik Dolandırıcılık

Bu dolandırıcıların kısa yaşam öykülerine baktığımızda birer “ekonomik dolandırıcı” olduklarını görüyoruz.

Bu dolandırıcılar kimi dolandırıyor? Hangi amaçla dolandırıyor?

Baktığımızda da dolandırılanların ortak özelliği, benim gördüğüm, bir kısmının parasını koruma telaşıyla paralarını kaptırma korkusunun işletilmesi, bir kısmının da kısa yoldan para kazanmaya inandırılması. 

Dolandırıcıların ortak özelliği da aynı: Kısa yoldan kazanç sağlamak.

Yani iki tarafın da amacı aynı; ekonomik çıkarlar.

Peki, muhtemelen sistemli bir eğitimden geçmemiş, hatta belki hiç okula bile gitmemiş olan bu dolandırıcılara, çoğu üniversite mezunu, bir kısmı akademisyen, meslek sahibi, makamına göre gelir düzeyi yüksek insanlar neden aldanıyorlar?

Bu insanlar neden kandırılıyorlar?

Sosyal Dolandırıcılık

İkinci tür dolandırıcılık ise ekonomik olmayan dolandırma türüdür ki buna “Sosyal dolandırma” diyebiliriz. Bunların da büyük resimdeki yeri yine ekonomik dolandırıcılığın alt boyutlarıdır.

Bu tür dolandırıcılıklar sosyolojik ve sosyal psikolojik olarak incelemeye değer olaylar ve kahramanlarıdır.

Sosyal dolandırıcılık, dolandırıcı boyutunda başlangıçta masum olsa da olayların akışında sonu kötülüğe çıkan ince ve derin bir yol izler. İnsanların duygularını ve düşüncelerini dolandırmayı içerir. 

Bu tür sosyal-psikoloji alanındaki bazı dolandırıcılık türlerinin sadece başlıklarını yazalım:

Güven dolandırıcılığı

Duygu dolandırıcılığı

Fikir dolandırıcılığı

Akıl dolandırıcılığı

Sevgi dolandırıcılığı

İnanç dolandırıcılığı

Kalp dolandırıcılığı

Burada da aynı soruları soralım;

İnsanlar neden kandırılıyorlar?

Kitleler neden yanılıyor? Yanıltılıyorlar?

Siyasi vaatlerini yerine getirmeyen insanlar da benzer kapsamda mıdır?

Bu insanlara kolayca neden kanıyoruz?

İnsanlar Neden Kolayca Kanıyorlar?

Bu soruya içinizden geçen cevabın genetik olarak “Babamız Âdem” yüzünden diyenler olacaktır. 

Eğer O, şeytana aldanmasaydı, biz de bu dünya hayatında şeytana kanmaz, melek gibi pür masum olur, içimizden de bazıları “Kandırıkçılık” mesleğini edinmezdi.   

Ancak, babanın suçu oğluna tevarüs edemez, oğlu yüklenemez.

Koca koca unvanı olanlar, benî âdemin âkilleri ve düşüncede ileri gidenleri bile kandırıkçılara inanıyorlar da Âdem babamız ne yapsın?

İşin latifesi bir yana, böyle bir soruya cevap vermek bazı ön kabuller gerektirir.

Peki, temel neden nedir?

Bir: İnsanların kolay kandırılmasının altında yatan esas hakikatin, insanların doğruya, hakka ve hukuka olan eğilimi olduğunu düşünüyorum.

İnsanın fıtratı doğrulukla yoğrulmuştur.

Doğruluk asıldır; aldatma, kandırma, yalan ve hile tebeidir, ikincildir.

İki: Kandırılmanın en temel sebeplerinden diğeri ise, insanın güven duyma ihtiyacından kaynaklandığını düşünüyorum.

Çünkü insanların beynindeki zihinsel kısa yol “güven” üzerine inşa edilmiştir.

Güven, inanma duygusunun temelidir. Kendisine güvenilen insan, ondan emin olunan insandır.

Yalan söylemeyeceğine, yanlış yapmayacağına olan inanca dayanmaktadır.

“İman” demek güven duymak veya güvenli bağlanmak demektir.

“Mü’min” ise kendisine şeksiz şüphesiz güvenilen saf modeldir.

“Mü’min” aynı zamanda, Allah’ın güzel isimlerinden biridir ki, gerçek güvenilecek varlık Allah’tır. Dünyadaki tüm güvenme mertebelerinden daha yüksek bir güven sahibidir.

Rabbimiz, kullarına yaşama emanı ve hayatını sürdürmesi için de güven verir; insan da gelecekle ilgili olarak evhama düşmeden, huzurla hayatını yaşar.

Mesela, yarın güneşin doğacağına dair kimsenin şüphesi yoktur. Farkında olmasa da tüm insanalar Allah’a karşı bir güven duymaktadır. Güvenli bağ zayıfladığında, El-Mü’min kendini hatırlatacak, mü’minleri tekrar kendine bağlayacak nimet yoksunluğu, musibetler, hastalıklarla hatırlatıp, nimetlerini yeniden göndermeye zemin hazırlar.

Rızkımızı taahhüt altına aldığına dair bize güven veren de yine O’dur. 

“Mü’min aynı delikten iki defa sokulmaz.” (Hadis)

O halde mü’min insanlar en azından aldatmaz.

Eğer “mümin” iseniz, “güvenilir olmalısınız.”

Doğru, dürüst, güvenilir, yalansız yaşayan, hakkı üstün tutan, fiili yalancılıktan da uzak duran kişinin adı mü’mindir.

“Sırat’al-Müstakim” üzere olanlara vaat edilen nimetlerdir bunlar.

Özetle, insan iki güzel özelliği nedeniyle kandırılmaktadır. Bu özellikleri yerinde ve yolunda kullanamazsa aldatılması çok kolaydır. 

Birincisi: İnsan türü inanmaya kodlanmış varlıktır. İnanmak insanın genlerinde vardır. Oysa “inkar” veya hakikati örten anlamındaki “küfür” tebeidir; birincil derecede düşülecek bir kuyu değildir.

İkincisi: Kabiliyet ve yeteneklerin onu veren Rabbini tanıması, ona yönelmesi; karşılığında yanlışlıklardan kaçınılması amacıyla insana verilmesine karşılık, insanın bu yetenekleri yanlış yerde kullanması bir zulmü doğurmaktadır.

Çünkü bir takım elemanı, olması gereken yerde kullanılmazsa ona haksızlık olur. (Birşey mâ vudia lehinde istihdam edilmezse atâlete uğrar, matlup eseri göstermez. Sünûhat) Bu durumdaki insanların kandırılması durumu aslında bir istihkaktır; hakkedilmiş bir cezadır.

Özetle, inanmak asıl, inkar etmek tebeidir.

Bediüzzaman inanmanın asıl ve fıtri olduğunu Lemeatte, “Mubtıl, bâtılı hak nazarıyla alır” balığı altında şu şekilde söyler:

“İnsanın fıtratı mükerrem olduğundan, kasten hakkı arıyor.

Bazen gelir eline, bâtılı hak zanneder; koynunda saklıyor.

Hakikati kazarken, ihtiyarı olmadan dalâl düşer başına; 

hakikattir zanneder, kafasına geçirir.”

Allah’a olan imanını O’na güvenmesi gerektiği yerde kullanmayıp, en güvenilmez varlık olan insanlara safça boca ederse, ceza olarak güvendiği o insanlardan olumsuz karşılık görecektir.  Maksadının aksiyle tokat yiyecektir.

İnsanın Allah’a olan imanı ve inancı fıtri olduğundan, bu inanç bütünüyle kapsam dışı kullanıldığında hedefi şaşırıyor ve sukut-u hayale uğruyor.

“Mü’min” Aldanır mı?

“İnsan aldanır.” (Yedinci Söz)

Toplumsal kategorilerde kandırılması en zor grubun dindarlar olması gerekirken, günümüzde en çok kandırılan kesim, kendilerini dindar olarak niteleyenlerdir.

Bu konu son yüzyılın da konusudur.

Sosyal ve siyasi bağlamları oldukça karmaşıktır.  

Öncelikle en masum vaziyetten başlayalım:

Bu hakikatte dindar insanın masumiyeti ve saflığı; kandırıkçı insanlara su-i zan etmek yerine hüsn-ü zan etmesi, Rabbine güvenmesi gerektiği yerde dünyevi sebeplere eğilim göstermesi gibi, yerinde kullanılmayan davranışların ve düşüncelerin önemli bir payı olduğu düşüncesindeyim.

Bu yargı, Bediüzzaman’ın tespitine dayanmaktadır.

Bediüzzaman bu durumu şu şekilde tasvir eder:

“Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır.

Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler, ‘Biz buna müstehakız’ derler.” (Kastamonu Lahikası, 19. Mektup)

Bağdat’ın âlimlerini arkalarına alan Moğol zalimleri, Bağdat’ı yerle bir edip, bir medeniyeti yok etmediler mi? Dinini dünyaya satan bedbahtların verdiği zararı, başka  kim verebilir?

Korku ve ümitleri su-i istimal edilen ve “Ulema’üs-Su’” un gerçekçi olmayan, hayali hakikat sanan görüşleri nedeniyle son yüzyılda ehl-i İslam perişan edilmedi mi?

Kendine biçilen son rolünü terör estirerek, ihtilalci bir kimlikle oynayan ve kendisine inanmış yüzbinlerce insanı mağdur eden sözde hocaları görmedik mi?

Tüm bu yaşanılan olaylar ve olayların failleri, Bediüzzaman’ın yukarıdaki cümlelerinin birer muhkem yorumuna işaret etmektedir.

Mü’min izzetli olmalıdır. Ancak izzetini ehl-i dünyaya karşı kullanmalıdır. Zarar vermemesi kadar, zarar da görmemesi makbuldür.

Bediüzzaman, mü’minin izzetini ve saflığını, hileden ve aldatmadan müstağni olduğunu şöyle ifade eder:

Fahr olmasın, derim: Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira, biliyoruz ki, ‘En büyük hile, hileleri terk etmektir.’”

***

Kur’an-ı Kerim de mü’minlerin müdakkik ve muhakkik olması gerektiğini, mü’minlerin “araştırma davranışına” sahip olmaları gerektiğini öğütler:

“Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucurat,6)

***

Muhammed’ül-Emin olan Resulullah hakkındaki övgü ise onun davetinde ne kadar dürüst olduğunu ifade eder:

“Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemâlâtla beraber bu kadar mu'cizat-ı bâhiresi bulunan bir zât (a.s.m.) elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kàbil değil.” (Tarihçe-i hayat, Kastamonu Hayatı)

Mü’minlerin Kandırılma Sebepleri

Kandırılan insanların/mü’minlerin ortak özelliklerine baktığımızda şunları görebiliriz:

1- Ön kabul sahibi olmaları

Sahip olduğu değer yargılarına yakın oldukları fikirlere karşı önkabulleri, olumlu önyargıları yüksektir.  Bu durum aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı oldukça sakıncalı bir tutumdur.

2- Araştırmadan kabul etmeleri

Önkabule bağlı olarak, ileri sürülen fikri araştırmaya gerek görmeden, delilsiz kabul etmektir.  Tahkik etmeksizin, muteber insanlar yüzünden yanaıltılmaktadır.

Bediüzzaman bu konuda şunu söyler:

“Hattâ ilm-i mantıkta “kaziye-i makbule” tâbir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir; mantıkça yakîn ve kat'iyyeti ifade etmiyor, belki zann-ı galiple kanaat verir.

İlm-i mantıkda; burhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki, bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu burhan-ı yakinî kısmındandır.” (Emirdağ Lahikası-I 53. Mektup)

Bediüzzaman, bir fikrin eleştirisinde ifade edilen bir görüş hakkında şu soruları sormamızı ister:

“Kim demiş?”

“Kime demiş?”

“Ne zaman demiş?”

“Hangi makamda (bağlamda) demiş?”

Bu kurallara göre hareket etmek yerine, olumlu önyargıda olduğu gibi, muteber kişilerin görüşlerini veya aksiyonlarını delilsiz ispatsız kabul etmek, bir felaketin habercisi olabilir.

Fena ve fani bir adamın (V.Lenin) güzel ve baki sözü var. Aslı Rusçadan İngilizceye geçmiş söz şudur:

“Trust is good, control is better!” (Güvenmek iyidir, kontrol etmek daha iyidir.).   

Kısacası, en yakın bulduğunuz insanlar bile olsa, o fikri farklı açılardan incelemekte yarar vardır. 

Sürecin kontrolü, son kontrolden daha az maliyetli ve daha az zaman kaybıdır.

Sokratik (Eleştirel) Düşünün!

Bu konuda çok sevdiğim Sokrat kardeşimizin Üçlü Filtre Testi de “Eleştirel Düşünme” bağlamında önemlidir.

Bir gün bir tanıdığı bu büyük filozofa rastladı ve dedi ki, “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika bekle” diye cevap verdi Sokrates. “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna ‘Üçlü Filtre Testi’ diyorum.”
“Üçlü Filtre?”
“Doğru,” diye devam etti Sokrates. “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. 

Birinci filtre ‘Gerçeklik Filtresi’: Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçeği yansıttığından emin misin?”
“Hayır,” dedi bir süre duraklayan adam… “Aslında bunu sadece duydum ve…”
“Tamam,” dedi Sokrates. “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.” 

İkinci filtreyi deneyelim; ‘İyilik Filtresi’. “Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”
“Hayır, tam tersi…”
“Öyleyse,” diye devam etti Sokrates. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı.”

‘İşe Yararlılık Filtresi’. “Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır, gerçekten pek işine yaramayabilir…”
“İyi,” dedi Sokrates derin bir nefesin ardından. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı bir şey de değilse bana niye söyleyesin ki?”

Aldatmak ve Demagojik Süfyan

Ahirzamanda manevi değerleri yerle bir etmeye çalışan Süfyan’ın bir özelliği aldatmakla iş görmektir. Yani aldatma, kandırma, hile, yalan gibi ne kadar eş anlamlı kelime varsa Süfyan’da toplanmıştır.

Süfyan sıfatını taşıyan kişi veya grup, aklını ve zekasını, nifak çıkarmakta ve aldatmada kullanır. Safdil ehl-i imanı kendine alet yapar. Öyle ki, en masum bir mü’min bile onun gibi düşünebilir.

İnsanlar, nifak çıkarıcı aykırı fikirlere, inançla taban tabana zıt düşüncelere önceleri itiraz ederler. Ancak hakim ideolojinin, başlangıçta baskı yöntemiyle ve sindirme politikalarıyla, uzun vadede ise eğitim yoluyla nesiller üzerinde bırakacakları etki ile kitleleri kendi cahilliğine inandırıp süfyani, meş’um düşünceye alet ederler.

Mesela dindar dininden dolayı alaya alınır veya hakarete uğrar.

Mabetler kapanır veya amaç dışı kullandırılır.

Önemli tarihi şahsiyetler kötülenir. Dil değiştirilir. Düşünce ırkçılığa yelken açar. Etraftaki düşmanlarla sürekli mücadele etmek gerekir! Değerlerin değersizleştirilir. İtibarlı insanlar itibarsızlaştırılmaya çalışılır. 

Buna cerbeze denir. Süfyan (grubu) demagogtur ve cerbeze ile aldatır.

Süfyan’ın cerbezesine karşı koymak “bireysel olarak” mümkün olsa da, kitlesel olarak aldanmak çok daha kolaydır. Çünkü kitleler feminen özellikler taşır. Bir olguya çabuk inanmak veya korku feminen bir davranıştır.

3- Yanlış İnançları Makulleştirme Davranışı

Aldanma durumu, sunulan fikrin veya teklifin makulleştirilmesidir.  Akla ve mantığa uygun hale getirmek, sonra da onu işlemektir.

Makulleştirmenin temel mantığında doğru olup olmama yaklaşımından çok, psikolojimiz üzerinde olumlu etki oluşturup oluşturmadığına bakılmasıdır.

4- Aidiyet Duygusunun Su-i İstimali

İnsan zihni için önemli olan tek şey sadece doğruluğa taraf olmak değildir. İnsanların yanlış da olsa taraf olduğu fikirlerin ona derin bir aidiyet arzusu vermesi de söz konusudur.

5- Topluluğa Uyma Davranışı ve Asch Deneyi

Her zaman doğru şeylere inanmıyoruz. Bazen bizi, önem verdiğimiz insanlara iyi görünmemizi sağlayan şeylere de inanıyoruz. Çünkü hakperest değilseniz, geçici olarak da olsa rahat hissediyorsunuz; ancak sonrası vahim olabilir.

Kandırılmanın en kolay ve etkili ortamı konformizmdir.

Topluluğa uymak zorunluluğunu hissetmek anlamına gelen konformizm ya da bilinen adıyla sürü psikolojisini anlamak için toplumu gözlemlemek yeterlidir. Bu güdüyü anlamak için aslında biraz etrafımıza bakmak yeterlidir.

Günümüzde herkes giderek birbirine benziyor. Aynı giyim biçimi, aynı konuşma biçimi, aynı hobiler, aynı filmleri izlemeler, gibi aynı korkular, aynı kaygılar da söz konusudur.

Asch deneyi, 1953'te yayımlanan ve insanın karar verme sürecinde çevresinin etkisinin ne denli önemli olduğunu anlamaya çalışan bir deneydir. “Uyma deneyi” olarak da bilinir. Deneyi Polonya asıllı Amerikalı sosyal psikolog Solomon Asch yürütmüştür.

Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenir. Deneyde tüm katılımcılara bir çift kart gösterilecektir. Bu kartların birinde biri kısa, biri orta ve biri uzun olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır ve diğer karttaki 3 çizgiden biriyle aynı boydadır.

Daha sonra deneklere bu karttaki çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulur. Deneyde, katılımcılardan biri hariç diğer hepsi Asch'ın asistanlarıdır ve önceden belirlenen davranışları yapmaktadırlar.

Deneyin amacı gerçek deneğin davranışlarının diğer deneklerden ne derece etkilendiğini bulmaktır. Katılımcıların hepsi aynı odada durmaktadır ve kendilerine kart çiftleri gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenmektedir. Ve gerçek deneğe sıra en son gelir. Sıra ona gelene kadar denek diğer katılımcıların cevaplarını duyar. İlk birkaç denemede tüm denekler doğru cevap vermektedir. Fakat daha sonra gerçek denek dışındaki katılımcılar hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başlar. Cevap sırası kendisine gelen gerçek deneklerden %32'si grubun yanlış da olsa söylediği cevaba katılır.

İzlemek için

Kandırmanın En Etkili Yolu: Sosyal Medya 

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) tarafından yürütülen bir araştırma sosyal medyada yalan haberlerin doğru haberlere göre altı kat daha hızlı yayıldığını ortaya koydu.

2006-2016 yılları arasında toplam 126.000 haberin Twitter’daki yayılımını inceleyen araştırma ekibi, doğru olmayan haberlerin sosyal medyada paylaşılma ihtimalinin doğru haberlere göre yüzde 70 daha fazla olduğu sonucuna vardı.

Araştırma kapsamında yayılımı incelenen haberlerin doğruluğu ve yanlışlığı da altı farklı doğrulama platformu ile kontrol edilmiş. Science dergisinde yayımlanan bulgular çarpıcı. (Kaynak: https://science.sciencemag.org/content/359/6380/1146)

Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü tarafından 2018’de yayınlanan Dijital Haber Raporu’nun Türkiye bölümünde belirtildiği gibi kamunun yalan haberden en çok şikâyet ettiği ülkeler sıralamasında Türkiye başı çekiyor. (Kaynak: https://teyit.org/turkiyede-sosyal-medya-ve-yalan-haber-sahadan-notlar)

Nasıl Kanılmaz?

Çoğu insan kandırıldığını kabul etmez, kendini “uyanık” sanır.

Gurur ve mahcubiyet bu kabulsüzlüğü tetikler ve tevazuyu engeller.

Ayrıca elinde ölçüsü olmayan insanlar, olayları ve kişileri değerlendirmede boşluk yaşayabilirler.

Onun için ölçüt sahibi olmak, insanların davranışlarını ve fikirlerini, sosyal olayları bu ölçütlere göre değerlendirmek önemlidir.

Bediüzzaman yüz yıl önce, bugün küçümsenen aşiretlere ölçülü, kriter sahibi olmayı, eleştirel düşünmeyi öğretiyordu:

“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez.

Daima sûret-i haktan görünür.

Yahut bâtılı hak görür.

Evet, kimse demez ayranım ekşidir.

Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. 

Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz.

Belki ben de müfsidim.

Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.

Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.

İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz.

Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız.

Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” (Münazarat)

O halde bizim bir yalanları deşifre etme makinesine ihtiyacımız var. Ben, Risale-i Nur’ları, “Yalanları Deşifre Etme Makinesi” (YADEM) olarak görüyorum.

Yalan Makineniz Var Mı?

Buradan tahkik mesleğini edinmeli, dalgıç gibi dibe dalıp fikir hazinelerine ulaşılmalı ve uyanık olunmalıdır.

Anadolu’nun masum aşıklarından Âşık Veysel, kandırılmamak için yalancılara karşı bizi uyarmaktadır:

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır.
Hükmetse dünyanın her yanına

Arzusu, hedefi yolu yalandır.

Yalan söyleyen söylediği yalanı çoğu kere hatırlayamaz; çünkü yalan söz ani ve plansız söylenmiş olabileceği gibi, yalancının başkalarına söylediği yalanlarla size söylediği karışabilir.

Bu nedenler, aldanmayı önlemek için konuşana sorular sorun, Sokrat’ın üçlü filtresini kullanın:

Neden?

Nasıl?

Kaynağı Ne?

Kim?

Nerede?

Ne Zaman?

Yalan makineniz olmasını istiyorsanız elinizde sosyal ölçütlere ilişkin bir el kitabınızın olması lazım.

Mesela, şu ölçüye bakın:

“Arkadaş! Aklı başında olan bir adam münazaralı dâvâlarda yalan söyleyemez. Çünkü bilâhare yalanının açığa çıkıp mahcup olmasından korkar.

Ve keza, bir insan yalan söylediği takdirde pervasız, lâübâli bir tarzda söyleyemez.

Ve keza, serbest, heyecanlı söylenmesine girişemez velev âdi bir mesele, küçük bir cemaat içinde, küçük bir vazifede bulunan küçük bir şahıs olsun.

Acaba büyük bir vazifeyle vazifedar, pek büyük bir meselede, pek büyük bir şeref ve haysiyet sahibi, pek büyük bir cemaat içinde, pek şedit hasımların karşısında iddia ettiği bir dâvâda yalan ve hilâf-ı hakikat söyleyebilir mi?

“Evet, hak hileye muhtaç değil; hakkı söylemekte hile ve iğfal ihtimali yoktur. Hakikati gören bir nazar halkı iğfal etmez, hilâf-ı hakikat söylemez, hayal ile hakikati temyiz eder; aralarında iltibas olamaz.”

Kanma Davranışı, Beyin Ve “Nekrotizan Fasit” Deneyi

Kandırılma anında beynimizde neler olup bitiyor?

Beynimiz, iyi sunulan bir hikâyede, ufak ayrıntı olarak algıladığı bazı olguları göz ardı edip yalanlara kolaylıkla kapıları açabiliyor.

BBC dergide yayınlanan bir haberde insanın kolay kandırılabilir olmasına dikkat çekilmişti.

İnsanın kolay kandırılabilir olmasına en iyi örneklerden biri, 2000 yılı başında yayılan “et yiyen muz” hikâyesiydi.

Zincirleme bir halde yayılan e-postalar, ithal edilen muzların “nekrotizan fasit” (et yiyen bakteri hastalığı) yaydığını iddia ediyordu. Buna göre, ithal muz yiyen insanlarda görülen bu hastalık, vücutta mor yumruların oluşmasına ve etin çürüyüp dökülmesine neden oluyordu.

Yayılan mesajlar ayrıca, paniği önlemek için ABD’de yetkili kurumların olayın üstünü kapatmaya çalıştığını bildiriyordu.

Bu söylentilerde hiç gerçek payı yoktu; ama öyle yayılmıştı ki yetkililer açıklama yaparak yalanlama ihtiyacı duymuştu.

Ama bu da işe yaramadı; tersine, söylentileri daha da körükledi. Gerçekler öylesine çarpıtılmıştı ki yalanlayan kurumlar bu iddiaların kaynağı gibi dolaşıma sokulmuştu yeniden.

Bu olaya bugün saçma bir şehir efsanesi diyerek gülüp geçebiliriz. Ama mantık süzgecimizdeki aynı çatlaklar daha tehlikeli düşüncelerin yayılmasına meydan verebiliyor.

Peki, aksi yönde kanıt olmasına rağmen neden bu kadar çok yanlış inanç ısrarla devam ediyor?

Onları yalanlama çabaları neden o iddiaları daha da körüklüyor?

Bunun zekâyla ilgisinin olmadığı, en zeki insanların bile bu tuzağa düşebileceği belirtiliyor.

Fakat son zamanlarda yapılan psikolojik araştırmalar, bazı söylentilerin beynin süzgecinden ne kadar kolay sızdığını göstererek konuyu bir miktar aydınlatıyor.

Analiz değil, sezgi

Bir açıklamaya göre, insanlar “bilişsel olarak cimridir; sezgiye daha çok güvenir.

Basit bir örnek verelim. Şu soruyu hızla cevaplandırın:

“Musa Peygamber gemisine her hayvandan kaç çift almıştır?”

Bir deneysel araştırmada açıkça yanlışlıkları tespit etmeleri söylendiği halde, katılımcıların yüzde 10’u ila 50’sinin söz konusu peygamberin “Nuh” olduğu halde, “Musa yanılsaması” olarak ifade edilen bu dalgınlık, bir ifadedeki ayrıntıları ne kadar kolay gözden kaçırabileceğimizi, özellikli bilgi yerine genel özet fikre yoğunlaştığımızı gösteriyor.

Aldanılmamak İçin Belirleyici 5 Soru

Güney California Üniversitesi’nden Eryn Newman (https://www.erynjnewman.com/publications) sezgisel tepkilerimizin beş temel soru etrafında döndüğünü söylüyor:

  • Bilgi güvenilir bir kaynaktan mı?
  • Başkaları inanıyor mu?
  • Destekleyecek çok sayıda kanıt var mı?
  • İnandığım şeyle uyumlu mu?
  • İyi bir hikâye içeriyor mu?

Bu konulara yönelik tepkilerimiz, gerçekle ilgisi olmayan küçük ve alakasız ayrıntılarla yönlendirilebiliyor.

Birinci ve ikinci soruları ele alırsak: Tanıdığımız insanlara daha fazla güveniriz; yani bir yüzü ne kadar sık görürsek onun söylediklerine daha kolay inanırız. Siyasetçilerin ekran bağımlılığı bu sebepledir; halka sürekli görünmeleri gerekir.

Newman, bu insanların uzman olmamasını, söylediklerinin ne kadar doğru olduğuna dair değerlendirmemizde hesaba bile katmadığımızı söylüyor.

Üstelik bir düşünceyi ne kadar çok insanın desteklediğine dair çetele tutamadığımız için, onu tekrar eden kişi haber programlarında defalarca karşımıza çıktığında, o fikrin olduğundan daha fazla popüler olduğu yanılsamasına kapılır, sonunda onu doğru olarak kabul ederiz.

Hikâyenin akıcılığı

Bir de hikâyenin “bilişsel akıcılığı”, insanın hayalinde canlandırmasının kolaylığı önemlidir.

İddia, bildiklerinizle alakalı olmalı, akılda kalıcı sözler içermeli ve inançlarınızı pekiştirici olmalıdır.

Bir iddiayı düzgün bir sunumla ifade etmek bilişsel akıcılığını artıracak, bu ise o iddiayı daha inandırıcı kılacaktır.

Bu veriler ışığında ithal muzla ilgili iddialara baktığımızda neden bu kadar kolay yayıldığını anlayabiliriz.

Öncelikle bu e-postalar tanıdığımız, güvendiğimiz insanlardan geliyor.

İddianın kendisi hayalde canlandırılabilecek türden bilişsel akıcılık içeriyor.

Üstelik yetkili kurumlara güvenmiyorsanız örtbas etme iddiasına inanmanız da kendi dünya görüşünüzü doğruladığı için daha kolay olacaktır.

Deneyler gösteriyor ki, bir iddiaya karşı kanıt sunmak kişinin görüşünü daha da güçlendiriyor. Bu yüzden yetkili kurumun muz iddiasını yalanlaması ters etki yapmıştı.

Çözüm Nedir?

Neyse ki yanlış bilgiyi düzeltip doğruyu hakim kılmanın da yolları var.

Öncelikle, yanlış olan orijinal hikayeyi tekrarlamamak, onun çürütülmesiyle kişilerin zihinsel modellerinde ortaya çıkacak çatlakları doldurmak için alternatifler bulmak gerekir.

Anlatımımızı, iddiaları doğrudan yalanlayan ve korkuyu daha da pekiştirecek olan klasik bir yönteme dayandırmak yerine, bu korkulara yol açan bilimsel sahtekarlıkların deşifre edilmesi üzerinde kurgularsak daha başarılı olur.

Bunu yaparken net bir dil, güçlü görseller ve iyi bir sunumla akıcılığı güçlü kılmak gerekir. Ayrıca mesajın kısa ama sık olarak tekrarlanması rahat ve aşina bir ortam oluşturmuş olacak ve kamuoyu inancı tersine çevrilebilecektir.

Bütün bunların farkında olmak, günlük yaşantımızda yanlış bilgiye karşı temkinli olmayı sağlayacaktır.

Daha fazlasını okumak için kaynak: Eryn Newman “The Psychology of Fake News, Accepting, Sharing, and Correcting Misinformation (Sahte Haber Psikolojisi: Yanlış Bilgileri Kabul Etme, Paylaşma ve Düzeltme) (https://www.erynjnewman.com/publications)

Sonuç: Üzerinde Düşünmek İçin Bazı Özlü Sözlere Ne Dersiniz?

Kandırılanlara Teselli Sözleri

“Bir yalana inanmış olmak sizi aptal yapmaz. Çünkü saf olmak, karaktersiz olmaktan çok daha iyidir.” (Victor Hugo)

“Namuslu birisini aldatmak kadar kolay bir şey yoktur.” (La Fontaine)

“Yanlış yolda yürüyeceğine doğru yolda bekle. Belki de kendini kandırırsın, ama başkalarını kandırıp hayallerini yıkmazsın.” (Gore Vidal)

“Herkesi bazen kandırabilirsin, bazılarını her zaman kandırabilirsin ama herkesi her zaman kandıramazsın.” (Winston Churchill)

“En kolay aldatabileceğiniz insanlar her şeyi bilenlerdir.” (Thomas Brown)

“Bir defa aldatan kişiyi affedersen, seni yine kullanır; Çünkü ihanet bir ruh hali değil, karakterin dökülüş biçimidir.” (Paul Auster)

Kandırılmanın Mazoşizmi   

“Siz, sırrı çözmek değil, kandırılmak istiyorsunuz.” (Christopher Priest)

“İnsanı kendisi kadar kimse kandıramaz.” (Fulke Greville)

“İnsan bazen gerçeği bildiği halde kandırılmak ister.” (Sebastian Petrycy)

“İnsanlar kandırılmak istiyor. Gerçeklikten, yaşamaktan korkuyorlar çünkü. Bu yüzden hep televizyon izleyip fal baktırıyorlar. Onlara yalan söylerseniz sizi severler, en çok sizi severler. Gerçekleri hatırlatırsanız sizden uzaklaşırlar, bazen nefret bile ederler.” (Charles Bukowski)

“Biz kandırılmadık, sadece inanmak istediğimizdendi.” (Charles Bukowski)

“Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur, ikinci defa aldatırsa bilin ki suç sizindir.” (Sarah Bernhardt)

“Doğruyu biliyorsanız, yalancıları dinlemek eğlencelidir.” (Bernard Shaw)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum