İnsan suresi 1. âyet evrime delil midir?

هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا

“Gerçekten insan üzerine, o uzun devirden öyle bir zaman geçti ki (o, henüz) anılan bir şey değildi.” (İnsan 1)

Kimi evrimciler ve Abdülaziz Bayındır gibi hocalar, ayette geçen “hîn’un min’ed Dehr” ifadesinin “çok uzun zaman” anlamına geldiğini savunurlar.

Evet “Dehr” kelimesinin başlı başına “zaman” kavramını karşılayan bir anlamı vardır ama ilk dönem Arapçasında bu kelime sadece “uzun zaman” anlamında kullanılmamıştır.

Ragıp El-İsfehâni (ö. 502/1108) “Dehr” kelimesine “uzun zaman” anlamı verilmesinin Kur’ân’ın nüzulünden sonra gerçekleştiğini belirtir.

Klasik Arapça metinler incelendiğinde görülür ki “Dehr” kelimesi “dehru fulan” örneğinde olduğu gibi bir insanın hayat süresini ifade etmek için de kullanılmıştır.

Mesela Araplar yaşlı insanları ifade etmek için mecazi olarak “raculun dühriyyun” tabirini kullanmışlardır.

Ebu Hilal El-Askeri (ö. 400/1009) el-Furuk fil-Luğa adlı eserinde Dehr kelimesinin kesintisiz bir zaman dilimi için müddet anlamında kullanılabileceğini belirtmiştir.

Mesela El-Askeri, 1 sene için müddet anlamında dehr kelimesi kullanılabilirken, kış, bahar vb. kesintili süreçler için “müdde” kelimesinin kullanılması uygundur demektedir.

Klasik Arapça’da 1 gün ve gece boyunca devam eden zaman anlamında kullanılan “sermed” kelimesi de daha sonraları “ebediyet” anlamına gelerek anlam zenginleşmesine uğramıştır.

Kimi müfessirlerimize göre İnsan suresi 1. ayette bahsi geçen insan Hz. Adem’dir. İbn-i Abbas’a göre bu ayette geçen Dehr kelimesi 40 ya da 60 yıllık bir süreyi kapsar.

İbn-i Mesud’a göre ise Dehr kavramı 200 yıllık bir süreyi ifade eder. Kimi görüşlere göre ise bu süre müphemdir, belirsizdir ve bu nedenle dehri belli bir süreyle sınırlandırmak uygun olmaz.

Câsiye suresinin 24. âyeti o dönemde Dehr kelimesinin karşıladığı anlamı bulmamızda bize yardımcı olur:

“Hâlbuki (onlar): 'O (hayat), ancak bizim bu dünya hayâtımızdır; (burada) ölürüz ve(burada) yaşarız; hem bizi ancak zaman helâk eder!' dediler. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.”

Görüldüğü gibi âyette geçen “Dehr” kelimesi “uzun bir süre” anlamında değil “zaman” kavramını bütüncül olarak ifade etmek için kullanılmıştır.

Doğumdan ölüme kadar geçen süre bu zamandan bir bölüm olduğu gibi, kış, bahar, akşam, sabah gibi sınırlandırılmış süreler de bu zamandan/Dehrden birer bölümdür.

Konumuz olan ayette geçen “Hînun min’ed Dehr” ifadesi de “Dehrden bir süre” anlamındadır ve bu ifade ilgili zamanı daha da sınırlandırmıştır.

Zira Bakara suresi 36, Âraf suresi 24, Yunus suresi 98. âyetlerin sonunda geçen “İlâ hîn” ifadesi belli olmayan uzun bir zamanı değil, belirlenmiş bir süreyi ifade eder.

“Derken şeytan onları(n ayaklarını) oradan kaydırdı da içinde bulundukları şeyden (o ni'metten) onları çıkardı. Bunun üzerine (biz onlara) şöyle dedik: '(Ey Âdem, Havvâ ve Şeytan!) Birbirinize düşman olarak inin! Artık sizin için yeryüzünde bir zamâna kadar bir yerleşme ve bir faydalanma vardır.” (Bakara 36)

Bu ayetteki “bir zamana kadar-ilâ hin” tabiri insanın ölene kadar yaşayacağı sınırlı zaman dilimini kapsar.

Hud suresi 5, Yusuf suresi 35, Mü’minun suresi 25, Rum 17, Zümer 42. ayetlerde de “Hîn” tabirinin belirli ve sınırlı bir süreyi ifade ettiği oldukça açıktır:

“Sonra (Yûsuf’un suçsuzluğuna dâir) o delilleri görmelerinin ardından, yine de onu bir müddet zindana atmaları (böylelikle gözden uzak tutmaları kanâati) kendilerine uygun göründü.” (Yusuf 35)

“Allah, ölümleri ânında nefisleri(n ruhlarını) alır. Ölmeyenleri ise uykularında (bir nevi' ölüme mahkûm eder). Böylece, üzerlerine ölümle hüküm verdiği kimseleri(n ruhlarını)tutar; diğerlerini ise, belirli bir vakte (öleceği zamâna) kadar salıverir. Şübhesiz ki bunda, ibret alacak bir kavim için nice deliller vardır.” (Zümer 42)

Nahl suresi 6. ayetinde ise “Hîn” kelimesi sabah ve akşam kadar kısa süreli zaman dilimlerini ifade etmek için kullanılır:

“Ve akşamleyin getirdiğiniz zaman, sabahleyin de salıverdiğiniz zaman onlarda sizin için bir (zevk ve)güzellik vardır.”

Mâide 101. ayette geçen “hîne yunezzelul kur’ânu” ifadesindeki aynı kökten gelen “hîne” ifadesi “Kur’an indirildiği zaman” anlamında bir sınırlandırmayı ifade eder.

Görüldüğü gibi İnsan suresi 1. âyette geçen “hînun min’ed Dehr” ifadesi “zamanın belli bir bölümünü, süresini” ifade eden bir ilahi beyandır.

Bu süre sabah, akşam gibi kısa, sınırlandırılmış zaman dilimlerini kapsayabileceği gibi insanın 70-80 yıllık yaşama müddetini de ifade edebilir.

Bu durumda “hînun min’ed Dehr” ifadesi nutfenin anne karnında yumurtayla karışıp embriyo ya da bebek haline geliş süresini de ifade eder. Zaten İnsan suresinin 2. âyeti de böyle bir yorumu daha haklı kılar açıklıktadır.

Bu âyet, önceki ayette geçen insan kavramının anne rahminde sperm-yumurta birleşmesi ile yaratılan bebek mucizesi ile alakalı olduğunu düşündürtür.

“Muhakkak ki biz, insanı karışık bir nutfeden (Nutfetin emşâcin) (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) yarattık; onu imtihân ediyoruz. Onun için kendisini işitici ve görücü kıldık.” (İnsan 2)

Fâtır 11, Hacc suresi 5, Mümin 67, Kıyamet 37, Mü’minun suresi 13. âyetler ise burada geçen nutfenin anne karnındaki insanın yaratılış evreleriyle alakalı bir kavram olduğunu açıkça gösterir:

“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şübhe içinde iseniz, artık muhakkak ki biz, sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan, sonra da (ne) yaratılmış (ne de) yaratılmamış (henüz kemâle ermemiş) bir mudgadan yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim.” (Hacc 5)

O, sizi (önce) bir topraktan, sonra bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan), sonra bir alakadan yaratandır. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor; sonra gücünüzün kemâle ermesi için, sonra da ihtiyar olmanız için (sizi yaşatıyor). İçinizden kimi de, (kiminizden) daha önce vefât ettirilir; tâ ki belirli bir vakte erişesiniz ve olur ki akıl erdirirsiniz.” (Mümin 67)

“(O,) akıtılan bir menîden bir nutfe değil miydi?” (Kıyame 37)

Bu gibi ayetler gösteriyor ki üzerinden “dehrden bir süre” geçen insan, ilk insan değil karışık “nutfeden” yaratılan ana rahmindeki insandır.

Kur’ân-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışını ifade etmek için kullanılan ayetlerde “nutfe” ifadesi yerine “turab, tin, salsal vb.” tabirleri kullanılır:

“Şübhesiz insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr 26)

Hicr 28, Hicr 29 ve Hicr 33. ayetler yanında Rahman suresi 14. ayetlerde Rabbimiz özetle ilk insanı “Salsal” ve “Hamein mesnun” denilen şekillenmiş kurumuş balçıktan yarattığını buyurmaktadır.

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi insanın nutfe sahfasındaki yaratılması, onun nev olarak ilk defa yaratılmasını değil anne karnındaki yaratılmasını ifade eden bir kavramdır.

Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde geçen Turab (toprak), Tîn (çamur), Tîn-i Lazîb (yapışkan çamur), Hamein Mesnun (kuru çamur), Salsalin min Hamein Mesnun ke'l-Fehhar (ateşte pişmiş gibi kuru çamur) gibi safhalar, İlk İnsanın yani Hz. Âdem’in yaratılmasını ifade eden süreçlerdir.  

İnsan suresi 1. ayet ise açıktır ki bu safhalardan değil, zaten yaratılmış olan insanın sülbünden gelen karışık nutfenin anne karnında insan olarak yaratılış safhasından bahsetmektedir.

İnsanın anne karnındaki yaratılış safhaları ise çeşitli Kur’an ayetlerinde şöyle sıralanır; nutfe, alaka, mudga, kemik, et, başka yaratılışlar... (Müminun 14)

Görüldüğü gibi “nutfe” kelimesi anne karnındaki yaratılışın sperm ve yumurta basamaklarını anlatan ilk basamağı ifade eder.

Yani bu durumda ilgili ayette geçen insan, ilk insan değil anne rahminde doğuma hazırlanan insandır.

Öyleyse burada geçen “hınun min’ed Dehr” ifadesi evrimciler ve Abdülaziz Bayındır gibi kişiler  tarafından iddia edildiği gibi ilk insanın evrimle oluşması için geçen milyonlarca yıllık zaman dilimini ifade etmez.

Ayette anlatılan, insanın nutfe safhasından bebeklik safhasına geçene kadar ki değişim süresidir.

9 aya kadar uzatılabilecek bu süre, insan için “hîn’un min’ed Dehr”dir ve bu ibareler evrimcilerin abartılı iddialarına geçit vermeyecek netlikte anne karnındaki doğum sürecini ifade eder.

Bu dönemde insan “mezkur” yani kendisinden bahsedilen, kendisine isim verilen, kendisine seslenilen bir varlık değildi.

Ne zaman embriyo haline geldi, şekillendi ve bebek olarak doğdu, işte o zaman kendisinden bahsedilen bir hale geldi.

Kaldı ki âyette, ilgili sürenin “insanın” üzerinden geçtiği “ale’l insâni” ifadesiyle açıkça belirtilmiştir.

Evrimcilere göre ise yüz milyonlarca yıllık tesadüflere dayanan evrim süresi “insanın” değil çeşitli canlıların üzerinden geçmiş ve netice olarak da insan oluşmuştur.

Âyet ise zaten yaratılmış yani var olan insanın, henüz anılmadığı sınırlı bir zaman diliminden bahsetmektedir.

Yani o geçen süre; var edilmiş, yaratılmış İnsan mahiyetinin üzerinden geçen süredir. Onun anne karnındaki “lem yekun şey’en mezkûra” olduğu dönemi ifade eder.

Bediüzzaman da İşaret’ul İcaz tefsirinde Bakara suresi 28. âyetin tefsiri sadedinde şu ifadeyi kullanır:

اَمْوَاتًا tabiri, لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا nin mealine îmadır.

Bediüzzaman “Lem yekun şey’en mezkûra” ifadesine paralel anlamda kabul ettiği “Emvâten” tabirini ise şöyle tefsir eder:

“Birinci Mes'ele: كُنْتُمْ اَمْوَاتًا cümlesi ukdeyi, yani birinci düğümü açıyor. Şöyle ki: İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, âlemin zerratı içinde câmid, dağınık bir şekilde iken, bakarsın ki; mahsus bir kanun ile, muayyen bir nizam ile intizam altına alınarak âlem-i anâsıra gönderilir. Âlem-i anâsırda sâkit, sâkin, gizli bir vaziyette iken, birdenbire kafile kafile, muayyen bir düstur ile, yevmî bir intizam ile, bir kasd ve hikmet altında âlem-i mevalide intikal eder. Âlem-i mevalidde de, sükût içinde iken birdenbire acib, garib bir tarz ile nutfeye inkılab eder. Sonra müteselsil inkılablar ile alaka olur; sonra mudga olur, sonra et, kemik olur. Bu inkılabların herbirisi, evvelkisine nisbeten daha mükemmel ise de, lâyıkına göre mevattır, yani hayatsızdır.” (İşaret’ül İcaz İhyâ-yı Ervah- Bakara 28. âyet)

Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim kendisini yine kendi âyetleriyle açıkça tefsir etmektedir.

O halde tesadüfçü evrimcilerin Kur’ân âyetlerini çarpıtmaları boşunadır. İlk insan Allah tarafından “kuru bir balçıktan” mûcizevi bir şekilde yaratılmıştır:

“Andolsun ki, (biz) insanı, çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık.” (Müminun 12)

“Şübhesiz insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık”  (Hicr 26)

İnsan suresi 1. âyette bahsedilen ise anne karnında bebeğin yaratılması sırasında oluşan inkılablardır, değişimlerdir.

“Lem yekun şey’en mezkûra” (anılan bir şey değildi)  ilâhi beyanı da anne karnında henüz “ölü” olan insanın yaratılış sürecindeki ilk basamakları mûcizevi bir şekilde ifade eder.

Kaynak:

http://www.academia.edu/2416271/Kuranda_ve_Islam_
Oncesi_Arap_Dusuncesinde_Dehr_Kavrami

(OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum