İmsak vaktinin başlangıcı meselesi

İmsak vaktinin başlangıcı meselesi

İmsak vaktinin belirlenmesi konusunda Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaman nakli ve ilmi delillerle konu hakkında açıklamada bulundu.

İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan ramazan orucunda iki vaktin belirlenmesi önem taşımaktadır. Bunların ilki ramazan ayının ilk gününün tespiti, diğeri de gün içinde oruca başlama anı olan imsak vaktinin belirlenmesidir. Bu yazıda ikincisi üzerinde durulacaktır.

Bilindiği üzere oruç “Fecrin/şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun!” (Bakara 2/187) ayetine göre imsak vaktinde yani fecr-i sâdıkın doğuşuyla başlamaktadır. İmsak vakti aynı zamanda sabah namazının kılınmaya başlandığı vakittir.

Yukarıdaki ayet-i kerime ile birlikte Kur’ân-ı Kerim’de beş yerde geçen“fecr” kelimesi (Bakara 2/187; İsrâ 17/78; Nûr 24/58; Fecr 89/1; Kadr 97/5) bunların hepsinde “tan yerinin ağarması, şafağın sökmesi” anlamında kullanılmıştır. Zaten fecr kelimesinin kök anlamı da “yarmak” ve “bir şeyi iki parçaya ayırmak”tır.

Fecrin iki türü olduğunu beyan eden Hz. Peygamber (s.a.) bunlardan kurt kuyruğu (zenebü’s-sirhân) gibi yukarıdan aşağıya piramit gibi uzanıp dikey olan fecrin ne yeme-içmeyi haram kılacağını ne de sabah namazına izin vereceğini belirtmiştir. Daha sonra fecr-i kâzib(yalancı/gerçek olmayan şafak) ismi verilecek olan bu ilk fecir, astronomlar tarafından da zodyak ışıması olarak yani güneşin doğu ufkuna yaklaşmasından değil de güneş ışığının uzaya dağılmış toz parçacıkları tarafından saçılması sonucunda ortaya çıkan ışık kuşağı olarak tanımlanmaktadır. Hadisin devamında Ufukta genişliğine yayılan (musta’rız) fecre gelince işte sabah namazı o vakitte kılınır, sahur yemeği de o vakitte haram olur” buyurularak fecr-i sâdıkın ne olduğu belirtilmiştir (Dârekutnî, Sünen, I, 505-506).

Hz. Peygamber’in (s.a.) bu ayırımından fecr-i sâdıkın, güneşin doğu ufkuna yaklaşması sebebiyle ufukta beliren yatay aydınlık yani tan yerinin ağarması olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki,  Hz. Peygamber yukarıdaki ayetin beyanı bağlamında “Bu siyah iplik ile beyaz iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün beyazlığından ibarettir” buyurmuştur (Buhârî, Savm 16, Tefsîru’l-Kur’ân, 30; Müslim, Sıyâm, 33). Başka hadis-i şeriflerde de fecr-i sâdık, ufka yayılan yatay beyazlık olarak açıkça tanımlanmıştır (Müslim, Sıyam 40, 43; Tirmizî, Savm 15). Hatta bunların birinde Hz. Peygamber (s.a.) parmaklarını yukarıya kaldırıp aşağıya eğmiş ve “Fecr, beyazlığın böyle açığa çıkması değildir, tâ ki şöyle olmayınca” demiştir. Bunu söylerken de şahadet ve orta parmağını üst üste bindirip sağa sola uzatarak konuyu görsel olarak da anlatmıştır (Buhârî, Ezan, 13; Müslim, Sıyâm, 38; Ebû Dâvûd, Savm, 17).

Fecrin kızıllık olduğunu ifade eden başka bazı rivayetler de bulunmakla birlikte (Tirmizî, Savm 15, Ebû Dâvûd, Savm 17; Dârekutnî, Sünen, I, 506-507 ) bunlar, konunun aslî delili olan yukarıdaki ayet, sahih rivayet ve sahabe döneminden günümüze kadar gelen yerleşik uygulamalara ters oldukları için şâz sayılmışlardır. Diğer taraftan “kızıl” kelimesinin Arap dilinde “beyaz” anlamında kullanıldığı da bilinmektedir. Hz. Peygamber’in Veda hutbelerinden birinde “Kızıl olanın siyah üzerine bir üstünlüğü yoktur” şeklindeki cümlesi de bu kullanımın bir örneğidir (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 132). Dolayısıyla “kızıl”ı “beyaz” olarak anlamak da mümkündür.

Bu bilgi ve yerleşik uygulamaya istinaden dört mezhep âlimlerinin de içinde bulunduğu büyük çoğunluk, imsak vaktinin ufka yayılan beyazlık ile başladığını kabul etmişlerdir. Klasik kaynaklarda bu noktada bir ihtilafın bulunmadığı açıkça kaydedilmiştir (Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 285; Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 318 vd.). Hz. Peygamber’in (s.a.) sabah namazını “ğales” halinde yani gecenin sonundaki karanlık anında kıldırdığı; sabah namazından sonra evlerine dönen sahabîlerin, havanın hala tam aydınlanmamasından dolayı yolda birbirlerini ancak çok dikkatli baktıklarında tanıyabildikleri yönündeki çok sayıdaki rivayet de bu gerçeği teyit etmektedir.Mesela bu rivayetlerden birinde Hz. Âişe (r.a.) şu bilgiyi vermektedir: “Mümin kadınlar, elbiselerine bürünmüş bir halde Rasûlullah (s.a.) ile birlikte sabah namazını kılarlardı. Namazı kıldıktan sonra evlerine dönerlerken etraf henüz karanlık olduğundan kimse onları tanımazdı” (Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 379; Müslim, el-Mesâcid ve Mevâdîu’s-Salât, 39; Ebû Dâvûd, Salât, 8). Câbir b. Abdullah’ın (r.a.) şu anlatımında da aynı bilgi vardır: “Resûlullah (s.a.) akşam namazını güneş batınca kılıyordu, yatsı namazını insanlar çoğalınca (toplanınca) erken kılıyordu, insanlar az olunca tehir ediyordu, sabah namazını ise henüz karanlık iken (ğales) kılıyordu” (Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, 373; Müslim, el-Mesâcid ve Mevâdîu’s-Salât, 40).

Hadis ve fıkıh kaynaklarında yer alan pek çok bilgi ve rivayet, ilk dönemlerden itibaren uygulamanın bu yönde olduğunu, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır. Mesela tâbiînin muhaddis âlimlerinden Amr b. Meymûn el-Evdî (ö. 74/693) Hz. Ömer’in hilafeti sırasındaki uygulamayı şöyle anlatmaktadır: “Ömer’in arkasında sabah namazını öyle bir vakitte kılardım ki, benden üç zira (iki-üç metre) ötedeki oğlumu, ancak konuşursa sesinden tanıyabilirdim” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 283). Aynı kaynaklar Hz. Osman ve Ali (r.a.) başta olmak üzere sahabe neslinin ve sonrakilerin hep böyle davrana geldiğini nakletmektedirler.

Günümüzde şehir hayatının ufku gözlemeyi zorlaştırması, şehir ışıklarının sağlıklı bir gözlem yapmaya engel oluşu, gözlem yapılan yerin yüzey yapısının uygun olmaması, hava kirliliği veya atmosferik hava şartları gibi birçok neden, fecr-i sâdıkın doğuşunu bireysel gözleme dayanarak tespit etmeyi son derece güçleştirmiştir. Güneş, dünya ve ayın hareketleri başta olmak üzere gök ve ufuk olaylarını takip ve tespitte bilimsel gerçekleri ve teknolojiyi kullanmak zorunlu hale gelmiştir. Yüce Allah’ın evrene koyduğu şaşmaz denge de (En’âm 6/96; Fâtır 35/13; Yâsîn 36/38-40;Kamer 54/49) esasen bunu öngörmektedir. Bu gerekçelerle vakitlerin hesap ile tespiti işlemi gündeme gelmiş ve günümüz Müslümanları tarafından, hesaba göre hazırlanan takvime müracaatla namaz vaktini tayin yöntemi benimsenmiştir. Hesapla belirlemeye, aynı yerleşim birimi veya coğrafyada yer alan Müslümanlar arasındaki birliğin sağlanması bakımından da büyük ihtiyaç olduğu açıktır.

 

(Dinihaberler)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.