İlk meclisin özgürlükçü vekilleri

Dostun dostu dosttur. Üstadın hayatında bir şekilde ismi geçen insanlara karşı öteden beri sevgi beslerim. Bunlardan biri de Erzurumlu Yeşiloğlu Mehmed Salih, hatırlanacağı gibi Emirdağ lahikasında zamanın dahiliye vekili Hilmi Uran’a “Ben, namus ve şerefim namına şehadet ederim ki, Molla Said, katiyen temiz bir adamdır” şeklinde bir mektup yazmış, Üstad’a yapılan zulümlerin sona erdirilmesini istemişti.

Salih Efendi, kendi ifadesine göre “otuz bir sene evvel Erzurum’un Esad Paşa Medresesinde, Umumi Harpte Kafkas’ın karlı dağlarında ve yirmi dört sene evvel Millet Meclisi salonunda Van Valisi Haydar Bey ile birlikte” Üstad ile görüşmüşlerdi.
Bir vefa abidesi olan İmam Bediüzzaman, Yeşil Salih’in bu vefası karşısında son derece duygulanmış olmalı ki “ben ölünceye kadar onun bu insaniyetini unutmayacağım ve ona çok minnettarım ve çok selam ve dua ederim” diyen bir mektupla karşılık vermişti. (Emirdağ s. 136, 137)

Bu duygulu satırları bilmeme rağmen zannederim Son Şahitler’den birinde gördüğüm  sarık, fes, şapka ve fötr giyinmiş panaromik bir resim bana hayal kırıklığı yaşatmıştı. Bu mesele uzun yıllar içimde bir ukde olarak kaldı. Yakın dönemde eski bir gazetede Yeşil Salih’i alaya alan bir yazı dikkatimi yeniden bu konuya çekti. Artık bu konunun ardına düşmek kaçınılmaz hale geldi. Şimdi bu serüveni birlikte takip edelim:
 
MECBURİ İZDİVAÇ TEKLİFİNİN SAHİBİ ERZURUM MEBUSU SALİH EFENDİ

Salih Efendi ince seslidir, çok konuşmaktan hoşlanır. Büyük millet meclisinde Erzurum vekilidir. Her mesele hakkında söz alır. Takrirlerinin nazar-ı itibara alındığı mütevatir değildir. Söz almayı ifrata götürünce meclis isyanı artırır. Bir hay huy arasında biçare Salih Efendi boynu bükük kürsiden aşağıya iner.

Efendi ezkiyadandır. Sahib-i malumattır. Ekseriya abanî sarık sarar. Fakat günün birinde müşarun ileyhi dülbend sarıklı görürsünüz. Bir gün de sadece fes giyer.
Efendi hazretleri sarık ne oldu diye sorunca cebinden derhal sarığını çıkarır, gayet tabi bir eda ile “işte” der!

Muhibb-i muhteremimiz bir mecburi izdivac kanunu layihası tanzim etmiş olmakla tanınır. Salih Efendi her gördüğüne sorar:
Zat-ı aliniz müteehhil misiniz?
Eğer kazara bu zat hayır efendim değilim derse Salih Efendi bir kere onun yüzüne bakar, yaşı ilerdeyse, “senden hayır yok” diye yüzünü ekşitir. Ve ona bir sigara olsun ikram etmez.
Bir kimse faraza altı ayı mütecaviz bir müddetten beri ailesinden uzak kalmış ise ona:
“Mir-i muhterem! Neden bir defa daha evlenmiyorsunuz!” itabını bastırır. Çünkü Salih Efendi kanunun bir maddesinde “altı ay gurbette bulunanlar, bir kere daha teehhül etmeye mecburdurlar” şeklinde bir umde koymuştur.”

Celal Nuri, bu alaycı ve küçümseyici girişten sonra kendi fikrine göre bu kanunun gereksizliği üzerinde durur ve sözü uzatır.

yesil_imam_mektup.jpgKöylerde evliliğin savaş dönemlerinde bile terk edilmediğini, ikinci evliliğin kooparatif tarzında çalışan zengin ailelerde görüldüğünü, evliliği aksatan şehirlerin başında İstanbul’un geldiğini ileri sürer. Ancak İstanbul’da yığılan bu nüfus, tabii bir gelişme ile değil savaşlardan kaynaklanan hicretlerin sonucu olarak artmıştır. Sanat ve ticareti artırmadan evliliği teşvik etmek büyük şehirlerde her türlü ahlaksızlığı artıracaktır. Nuri’nin bir de delili vardır. Almanya’nın başına gelenler, toprakları az olmasına rağmen nüfusunu hızla artmasıdır.

Kanun teklifi hakkında fikirlerini açıklamaktan ziyade kullandığı üslup ile muhatabını küçük düşürme yolunu seçen Celal Nuri’ye ikinci gün Salih Efendi bir mektup yazar.
Mektup aynen yayınlanmadığı için Salih Efendi’nin fikirlerinin tutarlılığı hakkında fikir yürütmek zor. Ancak yapılan alıntılara göre Salih Efendi bu günlerde yüz iki mebus arkadaşı ile birlikte mecburi evlilik ve taaddüd-i zevcat hakkında ikinci bir teklif verecektir. Salih Efendiye göre:

“Teehhülden ictinab edenler ekseriyetle serseriyane hayat geçirmek i’tiyadında bulunanlardır. Zevce-i münferide ile lüks hayat geçirmek arzusunda bulunanlar da memleketin içtimaî dertlerine iştirak hissi bulunmayanlardır. Teehhülden ve teaddüt-i zevcattan maişet için kaçınmak doğru değildir. Mahsul-ı arz, sekene-i arzın iaşesini temine kafidir. Yeterki hayat-ı müşterekede kollar ve dimağlar da müştereken işletilmeğe başlanılsın!”

Zabıt ceridelerinde bu teklifin aslını bulamadım. Sadece teklifin reddedildiğine dair bir kayıt var.  Bu yazının tecavüz suçlularına verilecek cezaların tartışıldığı günlere denk gelmesi, Salih Efendi’nin Celal Nuri’ye “ne haber!” türünden son bir dalgası olarak okumak ta mümkün!
 
YEŞİLOĞLU SALİH EFENDİ HALKI GÖZETEN BİRİYDİ

Salih Efendi’nin önergeleri onun hürriyet aşığı ve halkın menfaatlerini ön planda tutan kahraman bir şahıs olduğunu ortaya koymaktaydı:

Seferberlik ilân edildikten sonra mahkumlar askere alınmışlardı. Harpten sonra kalan cezaların çekmek için tekrar hapse alınacaklardı. Mahkumların askerlikte geçen günlerinin ceza müddetinden düşülmesi teklif edildi. Salih Efendi tecavüz suçundan mahkum olanların istisna edilmesini istedi. (14 Temmuz 1337)

Salgın hastalıkların tedavisi için kullanılacak ilaçlardan gümrük vergisi alınmaması diğer bir önergenin konusuydu. “Bugün Hükümeti Milliyemizin merkezi olan Ankara'da, dört santigramlık bir aded sulfato hapı üç kuruşa alınabilmekteyken vilâyatı Şarkiyenin pek çok kasabalarında, bunun bir adedi beş kuruşa olsun güçlükle bulunmakta ve fukara sınıfı ise tedavi edilememektedir” diyen Salih Efendi konunun acil çıkacak kanunlar arasına alınmasını istemişti.  (25 Nisan 1388)

Lord Curzon’un Lozan’da Kürtlerin azınlık sayılması teklifini kabul etmeyen Kürt milletvekilleri aleyhinde yaptığı konuşmayı tenkit eden oturumun çok uzaması üzerine “Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir, biz işimize bakalım” cümlesi de ondan bir hatıra olarak kayıtlara girmişti.

Harp yıllarında doğu vilayetlerinde yaşayan çok sayıda aile iç Anadolu’ya göç etmiş istasyonlara yakın kamp yerlerinde hayatta kalmaya çalışmıştı. Harpten sonra bunlar memleketlerine iade edildiler. Kış mevsimi başladığı için bunlardan askerlik yaşını dolduranların askerliklerinin tecil edilmesi talebi Salih Efendi’nin halkın dertleri ile yakından ilgilendiğini gösteren bir diğer teklifiydi. Aşar toplayan Maliye memurlarının hile yapmasını önlemek için kile’nin tarif edilmesi ile Kurban bayramında cephedeki askerlerle bayramlaşmak için bir heyetin tayin edilmesi diğer iki teklifiydi. (20 Temmuz 1338)

İmam ve öğretmen maaşlarının ödenmesi, harp teklifi denilerek malları ellerinden alınan şahıslara bedeli üzerinden ödeme yapılması, onun halka yakın vekillerden biri olduğunu göstermekteydi.

ASKERLER HİZMETÇİ DEĞİLDİR

Salih Efendi bu gün tartışılan konuların bir çoğuna o günlerde işaret etmişti. Verdiği diğer bir kanun teklifi “Hali seyyar ve seferberîde bulunan ümera ve erkân biri emirber diğeri seyis olmak üzere ancak iki nefer istihdam edebileceklerdir. Diğer subaylar ancak bir nefer istihdam edebilirdi. Bu kanuna uymayanlar devletin umumi kuvvetine zarar vermekten yargılanmalıydı."
Bu uygulamaya tamamen karşı çıkan mebuslar da vardı.

İlk mecliste ilk işaretleri görülen diktatörlük emareleri Salih Efendi ve arkadaşlarını  rahatsız etmiş olmalıydı. Dahiliye ve maliye vekilleri Yeni Gün ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerine verdikleri ilan ile iki hafta zarfında aşar borçlarını ödeyen ve yeni dönem için 1000 lira depozito yatıran eski mültezimlerin sözleşme süreleri uzatılacaktı.
Salih Efendi verdiği soru önergesinde meclisin yetkisini kendilerinde vehmeden bu iki bakan “mütecaviz ve taşkın hareketleriyle tedricen mutlâkiyete veya diktatörlüğe doğru yürümekle umum milletin hukuk-i kanunisine tecavüz eylemişlerdi.” Bu hareketlerinin hesabını mecliste vermeleri gerekirdi.

ANADOLU HALKI BİR AİLE HÜKMÜNDEDİR

Salih Efendi’nin ısrarla üzerinde durduğu konulardan bir diğeri; Bir genel affın ilan edilmesiydi.
“On seneden beri müdafaa-i nefis ve vatan uğrunda cenk ve cidalle meşgul Anadolu halkı müselsel karabet dolayısiyle bir aile halkından başka bir şey değildir. İşte bu fedakâr milletimizin bir kısım evlâdı cehalet; bir kısmı müdafaasızlık, bir kısmı da yanlış hükümler dolayısiyle hapsanelerde inlemekte ve intizamsızlık hasebiyle mevte mahkûm bir haldedirler. Yapılan inkılâplara, muzafferiyetlere, fedakârlıklara mağruren son olmak üzere Büyük Millet Meclisi tarafından millet namına bir affı umuminin süratle icrasını…”

Oysa o dönemde diktatörlük kurma yolunda atılacak adımların ayak sesleri ilk defa Hıyanet-i vataniye kanununda görülmüştü. Salih Efendi, bu kanunu hafifletmek için girişimlerde bulundu. “Asker firarisini ihfa ve iaşede methaldar olan valide ve zevceler cezadan mafüvdür” teklifinin kabul edilip edilmediğini bilmiyorum. Ancak bu teklif Salih Efendi’nin insan tabiatına verdiği önemi göstermesi açısından ilginçtir.

Suçlarının yarısını çeken ve 70 yaşını aşan mahkumların Ramazanı Şerife hürmeten affedilmesini isteyen teklifi onun insanî yönünü ortaya koyan diğer bir teşebbüsüydü. (28 Mayıs 1338) Haksız yere sürgün edilen askerlerin, masrafları maliyeden karşılanılarak memleketlerine iade edilmesi teklifi aynı şekilde değerlendirmek mümkündü.

CUMHURİYETİ KURAN İLK MECLİSİN MUHALİFLERİ ÖZGÜRLÜKÇÜYDÜ

Salih Efendi’nin verdiği teklifler genelde kendi önerileriydi ancak arkadaşları ile birlikte verdiği bir teklif, Türkiye’de bu gün hala ulaşılamayan bir ufuk çizgisi önermekteydi:

“Kanun-ı Esasi ve sair kanunlar ile efrada temin edilmiş olan hürriyet-i şahsiye veya hukuku tabiiye veya medeniyeye tecavüz eyliyenler bir seneden üç seneye kadar hapis ve müebbeden rütbe ve memuriyetinden tardolunur. Bundan mütevellit zararı şahsi dahi tazmin ettirilir.”
Söz uzasa da önemli gördüğüm bu teklif günümüz Türkçesi ile şöyle diyordu:

Anayasa ve sair kanunlar ile insanlara tanınan şahsî hürriyetler, insan hakları ve evrensel hukukun sağladığı hakları ihlal edenler üç yıla kadar hapse mahkum edilir. Asker iseler rütbeleri sökülür. Memur iseler görevden uzaklaştırılır. Şahıslara verdikleri zararlar kendilerine ödetilir. Elbette böyle ufukları geniş ve hürriyetçi şahıslardan kurulu bir meclis diktatörlük hevesi taşıyanları rahatsız edecek ve ilk meclis ilk fırsatta kapatılacaktı. 

Yeşiloğlu Mehmed Salih, ilk meclis kapatıldıktan sonra köşesine çekilmiş olmalı. Ayağının ne zaman kesildiğini de bilmiyoruz! Ama hak için mücadele eden ve fikirlerini özgürce savunmasını bilen karakterini korumuştu. Üstad’a yapılan zulümler karşısında kendi üzerine düşen görevi yerine getirmiş, eski bir dostuna karşı vefa borcunu ödemeye çalışmıştı.

Bu yazı okunduktan sonra böyle bir karakterin Celal Nuri tarafından alaya alınma sebepleri daha iyi anlaşılır zannederim.
İkinci bir yazıda konuşmalarından bir iki alıntı yaparak kendisine karşı vefa borcumuzu ödeme dileğiyle!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum