Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

İhtârın Mîmârîsi: Kalbe Gelen Sesin Ağırlığı

İŞARETLERİN İZİNDE - EMİRDAĞ’DAN KELİME KELİME BİR YOLCULUK (04): İHTÂRIN MÎMÂRÎSİ: KALBE GELEN SESİN AĞIRLIĞI

“…mânen kalbime kaç defa ihtâr edildi…”

Emirdağ Lâhikası-I, s. 56–58[1]

Bir mektubun kalbine vurulmuş mânevî bir mühür gibidir bu kısa ifade; ondan sonra gelen her harfin ağırlığını, mânâsını ve istikâmetini o belirler. Bu, şahsî bir kanaat veya anlık bir çıkarım değil; kaynağı, tekrarı ve mekânıyla ilân edilmiş, mesuliyeti ağır bir bildirimin özüdür. Bu mühür, dört kelimelik bir şifreyle açılır: “mânen”, “kalbime”, “kaç defa”, “ihtâr edildi”. Her biri, mesajın ciddiyetini ve uyulma zorunluluğunu katman katman derinleştiren birer kilit taşıdır. Bu bölümde, kalbe fısıldanan bu sesin izini süreceğiz: O ses nasıl işitilir, neden gecikmeye tahammülü yoktur ve günümüzün dikkat pazarlarında yankısını nasıl bulur?

whatsapp-image-2025-11-18-at-13-19-32.jpeg

1. İHTÂRIN KAYNAĞI: “MÂNEN İHTAR EDİLDİ

Kaynak mânâ âlemidir; benlikten değil, benliği hizâya çağırır.

İfade, pasif bir fiil olan “ihtâr edildi” ile biter. Bu dilbilgisel tercih, fâili gizleyerek eylemin kendisini ve kaynağının aşkınlığını[2] (yüceliğini/üstünlüğünü) vurgular. Bu, “Ben düşündüm, ben karar verdim” demek değildir; “Bana bildirildi” demektir. Kaynak, Bediüzzaman Hazretleri’nin kendi zâtı veya entelektüel çıkarımı değil, mânevî bir merciidir. “Mânen” kelimesi bu durumu teyit eder; bu, bir ilhâm, bir ikâzdır, aklı ve nefsi aşan bir bildirimdir. Rüyaya değil, kalbin sâha-i sükûnunda doğan içsel bir ikâza dayanır. İhtârın muhatabı ve aynı zamanda nâkili, bizzat Üstad Bediüzzaman Hazretleri’dir. Bu, ihtârın güvenilirliğini ve ciddiyetini en yüksek mertebeye taşır.

Önemli Not: Buradaki “ihtâr”, peygamberlere mahsus olan “vahiy” değildir; kulun gönlüne gelen ilhâmî bir ikâzdır. Bağlayıcılığı şer’î bir hükümden değil, Üstad’a duyulan uhuvvet ve sadâkatten doğar.

2. İHTÂRIN ÂCİLİYETİ: “KAÇ DEFA

İhmâl mazûr görülmez; şartlarına göre vebâle, hatta harama dönüşebilir. Erteleme değil, derhal gereğini yapmak icâp eder.

Kaç defa” ifadesi, ihtârın tesâdüfî veya bir anlık bir his olmadığını, aksine ısrarlı ve sürekli bir uyarı olduğunu gösterir. Mânevî eğitimde tekrar, meselenin ehemmiyetini ve ihmâle gelmeyeceğini bildirir. Bir defa gelen bir his yanıltıcı olabilir, fakat defalarca tekrarlanan bir ikâz, artık şüpheye yer bırakmaz. Bu tekrar, meselenin tehlikeli boyutuna ve müdâhalenin geciktirilmemesi gerektiğine dâir şiddetli bir gereklilik içerir. Vakit daralıyor; tehlike yaklaşıyor. O hâlde müdâhale derhâl.

Not: Buradaki “haramlaşabilir” kaydı, farz/vâcip nevinden vazifelerdeki ihmâli kasteder; tâli işlerde ise vebal/israf bağlamı söz konusudur.

3. İHTÂRIN MEKÂNI: “KALBİME

Akla “şimdi dinle” der; onu susturmaz, ona yön verir.

İhtârın geldiği yer akıl veya zihin değil, “kalp”tir. (Kalp, İslâm irfânında fuâd/latîfe-i rabbâniye olarak yalnız duyuş değil, basîret ve tefekkürün de merkezidir.) Bildirimin akla değil de kalbe gelmesi, onun rasyonel bir analizden ziyâde, doğrudan ve sezgisel bir hakikat olduğunu îmâ eder. “Kalbime ihtâr edildi” diyerek, Üstadımız meselenin sahipliğini kendinden alır ve onu ilhâmî kaynağına teslim eder. Bu ifade, büyük bir tevâzu ile, “Bu söz benim değil, kalbime bırakılan bir emanettir” demektir.

4. İHTÂR VE MUHATAP ARASINDAKİ MÂNEVÎ AHİT

Bu ilhâmî uyarıyı kim, kime iletiyor? Üstad Bediüzzaman, “Aziz, Sıddık Kardeşlerim” diye tanımladığı talebelerine. “Aziz” dendiğinde vakit kıymetlenir; “Sıddık” dendiğinde söz ve fiil hizâlanır. Bu iki atıf, okurun benliğini sorumluluğa çağırır. Böylece ihtâra uymak bir emirden çok, kimliğin gereğini yerine getirmektir. Üstadımız, körü körüne bir itaati değil, kalbi ve aklı tatmin eden bir teslimiyeti esas alır. Bu yüzden, bu mânevî ihtârın hemen ardından, onun mantıksal açıklamalarını ve zararlarını izâh etmeye başlar. Bu, “kardeşlik” hukukuna tam bir riayettir. Bu kardeşlik hukuku, geniş dâireye (siyâset/âfâk) “değeri kadar alâka” düsturuyla bakmayı da öğretir; taraf olmak değil, âlet olmadan alâka esastır.

5. BUGÜNE BAKAN YÖN: KİŞİSEL İHTÂRLARIMIZI DUYMAK

Bu hitâp, bir kimlik ve sorumluluk ahdidir. Bu dairede kendini bulanlar için ihtâra uymak, bir komutana duyulan sadakat gibi tereddütsüz bir teslimiyeti ifade eder; uymayanların ise bu hitâbın mânevî şemsiyesinin dışında kalacağı anlaşılır. Çünkü Aziz olan, kendine ve davasına verdiği kıymetin gereği olarak vaktini ve kalbini korur. Sıddık olan ise, Üstadına ve hakikate sadakatiyle, ihtârın gereğini harfiyen yerine getirir. Bu iki atıf, okurun benliğini sorumluluğa çağırır; böylece ihtâra uymak bir emirden çok, kimliğin şerefli bir gereği olur.

6. KADEH Protokolü – Kalbin sâha-i sükûnunda karar

  1. Kalbin Sükûtu (2 dk): Dur ve sessizleş. İçindeki gürültüyü fark et.
  2. Awe/Hayret (1 dk): Seni aşan bir hakikati (bir ağaç, bir âyet, bir çocuk gülüşü) tefekkür et.
  3. Denge Soruları (4 Soru): Bu meşguliyet vaktimin kıymetine uyuyor mu? Beni asıl vazifemden alıkoyuyor mu? Kalbime huzur veriyor mu? Beni tarafgirliğe sürükler mi; hizmete kuvvet verir mi?
  4. Eylem (Tek Amel): İhtâra cevap olarak tek bir somut adım at. (Örn: sosyal medyayı kapatıp tesbihâtı “duâ makamında” tamamlamak veya bir sayfa Kur’ân-ı Kerîm okumak).
  5. Hesap (1 Cümle): Gün sonunda kendine sor: “Bugün kalbimin sesini dinledim mi?”

SONUÇ

Mânen kalbime kaç defa ihtâr edildi” ifadesi, mektubun sadece bir giriş cümlesi değil, onun meşrûiyetini, âciliyetini ve bağlayıcılığını kuran mânevî bir mühürdür. Bu mühür, mesajı beşerî bir görüşün ötesine taşıyıp, uyulması gereken ilhâmî bir hakikat olarak ilân eder. Bizler için ise, kendi kalbimizin fısıltılarına, vicdanımızın ikâzlarına daha dikkatle kulak vermemiz için güçlü bir derstir. Çünkü en kıymetli rehber, bazen en sessiz sedâyla konuşur.

Bugün tek amel: Bildirimleri mühürle, farz–iş–aile–hizmet tertibini bozma; niyet: huzurla hakka yakın durmak.

Bir sonraki yazı: ZARARIN TEŞHİSİ — FAYDAYI ÖRTEN FIRTINA

Geniş–karışık–fırtınalı hakikatin kısaca zararları: vakti tüketen genişlik, basireti bulandıran karışıklık, sükûneti bozan fırtına. Neden önce zarar? Dijital çağda kalbi korumak için sınır, susma/tevakkuf ve sükûnet kalkanlarıyla pratik adımlar…

Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.

NOTLAR VE KAYNAKÇA:

[1] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Emirdağ Lâhikası-I). İstanbul: Envar Neşriyât.

[2] Aşkınlık (Aşkın olma durumu) (isim): Kelime anlamıyla “ötesine geçme, aşma”. Metin bağlamında, fiziksel âlemin, insan tecrübesinin veya benliğin (nefsin) sınırlarının ötesinde olan, ondan bağımsız ve daha yüce olan mânevî kaynağı veya ilâhî alanı ifade eder.

Aşkın (sıfat): Ötesinde olan, aşan, (fiziksel/beşerî sınırların) üstünde olan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum