Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Hürriyet / Liberalizm (1)

Allah insanı hür olarak yaratmıştır. Hürriyet Allah’ın insana ihsanıdır; kimsenin kimseye bir lütfu değildir. İnsanı Allah’ın kendisine bahşetti hürriyetten mahrum etmek insana yapılacak en büyük zulümdür. İnsan iradesinin hür bir şekilde, hiçbir baskıya maruz kalmadan ve zorlanmadan kullanımı ile insanlığı tekâmül eder ve kendisini gerçekleştirir; yani kabiliyetlerini inkişaf ettirir. Bu sebepledir ki insan fiillerinden sorumlu olur, mükâfatı ve cezayı hak eder.

Batılılar gerek kilisenin, gerekse derebeylerin ve kralların istibdadını yaşadıkları için çıkış yolu olarak Liberalizme sarılmışlardır. Liberalizmi istibdaddan bir kurtuluş olarak görmüşlerdir. Bu sebeple Liberalizm bir ideoloji değildir. Bir siyasi ilkeler mecmuasıdır.  Liberalizmin ilkeleri doğrudan insanın ihtiyaçlarına hitap ettiği için fıtrîdir. Dolayısıyla liberallerin ateisti de vardır, Hıristiyan’ı da, her düşüncede olanı da...  Liberalizm bir siyasi düşünce olduğu için dinin karşıtı ve rakibi değildir.

Liberalizm daha sonra o kadar geliştirilmiş ve her yere uyarlanmıştır ki, liberal sağ, liberal sol, liberal İslam, liberal ekonomi gibi geniş bir sahada uygulama alanı olduğu belirtilmektedir. Batı kaynaklı Liberalizm her yerde kendisini göstermeye çalışmaktadır.

“Liberal” sıfatından ürken dindarların bir kısmının başka ve daha haklı görünen gerekçeleri vardır. Bu gerekçelerden biri genel veya evrensel diyebileceğimiz bir sorunla ilgili olup, liberalizmin ne olduğuna ilişkin yanlış bir kavrayıştan ileri gelmektedir. Bu kavrayışın özünde, çağdaş bir “ideoloji” olarak liberalizmin evrene, hayata, birey ve topluma ilişkin tutarlı bir bilgi ve değerler sistemine dayandığı ve toplumu bu doğrultuda tanzim etmeyi amaçladığı düşüncesi yatmaktadır. Yani, liberalizmin kapsayıcı bir felsefe, total bir ideoloji olarak dine alternatif olma iddiası taşıdığı sanılmaktadır. Bu nedenle bazı Müslümanlar, herhangi bir kötü niyet veya kasıt eseri olmaksızın, liberalizmi sanki “küfr”ün bir türüymüş gibi algılamaktadırlar. Ne var ki, bu anlayış tamamen liberalizm hakkındaki bilgi eksikliğinin ürünüdür ve aslında liberaller de yedi-sekiz yıl öncesine kadar zikre değer bir liberal neşriyatın olmadığı ülkemizde bunu mazur görmektedir. (Erdoğan, Mustafa, İslam ve Liberalizm, 2007, s.3)   Binder’in haklı olarak işaret ettiği gibi, güçlü bir İslami liberalizm ortaya çıkmadığı sürece Orta Doğu’da (ve özel olarak da Türkiye’de) siyasi liberalizm çabalarının başarıya ulaşabilmesi son derece zordur (Leonard Binder, Liberal İslam, Çev. Yusuf Kaplan, 1996, İst, s.30)

İslam dininde Allah’ın insana verdiği haklar ile “Evrensel İnsan hakları” arasında çelişki yoktur; ancak insanların fıtratlarına aykırı hak talep etme hakları da yoktur. Haklar egoist ve bencil bir yaklaşımla talep edilemez, dolayısıyla bir insanın başkasına zarar verme hakkı yoktur. Başkasına zarar verme hakkı olmadığı gibi İslam’da bireyin kendisine zarar verme hakkı da yoktur. (Bediüzzaman, 1996, Münazarat, 59) Bu İslam’ın inanç sistemine uygun ve insan haklarının da ötesinde insan hayatını ve ruhunu korumayı amaçlayan ilâhî haklar cümlesinden sayılabilir. İslam’da hürriyet anlayışı “Ne nefsine ne de başkasına zarar vermemek” ilkesine dayanır.  Peygamberimiz (sav) Veda Hutbesinde “Ne zarar verin, ne de zarar görün” “İslam’da zarar vermek ve zarara razı olmak yoktur” buyurmuşlardır.

Fıtrata aykırı hususlar hak olarak görülemez. Yani “Eşcinsellik” ve “zina” bir hak değildir, fıtratın bozulması anlamına geldiği için İslam buna müsaade etmez. “Makasıdu’ş-Şeria” denen “Dinin, malın, canın, namusun ve aklın korunması” İslam hukukunun temel esaslarındandır. 
**
İslam dinin dinamiğini koruyan “İçtihatlar”dır. İçtihat ise üç temel unsurun ürünüdür. Üçte biri nass, üçte biri akıl, üçte biri ise ihtiyaç oluşturur.  İslam fıkhı dediğimiz şeriat, aklî bir cehdin (içtihat ve kıyasın) ürünüdür. Fıkıh Usulü (Hukuk metodolojisi) İslam bilginleri tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir. Amacı dinin temel kaynakları olan “Kitap ve Sünnet”ten hüküm çıkarma yöntemlerinin belirlenmesidir.

Her Müslüman müçtehitlerin içtihatlarını benimsemede hürdür ve bir içtihat diğerini ortadan kaldırmaz.  “İçtihat, içtihat ile nakzolmaz.” (Mecelle, 16) İslam fıkhı/hukuku nassların tarihsel yorumu denebilir.  
İslam bir doktrin, bir ideoloji ve siyaset değildir; dindir. Özünde inanç olmakla beraber bu inanca bağlı olarak bir ahlak ve dünya görüşü sunar. İçinde inanca dayalı hukuk ve siyasi yönü de vardır. Her şeyden önce bir öğretidir ve insan odaklıdır. Öğretisinin odağında insanın maddi-manevi bütün ihtiyaçlarına cevap verme amacı vardır.

İslam’ın bir siyaset ve devlet teorisi olduğunu savunmak mümkün değildir. Kur’ân insanı muhatap alır. İnsanın hayatta bulunduğu statü ve konumuna göre muhatap aldığı ve adaleti emrettiği için aile reisi konumunda babayı, idareci statüsünde de idareci olarak insanı muhatap almıştır.
İslam’ı siyasallaştıran daha çok Şia ve Harici düşünce sistemidir. Daha sonra yöneticilerin siyasal iktidarlarına bir kutsallık kazandırma çabasıdır. Hilafet, dini bir rejim değildir ve dini vecibeden kaynaklanmamaktadır. Hilafet özü itibarıyle seçimdir; hür ve demokratik bir seçimin, din ve dünya işlerini tanzim etmek için halkın içlerinden liyakatli birini yetkilendirme faaliyetidir.  Süreç itibarıyle bu yetkilendirme demokratik bir süreç sayılabilir.

“Ümmet” kavramı siyasal bir topluluk olmaktan çok “aynı inanç etrafında toplanmış bütün insanlardır. Siyasi değil, dini bir topluluktur. Siyasi topluluklar daha çok ırkîdir. “Allah’ın indirdiği ile hükmetmek” (Mâide, 5:44) adaletle hükmetmek anlamını taşımaktadır. Burada hâkimiyet Allah’ın olması demek üstün irade Allah’ın iradesidir, Allah insanları layık olduğu şekilde yönetilmesine hükmeder. Liyakat ise insanların hür irade ve seçimine bağlıdır. Kur’ânın hitabı “Ey insanlar!” “Ey inananlar!” şeklinde de olsa bireye yöneliktir. Hitap umumi de olsa bundan kastedilen tek tek bireylerdir.

İslam’da mülkiyet temel haktır ve malın korunması da hukukun temel amaçlarından sayılmıştır. Malın korunması ve mülkiyetin elden ele geçmesi ve çoğalması da “ekonomik hak” olarak görülmüş ama bunun “hak ederek” kazanımı esas alınmıştır. Bu da faizin yasaklanması ve ticaretin serbestçe yapılması prensibine bağlanmıştır. Serbest piyasa ekonomisi bu bakımdan teşvik edilmiştir. Peygamberimizin (sav) “Piyasada pahalılık vardır. Narh koymaz mısınız?” şeklindeki bir isteğe “Ben Allah’ın huzuruna kul hakkı ile gitmek istemem” (Ebû Dâvûd, Büyü: 49; İbn Mâce, Ticarat, 27) buyurması meşhurdur. Devletçi bir yaklaşım İslam’da yoktur. Devlet idareci anlamına gelir; İslam’da devletin amacı hukuku işletmek ve adaleti temin etmektir. Dolayısıyla ekonominin devlet eli ile yönetimi söz konusu değildir.

Sosyal dayanışma ve yardımlaşma İslam’da zengine bir yükümlülük olarak verilmiştir. Bu da “Zekât ve Sadaka” şeklindedir.  Zekâtın ise “İnanç, ahlakî bir ödev olmakla beraber malın korunmasına ve temizlenmesine yönelik bir amacı da vardır.” İslam’da zekâtı verilerek temizlenen mal “kenz” yani hazine ve stok sayılmaz. Dolayısıyla liberal bir ekonomik anlayış serbest bırakılmış ve servetin ilahî bir ihsan olduğu, bundan dolayı da korunması ve değeri bilinerek amacına uygun bir şekilde insana hizmet aracı olarak kullanılmasını tavsiye edilmiştir. Faiz ekonominin gereği olmadığı, emeksiz ve haksız bir kazanç olduğu için yasaklanmış; buna mukabil ticaret ve yardımlaşma tavsiye edilmiştir.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.