Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Hazret-i Eyyüb El Ensari’nin huzurunda

Kainatın Efendisi (asm), Rabbinin izniyle ve emriyle Mekke müşriklerinin zulüm ve baskısından kurtulmak ve İslam’ı daha rahat bir zeminde tebliğ etmek için Medine’ye doğru yola çıktığında, İslam tarihinde yepyeni bir dönem başlıyordu. Bu dönem artık İlahi mesajın açık ve aleni bir şekilde başlayacağı ve fütuhatların birbirini takip edeceği bir dönemin başlangıcıydı.

Bu hicret yolculuğu devam ederken, Medine Müslümanlarının da ruhunu bambaşka bir heyecan sarmaya başlamıştı.  Allah’ın Sevgilisi, Medine’de hangi evde ikamet edecek ve bu büyük şerefe kim nail olacaktı? Medine Müslümanları, bu temenni ve dua ile bekler bir halde, gözleri ufukta ve kalpleri tam bir heyecan fırtınası ile çarpar hale gelmişti.
Bu ne yüce ve şerefli bir ev sahipliği olacaktı. Böyle bir şerefe ve mihmandarlığa kim nail olmak istemezdi ki?  Nihayet beklenen an gelmiş ve Resul-ü Ekrem, Sıddık Dostuyla birlikte görünmeye başlamıştı. Medine semalarında
‘’Ay doğdu üzerimize Veda tepelerinden’’
‘’Şükür gerektir bizlere Allah’a davetinden’’ mısraları göklere kadar yükseliyordu.

Devesi Kasva üzerinde Medine’ye giren İki Cihan Güneşi’ni, evlerine davet etmek ve görmek için bütün Medineliler sokaklara dolmuştu. Herkes bir şekilde Gönüller Sultanı’nı misafir etmek için dil döküyordu. Kasva’yı kendi haline bırakmak ve İlahi tecelliyi beklemek lazımdı. Kimseyi kırmamanın yolu buydu. Öyle yapıldı.
Herkes, gözlerini pür dikkat Kasva’ya dikmişti. Dillerinden eksik olmayan dualarla kaderin hükmünü beklemeye başladılar Medineliler. Fakat Kasva gidecek yere sevk ediliyordu. Gitti, gitti ve Hazret-i Eyyüp El Ensari’nin evinin hemen yanında durdu ve çöktü. Evet artık hane-yi saadetin yeri belirlenmiş ve kutlu mihmandar belli olmuştu. Herhalde o an, Hazret-i Eyyüb’ün yaşadığı sevinci ifade etmeye imkan yoktu. Nasıl olsun ki? ‘’Levlake levlak’’ sırrına mahzar olmuş en sevgili Resul, kendi evi bitirilinceye kadar kendisinin misafiri olacak ve evini şereflendirecekti. Bu nasıl anlatılmaz bir saadet ve ne kadar büyük bir mazhariyetti.

Artık Hazret-i Eyyüb’ün evinde çok daha farklı duygular yaşanmaya başlanmış ve adeta eve nur inmişti. En birinci ensar olmanın ve ‘’Ensar’’ lakabını taşımanın en büyük şerefi de bu büyük insana nasip olmuştu. Fakat diğer Medineliler de boş durmamış ve şehirlerine gelen diğer muhacirleri misafir etmişlerdi. Bir Medineli ile bir Mekkeliyi kardeş ilan eden Sevgililer Sevgilisi, sosyal bir dayanışma ve yardımlaşmanın en güzel bir numunesini tesis ediyordu. Ensar-Muhacir birlikteliği ve dayanışması muhteşem bir iman kardeşliğinin en parlak bir misali olarak tarihin şeref levhaları arasında en müstesna bir yer tutuyordu.

Ensar, muhacir kardeşlerini bağrına basıyor ve her şeyini paylaşıyordu. Bu fedakarlık İlahi takdire mazhar oluyor ‘’onlar ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendilerine tercih ediyorlar’’ şeklinde tavsif ediliyorlardı.  İşte ‘’isar’’ hasleti sahabenin abidevi bir hususiyeti olarak, kıyamete kadar bütün müminler için bir numune-i imtisal oluyordu. 

Hazret-i Eyyüb El Ensari’nin de keyfine diyecek yoktu. Fakat aynı şekilde büyük bir sorumluluğu üzerinde hisseden insanların telaşını da yaşıyordu. Bu telaş ‘’ya Gönüller Sevgilisi’nin memnun edemezsem’’ telaşı idi. Fakat buna aslında hiç gerek yoktu. Murad-ı İlahi tahakkuk edecek ve Hazret-i Eyyüb, muhabbet-i Resulullah’a (ASV) bihakkın mazhar olacaktı.  Hazret-i Eyyüb, Allah’ın Habibi’nin çıktığı bütün seferlere katılmış ve en büyük yardımcılarından biri olmuştu. Daha sonra Hulefa-i Raşidin döneminde yapılan bütün gazvelere de katılmış ve Hz. Ali (R.A.) ile birlikte Haricilere karşı savaşmıştı.

Resul-ü Kerim’den, İstanbul’un fethi ile ilgili hadisi duyan Hz. Eyyüb’ün gözleri hep uzaklara dalmaya başlamıştı. Dünyasını İstanbul ile ilgili bu düşünceler meşgul ediyordu: ‘’Bu kutlu müjdeye mahzar olmak veya bu yolda şehid olmak.” Bulduğu ilk fırsatta İstanbul’un fethi için yola çıkan  ordu ile yollara koyuldu. 80 yaşını geçmişti. Uzun yol meşakkatine bu inanç ile dayandı. İstanbul surlarının önüne geldi. Hastalandı ve vefat etmeden önce ‘’İstanbul’a mümkün olan en yakın yerde gömülmeyi’’ vasiyet etti. Bu vasiyeti yerine getirildi. Surların dibine gömüldü.  İstanbul’un fethi Sultan Muhammed Fatih’e müyesser olacaktı.

İstanbul’un fethinden sonra Akşemseddin, bu büyük sahabenin mezarını manen keşfetti. Üzerine bir türbe yapıldı. Daha sonra İstanbul’un manevi bir bekçisi gibi bugüne kadar kabri bir ziyaretgah olarak Müslümanların akınına uğradı. Ziyaret edenlere Sevgililerin En Sevgilisini hatırlatan Hazret-i Eyyüb, vefatından sonra da tasarrufu devam eden bir büyük sahabe olarak, İstanbul’u İslambul yapan en büyük işaretlerden biri olarak manevi vazifesine devam ediyor.

Mehmet Pamuk ve oğlu sevgili Hasan’ın rehberliğinde ziyaret ettiğimiz bu manevi değeri çok yüksek olan mekanın tahattur ettiği düşünceleri bir nebze de olsa kaleme aldıktan sonra duygularımı şu dörtlük ile noktalamak istiyorum:
 
Mübarek fethin kutlu bir sembolü her zaman
Etrafa nurlar saçar; bu neyyir, ulvi mekan
Manevi hamisidir şu İstanbul şehrinin
Mihmandar-ı Nebevi Hazret-i Eyyüb Sultan

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum