Serdar BİLGİN

Serdar BİLGİN

Hasan Feyzi Ağabeyin Şiirine Mana Ve Sanat Yönüyle Bakış

Şiire şekil olarak değil bir hisler deryası olarak bakmak istiyorum. Sevgilisinden ayrılan bir aşığın dilinden, yüreğinden süzülen mısralarla karşılaşıyoruz. Risale-i Nur'un yüksek hikmetlerini ile kemale ermiş, hayatını üstadına ve Kur'ân tefsiri Risâle-i Nur'a adamış Nur'un bir fedaisinin edebi bir beyanı var karşımızda. Hasan Feyzi Ağabey, üstadı 1943 yılında tanıyor, bir yıl sonra Üstadını Afyon’a uğurluyor, nuru ile Denizli’yi ve tüm Anadolu’yu aydınlatan Üstadın Denizli’ye ve Denizli’deki talebelerine olan vedasından duyduğu duyguları ete ve kemiğe büründürüyor. Yaklaşık iki yıl sonra bugün 13 Kasım 1946 tarihinde vefat ediyor.

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

Yine göç var diye Mecnuna haber verme sakın!
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek,
Kapanıp kâbe-i irfan, yine viran olacak.

Hidayetin nuru Üstad, bu şehirden gidince aslında sürgün edilen Üstad değil Denizli olmuştur. Denizli; elinden hürriyeti alınmış, zindana düşmüş bir esir gibi hüsran içerisindedir. Hasan Feyzi Ağabey, Üstadı kalbi ile özdeşleştiriyor, mecaz-ı mürsel yapıyor, Üstadın Anadolu’nun değişik yerlerine sürgün olarak gitmesini “hicran dolu kalbim” ifadesi ile sembolize ediyor, Anadolu’nun değişik yerlerinde daha önceki talebelerinin yaşadığı ve bundan sonraki talebelerinin de yaşayacağı hicranı “yine göç var” ifadesi ile anlatıyor. Anadolu’nun değişik yerlerinde yetiştirdiği talebelerini mecnun, tevhit gülü teşbihleri ile sanata döküyor. Mecnun ile; Üstada olan hayranlığı ve aşkı; tevhit gülü ile bedenleri ve coğrafyaları ayrı ama ruhları ve istikametleri bir talebelerini, Üstadın birleştirici vizyonunu anlatmaya çalışıyor. tevhit gülü ifadesinde kapalı istiare yapar ve Üstadı bahçıvana, Üstadın dokunduğu coğrafyaları da gül bahçesine benzetir. Mecnun ve tevhit gülü talebelerinin bu hicranlardan, göçlerden duyduğu hüznü bir çiçeğin solmasına benzetiyor. Üstadın sürgün gittiği yerlerde bir kale inşa ettiğini ifade ediyor, bu kaleyi “kâbe-i irfan” ifadesi ile sembolize ediyor ve bu hicranlardan şehirlerin de üzüldüğünü anlatıyor. Eskişehir de ağlamıştı, Kastamonu da ağlamıştı ve Denizli’de ağlıyor.

Haber aldım ki yarın yad olacakmış bize yâr,
Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak?
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim?
İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.

O şifa-bahş olan envarını sen çeksen eğer,
Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak?
O temiz pak nefesin, âb-ı hayatı bu çölün,
Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak.

Burada Hasan Feyzi Ağabey, tecahül-i arif sanatı yaparak duygularını soru yolu ifade ediyor. Bu ayrılıktan doğan yaraya yine Üstadın derman olabileceğini, dert ve elemlerine iyi gelen, Lokman vazifesi gören reçetelerine ihtiyacını zikrediyor, çöl, kuraklık ifadeleri ile Hz. İsmail’in ağlayışları karşısında ne yapacağını şaşıran annesinin çaresizliğine telmih yapıyor. Bu asırda tıpkı Hz. İsmail’in annesi gibi biçare düşmüş insanlara çare olduğunu, Denizli çöllerine kuyu açtığını, susuz kalan talebelerine de su getirdiğini istifam ve tecahül-i arif sanatlarını kullanarak ifade ediyor, edebi bir beyanda bulunuyor.

Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,
Küçücük zerre de olsa, meh-i tâbân olacak.
O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim
Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak.

Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem,
Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.
Nazarın erse garip başıma ey nur-u Hüdâ,
Bugün artık bu hakir bendede umman olacak,

Hasan Feyzi Ağabey, burada Üstadı Güneş’e, talebelerini ise Güneş’ten ışığını alan Ay’a benzeterek istiare sanatı yapıyor. Küçücük bir zerrenin dahi o nura değmesiyle yüceleceğini, ay parçası olup, ışığı ile geceyi, geceleri aydınlatacağını ifade ediyor. Küçük bir su kütlesi olan şahsının nurlar sayesinde bir ummana dönüştüğünü, üstadın lütuf ve kerem dolu mübarek elini öptükçe de küçücük, zerre kadar olan kalbinin mutluluktan büyüdüğünü, etrafına da feyiz verdiğini anlatıyor. O nedenle Üstadın etrafına feyiz veren kapısından uzakta kalmaya asla dayanamayacağını, hayatını üstadına ve Kur'ân tefsiri Risâle-i Nur'a bir fedai olarak adadığını beyan ediyor.

 

Bu anasır, yüzüne her ne kadar çekse hicab,
Yine haksın, buna şahit yine Kur'ân olacak.
Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayân,
O güzel nur-u bedi', mânevî sultan olacak.

Sakınıp, Feyzi-i biçareye bahs açma bugün,
Yeni baştan yine şeyda, yine giryan olacak.

Hasan Feyzi Ağabey, burada, Kafirler istemese bile Allah nurunu tamamlayacaktır hükmü ile Üstadın “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda, İslam’ın sedası olacaktır.” müjdesine ve Efendimizin (asm) Miraç hadisesine telmih yapar ve Miraçta Efendimize(asm) bütün hakikatlerin apaçık gösterilmesi gibi Risale-i Nurların da bütün hakikatleri apaçık gösterdiğini, bu mevcudat yüzüne her ne kadar perde çekse, seni görmemezlikten gelse de Kur'an hakikatlerini ortaya çıkaran bu güzel ve eşsiz nurların bütün dünyaya sultan olacağını ifade ediyor. Bugün Üstadın Denizli’den ayrılışından dolayı biçare Feyzi’nin duygu yüklü olduğunu, Üstadın Denizli’de bıraktığı o şahs-ı manevisi ile bu aşkın tazeleneceği ifade ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.