Hakikat-i Muhammediye (asm) düşüncesi

Hakikat-i Muhammediye düşüncesi; “ilk yaratılan şeyin Hz. Peygamberin (a.s.m.) nuru olduğu ve kâinatın onun nurundan yaratıldığı görüşüyle başlamıştır. Buna delil olarak da "Levlâke levlâke Lema halaktül-eflâk” “(Ey habibim) sen olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım” [1] kudsi hadisi gösterilmiştir.

“Levlake” Kudsi hadisi hakkında yazılanlar

"Levlâke levlâke Lema halaktül-eflâk” Sözü, İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre kudsî hadis olarak kabul edilmiştir. Buna delil olarak da Enbiya suresindeki, "Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."[2] ayeti gösterilmektedir.

“Levlake” hadisine; Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman gibi nice İslâm âlimleri eserlerinde yer vermişler.

Hakîkat-i Muhammediye fikrine ilk olarak Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’de (ö. 283/896) rastlanır. Tüsterî, Allah’ın ilk önce Hz. Muhammed’i (asm) kendi nurundan yarattığını ileri sürmüş.[3] Hakikat-i Muhammediye diğer adıyla Nur-u Muhammediye ifadelerine sözlerinde ilk yer verenin, Zü’n-Nun-ı Mısri (H. 155-245/772-859) olduğu görüşünde olanlar da var.

Hakîkat-i Muhammediye görüşü; Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Abdülkerîm el-Cîlî tarafındanAllah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakîkat-i Muhammediye veya Nur-i Muhammediye yaratılmıştır. Daha sonra bütün varlıklar bu hakikatten ve onun için yaratılmıştır.” Âlemin var oluş sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikat olduğunu ifade etmişler.

Tasavvuf inancında sıklıkla ifade edilen “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım”[4] sözü, kutsî hadis olarak kabul edilmiştir. Bu hadise göre İlâhî tecelli olan “taayyün-i evvel” yani ilk yaratılan şeyin Nûr-ı Muhammedî’nin olduğunu, sonra her şeyin ondan ve onun için yaratıldığı fikri ileri sürülmüştür.

Yine bir görüşe göre, Peygamber Efendimizin (a.s.m) ruhu ve nuru bütün insanlardan ve peygamberlerden, hatta meleklerden de önce yaratılmıştır. Onun için Hz. Muhammed (a.s.m) bütün insanlığın mânevî babası olduğu, Hz. Âdemin ise (a.s) insanların maddi babası olduğu düşünülmektedir. “Allah ilk defa benim nurumu yarattı”; “Âdem toprakla su arasında iken ben peygamber idim.”[5] meâlindeki hadislerle de bu hususun desteklendiği ifade edilmektedir.

İbnü’l-Arabî, Hakîkat-i Muhammediye’yi vücûd-ı mutlakın yani mutlak varlığın yaratılış sahasındaki ilk ve en mükemmel mazharı ve tecelli edilen olarak görür. Onun her isminin bir mazharı vardır. En kapsamlı isim olan ve bundan dolayı ism-i a‘zam denilen Allah isminin mazharı hakîkat-i Muhammediye’dir. Vücûd-ı mutlak (mutlak varlık) en yüksek seviyede ve bu mazharda tecelli ettiğinden ona “insân-ı kâmil” de denir.

İbnü’l-Arabî’ye göre; İlk yaratılan şeyin Nur-i Muhammediye olması bakımından varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir. Hak ve halkın bütün mâkul (aklî) mahiyetlerini özünde toplamış olan hakîkatü’l-hakāik hakîkat-i Muhammediye’nin maddesi, hakîkat-i Muhammediye de onun sûretidir.

İbnü’l-Arabî, hakîkat-i Muhammediye’ye insân-ı kâmil adını da verir. Çünkü insân-ı kâmil varlığın bütün hakikatlerini kendinde toplar ve bu özelliğiyle Allah isminin mazharıdır. Bilgi ve ilham bakımından ele alınınca hakîkat-i Muhammediye bütün peygamberlerin ve velîlerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır der. [6]

Allah’ın en mükemmel şekilde yarattığı Hz. Muhammed’i cemal ve celâl sıfatlarına mazhar kıldığını, cennetle cehennemin onun iki vechesi olduğunu söyler. [7]

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ise, hakîkat-i Muhammediye’yi;[8] “Sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım”; “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bunun için âlemi yarattım” gibi tasavvuf edebiyatının temelini oluşturan cümleler hakîkat-i Muhammediye’nin özlü ifadeleri olduğunu söyler.[9]

Tefsirlerdeki Hakîkat-i Muhammediye Anlayışı

Konu ile ilgili yapılan araştırmalarda, hakîkat-i Muhammediye fikrini ilk dile getiren sûfî olarak şu üç isim zikredilmektedir: Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (ö. 283/896), Zünnûn-ı Mısrî' (ö. 245/459) ve Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922).!

Yapılan ilmi tesbitlere göre; ilk yaratılan insanın Hz. Muhammed (a.s.) olduğu ve onun bir "nur" olduğu düşüncesi, bazı tâbiin âlimlerine atfedilen yorumlar da görülmektedir. Nitekim Taberî'nin tefsirinde, (ö. 310/923), "Bir vakit, Biz peygamberlerden kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan"  meâlindeki âyetin tefsirinde naklettiği iki rivâyete göre tâbiînden Katâde b. Diâme, bu âyette Hz. Peygamber'in (a.s.m.) diğer peygamberlerden önce zikredilmesinden hareketle olsa gerek, bu âyet ile ilk yaratılan insanın Hz. Muhammed (a.s.m.) olması arasında irtibat kurmaktadır. Bu iki rivâyet şöyledir: Katâde dedi ki: 'Bize şöyle bir rivâyet nakledilmiştir: Ben, yaratılışta peygamberlerin ilki; gönderilişte ise sonuncusuyum.' "Katâde bu âyeti okuduğu zaman şöyle derdi: Hz. Peygamber (a.s.m), ilk yaratılan peygamberdi." Ayrıca yine tâbiînden Ka'bu'l-Ahbâr (ö. 32/652) ve Saîd b. Cübeyr (ö. 95/713), nur âyeti olarak bilinen "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru şuna benzer:.. ," meâlindeki âyette geçen ikinci "nur"dan maksadın Hz. Muhammed (a.s.m) olduğunu söylemişlerdir.[10]

Bediüzzaman ise, “Nur-u Muhammediyeden (a.s.m.) yaratılan madde-i acîniyeden yani hamur gibi yoğrulmuş maddeden gezegenler ile güneş, o nurun mâcun ve hamurundan ayrılmışlar. Buna delil olarak da bu safhaya işaret eden نُورِى اللهُ خَلَقَ مَا اَوَّلُ https://www.erisale.com/images/blank.gifyani "Cenâb-ı Hak herşeyden evvel benim nurumu yarattı."[11] hadis-i şerifini delil olarak göstermiştir. 

Ayrıca bu konuyu güçlendiren başka bir rivayette ise, bir gün Hz. Cabir, Resulullah aleyhissaltü vesselama:

-Ey Allah'ın Resulü! Anam babam sana feda olsun, Allah'ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz, diye sordum. Şöyle buyurdu: "Ey Cabir! Her şeyden önce Allah'ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O nur, Allah'ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı." [12] hadis-i şerifidir. [13]

Bediüzzaman Said Nursi’nin bu konudaki görüşü

Said Nursî bu konuda şöyle ifade eder:

“Şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere (çok büyük bir ağaç) mânâsında görünür. Ve şecerenin (ağacın) nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de (yaratılış ağacının) bir şıkkı olan âlem-i süflînin  (dünyanın) anâsır (elementler) dalları, nebâtât (bitkiler) ve eşcar (ağaçlar) yaprakları, hayvânât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.”[14]

Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında câri (geçerli) olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri (geçerli) olmak, mukteza-yı ism-i Hakîmdir (Hakîm isminin gereğidir). Öyle ise, mukteza-yı hikmet (hikmetin gereği), şu şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) da bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden (görünen şu âlemden) başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi' (içinde barındıran) olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden (içerisinde kâinatın çekirdek-i aslîsi (asıl çekirdeği) ve menşei (kaynağı), kuru bir madde olamaz.

Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde, en meşhur meyve ve en muhteşem semere (meyve) ve umumun nazar-ı dikkatini celb (bütün isanların dikkatını çeken) eden ve arzın  nısfını (dünyanın yarısını) ve beşerin humsunun  (insanların beşte birinin) nazarını kendine hasreden (toplayan) ve mehâsin-i mâneviyesiyle (manevi güzellikleriyle) âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammediye (a.s.m)’dır. Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir (son) bir meyve suretinde görünecektir.[15]

Bediüzzaman hazretlerinin, yukarıda ifade ettiği metni biraz açacak olursak: Kâinat yani evren bir ağaç gibidir. Onun çekirdeği insandır. Kâinat, insanın mahiyet ve özelliklerinden yaratılmıştır. Kâinatı büyük bir ağaç olarak düşünürsek atomlar, moleküller ve madenler gövde ve kökleri, bitkiler dalları, hayvanlar ise çiçekleri gibidir. İnsan ise bu büyük kâinat ağacının meyvesidir.

Çünkü şu görünen kâinatta insandan daha akıllı ve değerli, daha kabiliyetli ve yetenekli bir varlık yoktur. Nasıl ki, bir ağacın en önemli kısmı meyvesi ve dolayısıyla ağacın meydana gelmesine sebep olan çekirdeğidir. Çünkü ağacın aslı o meyvenin çekirdeğinden yaratılmıştır.

O halde insan, kâinat ağacının hem çekirdeği hem de meyvesidir denilebilir. Tabi bu çok önemli bir hakikat olduğu için belki akıldan uzak görenler olabilir.[16] Ona göre kâinatın çekirdeği insandır. Dost ve düşman tarafından en mükemmel insan olarak kabul edilen bu çekirdek ise Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın nurudur, ruhudur, mahiyetidir, maddi ve manevi hayatıdır.

Bir çam ağacının bütün programı çekirdeğinde yazılı olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Koca çam ağacının küçücük bir çekirdekten yaratıldığı bir gerçektir. Buna göre kâinat bir ağaçtır, o ağacın çekirdeği Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.  Ve gördüğümüz şu kâinat ağacı onun nurundan yaratılmıştır. Bu hususu hem ilim hem de akıl doğrulamaktadır.

Nasıl ki bir çam ağacının yaratılışı, çekirdeğinde yazılmış olan genetik şifreler üzerine bina edilmektedir. Aynı şekilde kâinat ağacının genetik şifresi de Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın nuru üzerine bina edilmişti denilebilir.

Görülüyor ki, Hz. Muhammed aleyssalatü vesselamın nuru, hayatı, ruhu, mahiyeti denilen esas unsur ve çekirdeği, kâinatın DNA’sı ve Genetiği olduğu bir hakikattir. Cenab-ı Hak, yazılı olan bu programı ve yazılımı açarak ondan kâinatı yaratmış.

Hiç bir şey yaratılmadan önce kâinatın bütün plan ve programı hükmünde olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nurunun DNA’sı ve genetiği Cenab-ı Hakkın sonsuz ilminde vardı. Çünkü bir şey yapılmadan, önce onun neticesi düşünülür ve planlanır. İnsanların yaptıkları işlerde de bu böyledir.

Mesela zengin bir iş adamı bir şey üretmek istiyor. Üreteceği o ürün için bir fabrika kurması gerekiyor. Fabrikayı kurmadan önce elde edeceği ürünün, bütün detaylarını planını, programını ve projesini hazırlar öyle fabrikayı kurar.

Diyelim ki fabrikatör mükemmel bir otomobil üretmeye karar verdi. Öncelikli olarak o otomobilin tüm özelliklerini ve nasıl bir fonksiyon göreceğini tüm detayları ile planlar ve programlar. Bu otomobilin en küçük detayına kadar üretim programını kayıt altına alır. Sonrasında o otomobili üretecek fabrikayı inşa etmeye başlar. Artık fabrikanın tüm bölümleri baştan sona otomobil üretmeye dönüktür. Adeta fabrikanın her bir bölümünde o otomobilin plan ve programı çalışır. Ta ki, fabrika o istenen otomobili üretmiş olsun. İşte bu noktada fabrika sahibinin bu fabrikayı yapmaktan maksadı o otomobildir. İlk düşünülen şey ise o otomobilin hayatı, nuru ve ruhu hükmünde olan o otomobilin plan ve programıdır dense yanlış olur mu? Olmaz.

İşte Cenab-ı Hak, kâinatı bir fabrika olarak yaratmış. Bu kâinat fabrikasının ürünü yani meyvesi insandır. Kâinatta yaratılan her şey insan ve insana hizmet için vardır. Öyle ise bu kâinat fabrikası için ilk önce düşünülen şey insandır ve insanın mahiyetidir, yani çekirdeğinde yazılmış olan programıdır. Ve insan ürününün numunesi ve örneklemi ise en mükemmel insan olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.  Dense yerinde bir hakikat olur mu? olur.

O halde kâinatın DNA’sı ve Genetiği hükmünde olan Nur-u Muhammedi yazılımı, kâinatın aslı, esası ve çekirdeğidir. [17] Kâinat ağacının çekirdeği ve ilk maddesi Peygamber Efendimizin (a.s.m) ruhu ve nurudur. Nasıl ki bir ağaç, bir çekirdekten yaratılıyor ise, kâinat ağacı da çekirdek hükmünde olan Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın nurundan yaratılmıştır.

SONUÇ OLARAK:

Demek o nur olmasaydı kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe inerdi. Evet, elbette böyle bedî (eşsiz ve güzel) bir kâinatta böyle bir zât lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk (âlemler)  olmamalıdır. [18] 

“Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat  vefat edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz (yer küre) kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye (gezegene) çarpacak, bir kıyameti koparacak.”[19] 

[1] Ali el-Kâri, (Şerhü'ş-Şifâ: 1:6; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:164.) 

Bu kudsî hadisin geçtiği kaynaklar: Bu hadis-i kudsî, Suyutînin El-Leâlil-Masnûa; Aliyyü-Kârînin El-Esrârul-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhüş-Şifâ; Şevkânînin El-Fevâidül-Mecmûa; Hâfız Aclunînin Keşfül-Hafâ; Muhammed Said Zalûlün Tahkîk; İmam-ı Nevevînin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır.

[2] Enbiyâ Suresi, 21/107

[3] Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, s. 15, 62

[4] Aclûnî, II, 164; Hâkim, el-Müstedrek, II, 615

[5] Tirmizî, “Menâḳıb”, 1; Müsned, IV, 66; V, 379; Aclûnî, I, 265; Abdülkerîm el-Cîlî, II, 37

[6] Fusûs, s. 19, 63; el-Fütûḥât, I, 118). Abdülkerîm el-Cîlî,

[7] el-İnsânü’l-kâmil, II, 29-48.

[8]  Mevlana Celaleddin-i Rumî Mesnevî, IV, 817

[9]  bk. Eraydın, s. 131-143

[10]  Mehmet Demirci Hakîkat-İ Muhammediyye

 TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul'da basılan 15. cildinde, (s.179-180)

[11]  el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:205, 2:129.

[12]  bk. Aclunî, I/265-266

[13] Nursi, Mesnevî-i Nuriye, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:160)

[14]  Nursi, Sözler, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:788)

[15] Nursi, Sözler, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:788)

[16] Nursi, Sözler, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:788)

[17] Faydalandığım, makale ‘Kâinatın DNA’sı ve Genetiği,’ Akgünler www.saidnursi.de 12.11.2019

[18] Nursi, Sözler, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:322)

[19] Adı geçen eser. Nursi, Lem’alar, İstanbul, Söz Basım Yayın (s:605)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum