Haccın hikmetlerinden Teavün

Risale-i Nur’da haccın hikmetlerinden biri olarak zikredilen Teavün, yardımlaşma/dayanışma  anlamına gelir. Tearüf ve devamında gelen hikmetlerle, teavün ve beraberinde gelen hikmetler, birbirine başlangıç olan, birbirine kuvvet veren ve yeni neticelerin teşekkülüne vesile olan iki temel kavramdır.

Teavün, muaveneti/yardımlaşmayı netice verir. Tearüf ne kadar Mekke’yi nazara veriyorsa, teavün de o kadar Medine’yi hatırlatıyor, onun ruhunu temsil ediyor adeta.

Yardımlaşma ruhunun en zirve yaptığı en seçkin insanlar, sahabelerdir. Sahabeler arasında da bu sırrı en çok tahakkuk ettirenler Medinelilerdir. Hicretle birlikte Mekke’den gelen muhacir kardeşlerini bağrına basan, bütün maddi ve manevi varlıklarını onlarla kardeşçe paylaşmak isteyen Ensardır.

Teavün-Medine-Ensar üçgeni, birbirini tekmil eden o kadar kuvvetli bir sonuçtur ki, Risale diliyle haccın hikmetlerinden teavünün açık adresi ve inşası Medine-i Münevvere’deki Ensar’dır. Mekke’den gelen, hicret eden muhacir kardeşlerine kucaklarını açmışlardı, ekmeklerini paylaşmışlardı, sahip oldukları bütün imkanlarını kardeş ilan edildikleri sahabe ile ortaklığa getiriyorlardı.

Asr-ı saadetten bize yansıyan ayrı bir hususiyet ise, isar hasletidir. Yardımlaşmanın/teavünün müstağni bir duruş ve beklentisizlikle sui istimal kapısını kapatan ve kendini kardeşleri içinde feda etme seviyesine getiren isar hasleti…
Kardeşliğin mümince idrak edildiği şekliyle  model alınması gereken  isar hasleti, sahabelerin birbirlerine olan bağlılıklarını, fedakarlıklarını, istiğnayı, nastan gelen maddi ve manevi varlıklara uzak durmayı, kalben bile  muntazır olmamayı, bu yüce ruhun eşsiz temsilcilerinden öğreniyoruz.

Bediüzzaman, teavün düsturuna, cansız varlıklardan örnek vererek, kainat ölçeğindeki ehemmiyetine dikkat çeker:
“..Hatta bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!”
Taşların başardığını,akıllı başlarda başarmak zorundadır. Kolektif aklın sermayesi teavündür.
Hayat bir yardımlaşmadır,mücadele ve mübareze alanı değildir.

Böyle bakılınca, İslam medeniyetinin inşasında teavün sırrı çok hayati bir değer taşımaktadır. Vakıf medeniyetimiz bunun üzerine kuruludur. “Bir elin verdiğini diğeri görmeyecek”  şuuruyla, İslam toplumları muhtaç olanlarına yardım etmişlerdir.
İnsan, Allah’a karşı azc ve fakr dairesinde, ihtiyaçlarını karşılamak üzere diğer varlıklara ve hemcinsine  muhtaç kılınmıştır.

Osmanlı’nın son zamanlarında çok miktarda teavün dernekleri, vakıfları vardı. Bugünkü dille yardımlaşma ve dayanışma dernekleri. Hayatın muavenet sırrı ihmal edildiği zaman, bunun acı sonuçlarını hepimiz birlikte yaşıyoruz.

Medeniyet-i hazıranın beş menfi esasından biri de; “Hayat bir mücadeledir.” kuralı. Kur’an medeniyetinin buna alternatifi, teavündür.
Risale’deki şekliyle;
“Hayattaki düsturu, cidâl kıtâl yerine düstur-u teâvündür. O düsturun şe’nidir ittihad ve tesânüd; hayatlanır cemaat.” (Sözler,653)
Sünuhat’ta geçen,“Rüyanın zeyli” bahsi, haccın hikmetlerine ait iken, zeylin ana konusu “Rüya’da bir hitabe” başlığını taşır. Burada medeniyetlerin kıyaslaması yapılır, birinci dünya savaşını kaybetmenin/mağlubiyetin kaderi arka planı ve izahı yapılır. İslam’ın istikbaline vurgu yapılır. Uzunca bir konudur.
Kur’an medeniyetinin, medeni şehri ve ilk inşası Medine-i Münevvere’dir. Burada herkes Peygamberimizin (asm) misafiri olarak görülür ve O’nun adına karşılanır.
Teavün, bu şehrin doku sistemidir. Haccın “ortak menfaatleri karşılıklı gözetme” hükmüne de uygundur. 


Teavün düsturu/kuralı/prensibi, ehl-i imanın hayat tarzıdır. Bir vücut sistemi gibi bütün organlar birbirini destekler, yardımlaşır ve ciddi bir muavenetle kainat kanunlarını işletirler.

Teavün, bir başkasını düşünme melekesidir. Onu hissetme, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılama iradesidir.

Teavün, organizmalardaki yardımlaşma ahengini, organizasyonlara taşımaktır. Organizmalar, fıtrat dilidir. Adetullahtır. Organizasyonlar ise bunların beşeri taklididir.

“Teavünün teshili” ise, günümüzün en zor meselesidir. “Kolaylaştırınız” diyen dinimiz, teavünü de kolaylaştırmamızı ister. “Astarı yüzünden pahalı yardım”lar, insaniyeti öldürdüğü gibi, İslamiyetin arzu ettiği manaya da istenen hizmeti etmez.

Teavün, herkesin ihtiyacı. Ne zillet ne de tahakküm vesilesi olmamalı. Yüz suyu da döktürmemeli. Kudsi hizmette ise, istiğna en esaslı sermayemizdir. Akçeli işlerde şeffaf olunmalı, gerekçeleri açık ve sarih olmalı. Teavünü zora sokan, tereddüt uyandıran beşeri nakis haller, muavenet sırrını gölgelerse, haccın hikmetine mani bir vebale sebebiyet vermiş olur.

“Emniyetin tesisi” olmadan, teavünün teshili mümkün değildir. Bu da, helal-haram çizgide  hassas olmaya bağlı. Hesabı sağlam olmayan bir yapı, salabet-i diniyenin takva esasını, teavün anlamında zedeler. Güven tesisi ise, şahıs merkezli takdir, tayin ve tezyifle olmaz. Faaliyet, iş ve görülen sonuçları ile olur. Sistemle, açık tavırla ve mutabakat sağlanan ahlaki zeminle olur. Güven, eşit şartlarda beyan hakkıdır. İmtiyazlı takdir ve güven inhisarı, güvensizliğin nema bulmasına destektir.

Teavün, mümince  insani bir duruş, talep ve arz nezaketidir. Açıklık esaslı olmak şartıyla teavünün sırrını ve  maksadını hizmet edebilir. Aksi halde akim kalır. ”Mürakabe gözü “ gözü olmayan bir teavün sistemi, sui istimale medar olabilir. En basiti İslam dünyasındaki kaynaklar, doğru yöneticiler eliyle ve talep sahiplerinin hizmetine verilmek üzere yarasız/darasız kullanılırsa, yaşanan yoksulluk bu derece olur mu?

Yolsuzluk, usulsüzlüktür. Bu da muvaffakiyetsizliktir. Ehl-i hamiyeti gemlemek, kendini ise yemlemektir. İstibdadın hakim olduğu İslam toplumlarında ise, maalesef bu teavünün teshili  hala sağlanamamaktadır.

 Teavünde biri alıcı, sürekli elini açan ve buna gerekçe yükleyen, diğeri ise sadece veren konumunda değildir. Biri parasını verirken, diğeri saygı ve teşekkürünü sunmalı. Biri hesap isterken, diğeri tazimle hesap vermeli. Biri öğretirken, diğeri dinlemeli.
Biri yazarken, diğeri okumalı. Bir başkası insaf dürbününde hakikati rendeçleyen eleştirisini yapmalı.

Yani teavün, sanılandan fazla anlamı, fonksiyonu, çeşitliliği ve birbirini gece ile gündüz gibi, kadın ile erkek gibi, yaşlı ile genç gibi, fakir ile zengin gibi, alim ile cahil gibi birbirini tamamlayan muaveneti sağlayan, karşılıklı yardımlaşmayı temin eden bir sistem bütünlüğüdür.

Yardım etme arzusu, bir gönül rızasıdır. Asla mahalle baskısına maruz kalmamalı. Ne adına olursa olsun yüz suyu döktürmemeli. Kudsiyet adına kudsiyete halel getiren hiçbir hal, kaynağı net olmayan hiçbir yardım istenmez, alınmaz ve muntazır kalınmaz.
Çünkü, esas teavün manevidir. Göz kulağa itiraz etmediği gibi, gören duyanın yerine konuşmayacak, kulak, göz yerine ikame edilmeyecek. Herkes göz olmayacak, herkes kulakta olmayacak. Beraberce bir muavenetin sırrını tahakkuk ettirecekler.

Zekat müessesesi, sadaka v.d. hayırlı bağış, infak, eğitim ve insan yatırımı, hepsi yardımlaşmanın başlıkları. Zekanın da zekatı, nezaketin de zekatı, şefkatin de tamamı yardımlaşmaya ayrılmalı.

Tefekkür yardımı da yapılmalı. Acz ve fakr katkısı da bir teavündür. Medine’nin kendine  has duygularını, düşünce yağmurunu ve esma tecellilerini, lütufkar şefkatini bir başka yazıya bırakıp, teavün konusunda erbabının devam etmesini diliyorum.

Gönül köprüsü, muhabbet bağı, şefkat merkezlilik, tefani sırrı, ref-i imtiyaz, hakiki kardeşlik vasıtaları, ders arkadaşı olma kabulü, bi(r)rey olma şuuru, hakkını arama ve hukukunu koruma, fedakarlık, sui istimale müsaade etmeme, dünyaya manay-ı harfiyle bakma, kalben bağlanmama gibi yüzlerce risale konuları, teavünün şifrelerini çözücü ve bizi gerçek teavün ile buluşturucu nitelikte.

Bunların ilişkilendirilmesi, bütünleştirilmesi, diğer kaynaklarla birlikte telif edilmesi, yardımlaşma prensibini daha sağlıklı ve teşvik edici bir zemine oturtacaktır.
Teavünün, yakın geçmişteki en belirgin pratiği muavinlikti. Şoföründen müdürüne kadar muavinlerle çalışılırdı. Şimdi adı yardımcı oldu. Yeni isimde maksada uygun. “Yardımcı, iş ortağı ve paylaşım” rolleri adil olmazsa, hakkaniyette olmaz. Böyle durumlarda, yardım kavramı sathi kalır.

Gerçek yardım, kişiye veya varlıklara hakkını vermektir. Önce hak. Yani hakkına saygılı olma. Tecavüz etmemek. Gasp etmemek. Bunlar, bizzat hukuk-u  ibattır. Teavündür.

Çünkü “Asya münafıkları”, ”çalarken”, ikircil ve doğruyu yansıtmayan hallerinin doğurduğu nifakla, duyguyu, aklı, hakkı, hakikati çalıyorlar. Bediüzzaman’ın bu konuda daha detaylı ve orijinal satır aralarına inecek dostlarımıza, bu bir davetiyedir.

Teavün, İslam ümmetinin yek vücut olma halidir. Yardımlaşma ruhunun hayattaki tezahürleri ile fakirini, muhtacını ve onların istikbalini, kendi nefsi kadar düşünebilme sorumluluğuna sahip yönetici ve devlet erkanı ile çözebilir.

Adaletli paylaşım, açık hesap, sessiz yardım doğru yere, doğru muhataba ve en önemlisi vicdani bir hazzın rahatlığıyla teavün düsturunu her halü karda işletmek, yaşamak, yaşatmak ve bunda muvaffak olmak duasıyla.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.