Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Üstadın Lâtifesi, Hangi Gerçeğe İşaret Ediyor?

Bugünlerde Eski Said Eserlerini okuyorum. Yeni Asya baskılı nüshada, küçük kitaplar hâlinde neşredilenlerde olmayan bölümler de var. Bunlardan biri de Divan-ı Harbi Örfî'de "Cinayetlerden" sonra geçen bir lâtife. Üstad, ciddi meselelerin arasına bir de "İstitrad olarak bir lâtife söyleyeceğim." diyerek ona göre belki lâtife, fakat bu fakire göre çok önemli hakikatleri ifade etmiş. Lâtifelerde zaten böyle hakikat daneleri saklıdır her zaman.

Öncelikle "Cinayet" diye isimlendirerek, aslında tarihî 31 Mart Hadisesindeki müspet hizmetlerini anlattığı savunması, her zaman geçerliliğini ve yetkinliğini muhafaza eden şaheser bir mahiyette. Hukukçu arkadaşların çok önemli dersler alabileceği bu savunmayı, neredeyse her satırın altını çizerek okumaya çalışırız.

Bir mecliste "Bizim düşmanımız kimdir ya da nelerdir?" diye sormuştum. Herkes bir millet veya devlet ismi vermişti. Gerçekten gerek millet olarak gerek mensubu olduğumuz dinimiz dolayısıyla, bizim düşmanımız kimlerdir, nelerdir? Üstad düşman olarak ne milleti ne de devleti sayıyor. "Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır." diyor. Düşmanlara bakar mısınız? Ne bir şahıs ne devlet ne de bir kavim. Sadece cehaletimiz, zaruretimiz (fakirliğimiz) bir de ihtilafımız. Düşman olarak bunlar yetmez mi zaten? Hele hele İslâm âleminin mevcut durumuna baktığımızda, bu üç düşmana başka düşmanı eklemeye gerek var mı, diye düşünmeden edemiyoruz.

Gazze özelinde Orta Doğu, her şeyin resmini zaten apaçık göstermeye yetti ve yetiyor. Türkiye'de dahil, âlem-i İslam'ın bu ciğersûz hadisedeki yetersiz ve işlevsiz tepkisizliği hatta tepkide Avrupa'nın gerisinde düşmesi ne ile izah edilebilir ki? Malûm zalim devlet ve zulmüne yardım ve seyirci olarak destek veren şürekasına güç veren de âlem-i İslâm'ın dağınık, ittifak uzağındaki hâli değil midir? Peki, âlem-i İslâm'ı dağınık yapan da Müslümanların kendilerini birbirine bağlayan manevî ve nurani zincirlerden habersizliği, yani cehaletinden başka ne ile izah edilebilir?

Üstad, Hutbe-i Şamiyede "Muhabbet, sevmek İslamiyetin mizacıdır, rabıtasıdır." buyuruyor. Muhabbet ve uhuvvetin temini de ilimle, fikirle, meşveretle olur, cehaletle olmaz.

Âlem-i İslâm'ın meselelerinin konuşulduğu üstadın manevî âlemde gördüğü rüya, hacda sükut etmişti. Niye hacta sükut etmişti? Çünkü haccı ihmalin cezasını karşılayan, dünyada bir kefareti yoktu. Kefaret yani haccı ihmalin cezasının dünyadaki karşılığı olmayınca, âlem-i İslâm'a düşman bayrağı altında seyahatler düştü. Başta Orta Doğu, İslâm ülkelerinin bugünkü durumunda, bunun birçok başka örneklerini buluruz.

İhmallerimiz, sadece haccı hakkıyla yapmamakla da kalmadı. Cehaletimiz ve fakrımızla, İslâmiyetin ulviliğini gölgelediğimiz gibi, onu mahbup da gösteremedik. Yani dışarıdan bakan birine "Ben şu güzelliklerinden dolayı Müslüman olacağım." dedirtemedik. Aklı gözüne inmiş, çağın haz ve hızı önceleyen insanına, ben gerçek haz ve hızı İslam'da bulurum, kanaatini uyandıramadık. Şahsî kusurları, ittihadın önüne çıkardık. Himmetimizin yönünü, şahsımıza çevirdik. Böylece fert olarak, bir millet olacakken, tek başımıza kaldık. Hepimiz şahsî kusurlar aramaktan vakit bulup nuranî bağlarımıza yönelemedik ve yönelmeye vakit bulamadık belki de. Küçük çakıl taşlarını Kâbe'nin taşlarına tercih ettik. Bazı projelerin uygulama alanına döndük. Hakiki milliyetimizi, ırkımıza feda ettik. Kal'a-yı kutsiye olan İslamiyet'in bayraktarı olan kavimler, birbirine düştü veya düşürüldü. Kal'a savunmasız kaldı. Hâlâ da öyle. Gaddar siyaset ve zalim propagandanın kurbanı olduk. Nemelazımcılık hastalığına tutulduk, nazarlarımız menfaat-i şahsiyeye yöneldi. Hepsinden önemlisi, kuvvet-i maneviyimiz kırıldı. Fikir insicamımız altüst oldu. Yeis belimizi büktü, himmetimizin elini kolunu bağladı. Evet, bu tespitlerin çoğuna hem "Cinayetleri" hem de Hutbe-i Şamiyeyi okuyarak ulaşabiliriz. Üstadın bu önemi tespitlerin arasına sıkıştırdığı lâtifeden söz edecektik ya, ona dönelim biz.

Üstad, önce böyle lâtife söylemenin sebebini "Böyle ciddiyet esnasında lâtife söylemekten maksadım, dünyaya bir mel'abe nazarıyla baktığımı ima ve işarettir." cümlesi ile açıklıyor. Siz ne anlıyorsunuz bu bu gerekçeden, bilemem. Ama bu fakir, bu gerekçeden çok ve değişik dersler çıkarmaya çalışmaktayız.

Evvela, dünyanın bir oyun ve oyuncaktan ibaret olması, âyetten mülhem bir hakikat, Üstad Hazretleri, bunun hiçbir ahval ve şartta unutulmaması gereken husus olduğunu hatırlatıyor. Bir önceki paragrafta, musibetlerin çokluğunu "Musibetlerin tenevvüü (çeşitleri) musikinin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu." cümlesi ile değerlendiren bir zât, dünyayı ve dünyanın ahvallerini ciddiye alır mı? Gerekçenin devamındaki "Zaten şuunat-ı dünya, (dünya işleri) satranç oyununa benzer." cümlesi de oyun ve oyuncaktan ibaret dünyanın sûri güzelliğinin insanı mat edebileceğini, bir oyunun gerçek zannedilebileceği dersini veriyor belki de. Evet satrancın şah kısmı da var ama bu gaddar ve mekkâr dünyanın kimseyi şah yaptığı da yok. Çoğumuz mat oluyoruz. Kaybeden, telafisi imkânsız bir kayba; kazanan ise, daha iyinin kaybına uğramış oluyor neticede.

Üstad, lâtife paragrafının bir yerinde "Dünya beni sathında kabul etmez, batnına geçirmek istiyor." cümlesine de yer veriyor. Dünyaya elini kaptırdığında, artık satıhta kalmak mümkün mü acaba? Şahsen çok korkuyorum ve korkmak lazım. Tercih ve tenkitlerimizi, sohbet ve meşguliyetlerimizi dünyevî şeyler istila eder de tamamen dünyanın batnına düşerim, diye titremek lazım. Çünkü düşmemenin garantisi yok.Allah, rızkımıza kefil ama akıbetimize kefil değil.Tek tesellimiz, günlük okuma, dersler ve ailevî yapımız. Yine de nefse güven olmaz, her an tetikte olmak ve ilticada bulunmak gerekiyor. Nefsin hile ve oyunları bitmez.

"Yarı Cinayette" padişaha karşı "Münhasif yıldızı darülfünun et." diye başlayan hitabının devamında "Dünya seni terk etmeden evvel, sen dünyayı terk et. Zekat-ül ömrü Sâni yolunda sarf et." diye seslenirken de aynı ikazı padişaha da yapıyor üstad.

Evet dostlar, bundan yaklaşık bir asır önce bile "Lâyetezelzel (kavi, sarsılmaz) kalp sahiplerinin" bile fütura düşebildiği bir zaman dilimindeyiz. Dünyanın yüze gülen cihetlerinin çoğaldığı böyle bir dönemde, ya dünyanın fena ve fâni yüzüne küsmek ya da dünyanın bize küsmesi gerekiyor ki ciddiyetimiz bozulmasın, böylece belki "hasire'd-dünyâ ve'l-âhiret" olmaktan kurtuluruz.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum