Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Ümmetsiz Peygamber Vardır Ama Himmetsiz Peygamber Yoktur

Bu yazıyı yazdığım hafta, daha önce iki yıl programlar yaptığımız Trabzon Adliyesindeki "Denetimli Serbestlik" müdürünü ziyaret ettik. Müdür bey ile biraz konuşup meramımızı anlatınca "Hocam, anladığım kadarıyla siz dertlisiniz." deyiverdi ve hangi eserleri okuduğumuzu sordu. Doğrusu, böyle makamlara çok uğramıştık ama ilk defa doğrudan meramızı sezip bizi erkence anlayan biriyle karşılaşmıştık. Tam isabet etmişti müdürümüz. Mahkûmiyetinin son senesini dışarıda geçiren mahkûmlara eğitim veriyor bu kurum. Müdür beyin ifadesi ile, bunların birçoğu da uyuşturucu müptelası olanlar. Yani tam bize muhatap olacak ve anlattığımız hakikatlere ziyadesiyle muhtaç insanlar. Müdür beye bu arada, Risale-i Nurların mahiyetini ve bu nurlardan istifade ettiğimizi de anlattık.

Yine bu yazıyı yazarken, çok değerli kardeşim Dursun Sivri'nin yine Risale Haber'de yayımlanan yazısında anlattıkları da dikkatimi çekti. Dursun kardeşim yazıda "Normal insan, derdi olan insandır. Yanlış okumadınız, derdi olan insan normaldir." diyor. Devamı da bence çok önemli. "Derdi olan, derdine çare arar. Bir şeyler yapmak ister, çözüm yolları arar. O aramak taleptir, istemektir. Derd, sadece sağlık meselesi değildir. Fiilî dua, faaliyet ve harekettir, derdine deva aramaktır."

Biz de işte o dertlilerdendik. Niyazi Mısri gibi "Derdini kendine derman etmeye" çalışmaktaydık. Derdini kendine dert edebilmek, ne mutluluk değil mi? Ama bunu ne derece başarabiliyorduk? Dursun Sivri kardeşin bir cümlesi daha var. "Dertsiz aşım, ağrısız başım anlayışı, çok yanlış. Varlığı yokluğu belirsiz nötr hâli arzu etmek, asıl hastalığı talep etmek demektir."

Demek hareketsizlik, rutin yaşamak, güya dertsiz olmak, varlığı yokluğuna eşitlemek demektir. Biz sınıflarda buna çok şahit olmuşuzdur. Bazı öğrenciler için, var mısın, yok musun derdik.

Her akşam eve gitmeden, gündüz de evden çıkmadan, bugün hizmet adına ne yaptım, sualinin nefsimize sormak suretiyle, nötr hâlden kurtarabiliriz kendimizi.

İşte, bu nötr olmama, gayretli olma hâli, peygamberlerde, hususun Peygamber Efendimiz'de zirvede yaşanıyor. Şuara Suresinin "Ey resulüm! Sen onları mü'min kimseler olmayacaklar, diye neredeyse kendi nefsini helak edicisin." mealindeki 3. Âyetine bakar mısınız? Hz. Peygamber Aleyhisselam özellikle Mekke Döneminde panayırları geziyor ve tevhid davasını anlatmak için her vesileyi kullanıyordu. Aynı şekilde müşrikler de bu davaya engel olmak için her yola başvuruyorlardı. Hazret-i Peygamber Mekke'ye epey uzaklıktaki Taif'e kadar bile, bir ümitle gitmiş, fakat malûm bed bir muamele ile karşılaşmıştı.

Hudeybiye'de Müslümanların aleyhinde ağır şartlara ve bazı sahabelerin itirazlarına rağmen, müşriklerle karışıp görüşme olur ve bu sayede müşriklere İslam'ın güzelliği gösterilir ve anlatılır gayretiyle ve niyetiyle, Barış Anlaşması imzalanmıştı. Yani Peygamberimizin her anı, davası adına bir himmet, gayret ve başka bir türlü fiilî dua ile geçiyordu. Daha önce gönderilen peygamberler de öyleydi. Onun için, başlıkta kullandığımız "Ümmetsiz peygamber vardır, fakat himmetsiz bir tek peygamber dahi yoktur." Yani başta peygamberler ve hak davada çalışanlar, sebepleri hazır etmek fiili duasıyla meşgul ve mesuldü. Sonucu sadece istiyorlardı. Hizmetlerine sonucu takacak olan Allah'tı. Cenab-ı Allah kulunu elde ettiği sonuca göre değil, niyet ettiğine yani istediğine göre değerlendiriyordu. O zaman peygamberlerin ve takipçisi bizlerin ölçümüz, başta niyetimiz ve niyetimizin arkasındaki gayretimiz ve himmetimizdir. Yoksa netice değildir. İnsan niyetiyle canlanıyor. Rabbimiz de bize niyetimizin büyüklüğüne göre kıymet veriyor, yoksa iş bitiriciliğimize göre değil. Zihinlerin ego etrafından çekilip alınması da güzel bir niyetle gaye-i hayale yönelmesinin başlangıcı da niyettir.

İnsanın eli, sonucu elde etmede kısadır, kudreti yoktur. Zaten sonucu elde etmekle insan, mükellef de değildir. Bu noktayı izah için, İkinci Notada geçen "Mahlûkat Mâbudiyetten uzaklık noktasında musavi oldukları gibi, mahlûkiyet nispetinde de birdirler." cümlesi, hep dikkatimi çeker. Bir taşla, peygamber de olsa bir insan, iki noktada eşit. İkisi de Mâbud değil ve olamaz. İkisi de neticede mahlûk, yaratıcı değil ve olamaz. Yani her varlık iki noktada eşit. İnsan, sadece sebeplere teşebbüs edebiliyor, gerisi ona ait değil.

Aslında bu sır bilinse ve tamamen anlaşılsaydı, cemaat veya tarikatlar arasındaki tüm müzahemet ve menfi itirazlar da ortadan kalkardı. Neticeye odaklı her hizmet, sonuçta etba yarışında, rıza-i İlâhiden başka noktalara göz diktiği için, dünyaya bakan neticelere yönelecek; bu da çatışmaları netice verecektir. Onun için üstad bu düsturların manifestosu olan İhlas Lem'asında "Rıza-i İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınızdan ehl-i hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz." diye, ehl-i hak ve hakikati ikaz ediyor.

Dünyevî işlerde çalışmalarımız, gayretimiz elde ettiğimiz sonuçlarla ölçülüyor, doğru. Ama uhrevî işlerde böyle değil ki. Sebeplerden mutlaka sonuç çıkarma alışkanlığı ve telaşı, modernitenin bize bir hediyesi herhalde. Böylece sebepler ve sonuçlar arasında bir hapiste zannediyor insan kendini. Sonuç alınmadığında, bütün emekler heba oldu ve olacak vehmi, inancı, insan beynini esir almış. Kendi kıymet ve büyüklüğünü niyetine, niyetindeki ihlasa göre değil de vardığı sonucun zahirî büyüklüğüne göre ölçüyor.

Halbuki ümmetsiz peygamberlere, senin sonuçta ümmet bulman gerekliydi. Bak, işte bulamadın. Öyleyse peygamberliğin elinden alınacak, denmemiş. Aksine peygamberler ümmetsiz de kalsa peygamberlik vazife-ii kutsiyesinin ücretini almışlar.

Evet dostlar, o zaman hüner nedir? Evet, asıl hüner rıza-yı İlâhiyi kazanmaktır. Bunu istemiyor musun sen güzel kardeşim? Bunu istiyorsan eğer, hiçbir sonuç senin sevkini kıramaz, hiç kimsenin seni fırçalaması seni durduramaz. Birinin gevşemesi, seni gevşetemez. Çünkü birilerinin yaptıkları, ahirette senin mazeretin olamaz. İhlâs bunu gerektiriyor. Sen niye hizmete koşmadın, okumadın derse gitmedin sorularının cevabı, falanca da koşmadı, gelmedi, gitmedi cevabı değildir. İhlas bu değildir. Öyle değil mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum