Prof. Dr. Şadi EREN
Yalnızlık Terapisi-2
YALNIZLIĞIN SEBEPLERİ
Yalnızlığın pek çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmı bizden, bir kısmı da çevremizden kaynaklanır. Bazılarına kısaca şöyle bakabiliriz:
Travmalar
Travma, ruhen veya bedenen örselenme, yara alma durumudur. Evli iken ayrılmak, itibarlı bir iş insanı iken iflas etmek, bedenen darba maruz kalmak, sevdiği kimse tarafından ihanete uğramak, dostları tarafından terk edilmek gibi durumlar hep birer travma olarak değerlendirilir. Travma, kişiyi strese sevkettiği gibi, onu yalnızlığa da itebilir. Böyle halleri hayatın acı realiteleri olarak görmek kişiyi bitmişlikten, tükenmişlikten, kendini yalnızlığa vermekten kurtarır. İnsan suya düşünce değil, suda yüzemeyince boğulur. Onun gibi, takılmadıktan sonra hayatta böyle hallerin varlığı aleyhimize değil, lehimizedir. İnsan böyle çetin imtihanlarla ruhen olgunlaşır, kâmil bir insan olur. Rüzgârlar gemilerin keyfine göre esmez. Marifet, ters istikametten esen rüzgâra rağmen yol alabilmektir. Kâmil zatlar, travmasız bir hayat yaşadıklarından değil, onlara rağmen yol alabildiklerinden o olgunluğa ulaşmışlardır.
Bu cihetten bakıldığında hayat bir denize benzer. Bu deniz süt liman değildir, az veya çok her daim dalgalıdır. Kimi insan hayat denizinin dalgalarında boğulur, kimi de dalgaları aşa aşa selamet sahiline doğru yol alır. Az sayıda insan ise dalgalı denizi sever, âdeta dalgalarla dalga geçer, sörf yapar.
Psikolojik kırılganlık
Hemen her insan psikolojik bir kırılganlığa sahiptir. Ancak bunun seviyesi insandan insana farklılık arzeder. Mesela sevdiği tarafından terkedilen biri fazla kırılgansa âdeta bir yıkım yaşar. Ama bir başkası benzeri bir olayda “Beni terkeden biri, tarafımdan sevilmeye layık değildir.” der, fazla yara almadan yoluna devam eder.
İnsan elbette bir robot değildir, ister istemez bu tür durumlarda bir kırılganlık hali yaşayacaktır. Ama bu insan melek de değildir. Muhataplarımız melek olmadığına göre elbette hataları da olacaktır. Böyle hallerde “Hayat da bu da var, ya Sabûr!” demek, sabırla ve metanetle karşılamak kişiyi derin üzüntülerden ve hayata küsmekten kurtarır. Yoksa bedenen ve ruhen yıpranır, kendini yalnızlığa verir, hayattan bir zevk alamaz, geleceğe ümitle bakamaz. Hâlbuki hayat bir şekilde devam etmektedir ve etmelidir.
Aşırı tenkit
Tenkit, bir şeyi nakde vurmak, kaç para ettiğini ortaya koymaktır. Bazı insanlar tenkidi âdeta bir hayat felsefesi haline getirirler, çevrelerini hep eleştirirler. Böyleleri devamlı dost çevrelerini daraltırlar, günün birinde yapayalnız kalırlar.
Hâlbuki hatasız insan tasavvur edilemez. "Beşer şaşar" ifadesi mühim bir gerçeği dile getirir. Hiçbir insan “dikensiz gül” değildir. Herkesin güzel meziyetleri yanında birtakım dikenleri de vardır. İnsan, “Gülü seven dikenine katlanır” prensibiyle hareket ederse, daha gerçekçi hareket etmiş olur. Tenkid hastalığından kurtulmuş biri olarak sever ve sevilir, yalnızlığa mahkûm olmaz.
Hz. Peygamber, Uhud mağlubiyetinden sonra da ashabına yumuşak muamele etmiştir. Onların gönlünü almış, tesellide bulunmuştur. Kur'an, onun bu yüce ahlakından bahisle şöyle der:
"Allah'tan bir rahmetle onlara yumuşak davrandın. Eğer, kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılır giderlerdi. Artık onları bağışla ve onlar için Allah'tan mağfiret dile ve onlarla meşveret et. Kesin karar verdiğinde ise, Allah'a dayan. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever."[1]
Hz. Peygamber şöyle bildirir:
“Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur.”[2]
Mükemmeliyetçilik
Mükemmeliyetçilik “yan tesirleri” olan bir meziyettir. Kişinin işini mükemmel yapmaya çalışması elbette güzeldir, takdire şayandır. Ama herkeste her daim mükemmeliyet aramak çok ciddi bir hatadır. Herkeste hata arayan ve hata gören kimsenin kendisinde bir hata var demektir. Böyle biri yalnız kalmaya mahkûmdur. Kişi kendi hatalarını görmede acımasız olmalı, başkalarının hatalarına ise toleransla bakmalıdır. Yüce Allah diğer âlemde sevabı fazla olanları hatalarıyla birlikte cennete alacaktır. Kişiye düşen görev bu ölçüyle hareket etmek ve etrafındaki insanların kemiyeten veya keyfiyeten artıları eksilerinden fazlaysa onlarla iyi geçinmek olmalıdır.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev, olur ki bir gün buğzettiğin biri oluverir. Buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet, olur ki bir gün sevdiğin biri oluverir.”[3]
Bu ölçüyü tutturamayanlar göklere çıkardıkları birisini daha sonraki bir zamanda yerin dibine batırabilmektedir.
YALNIZLIĞIN EKSİLERİ
“Yalnızlığın eksileri” derken kendini yalnız görmenin eksilerini kastetmekteyiz. Yoksa her yalnızlık problem demek değildir. Hatta -bir sonraki başlıkta anlatılacağı üzere- yalnızlığın çok önemli artıları ve çok hayatî kazanımları bulunmaktadır.
Derin üzüntüler
Kendini yalnız hisseden biri derin üzüntüler yaşar. Üzüntü ise maddi manevi nice hastalığın en büyük tetikleyici unsurlarından biridir.
Fuzuli, yalnızlığın tasvirini şöyle yapar:
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge.
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı.
Yani gönlümdeki ateşten başka kimse bana yanmaz. Seher yelinden başkası da kapımı açmaz.
Hâlbuki insan derdini paylaşmak istediği gibi, neşesini de paylaşmak tabiatındadır. En mutlu anında bunu paylaşacak biri veya birilerinin olmaması insana keder verir.
Böyle hallerde çözüm, -her ne kadar kişinin nefsine ağır da gelse- çevresinde kimse olmamasını dert etmemek olacaktır. Osmanlı döneminde duvarlarda en yaygın yazılardan biri böyle durumlarda söylenebilecek en güzel sözlerdendir: “Bu da geçer ya Hu.”
Not: “Ya Hu” daki “Hu” bilerek büyük harf yazılmıştır. “La ilahe illa Hu” da olduğu gibi, buradaki “Hu” Allaha racidir. Yani “Bu da geçer ya Hu” ifadesi “Bu da geçer Allahım” demektir.
Teselliden mahrumiyet
İnsan kırılgan tabiatıyla çevresindeki pek çok olumsuz söz ve fiilden etkilenir. Böyle hallerde sohbet edebileceği birinin veya birilerinin olması onu rahatlatır. Hele bilge dostları da varsa onların tatlı sohbeti o kişide bulunan kasvetli havayı tamamıyla dağıtır. Yalnız kalan kişi ise böyle bir imkân bulamayacaktır. Hâlbuki teselli sadece insanî dostlardan gelmez, kitaplardan da gelir. Mesela Kur'ânı bilse onun pek çok âyetinin her daim teselli verdiğini görecektir. Misal olarak şunlara bakabiliriz:
“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar ve ummadığı yerden onu rızıklandırır.”[4]
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”[5]
“Şüphesiz elçilerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde (hesap gününde) yardım ederiz.”[6]
Keza dua ile Allaha yalvarsa rahatladığını hissedecektir. Böyle teselli beklenen durumlarda içkiden, uyuşturucudan teselli beklemek ise tam bir zavallılıktır.
Strese girmek
Hayat pek çok zorluklar ve kişiyi zorlayıcı durumlarla doludur. Bu zorluklar ve zorlayıcı durumlar karşısında insan fıtrî olarak tepki verir. Onlarla baş edemeyeceği endişesi onu strese sokar. Bu onu psikolojik hasta durumuna da getirebilir.
Böyle bir durumda yanında birilerinin olup “Korkma, bunun üstesinden gelirsin” onu hayli rahatlatacaktır. İşte iman burada da devreye girer, o kimseyi rahatlatır, sükunete erdirir. Kişi o zaman şairin dediği gibi şöyle der, Allaha nida eder:
“Kimsesiz hiç kimse yok var herkesin bir kimsesi.
Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi!”
Yalnız olan ve bunu dert edinen biri, psikolojik olarak hayli yıpranmış bir haldedir. Kur'ânın şunlar gibi âyetleri onu kendine getirir, geleceğe ümitle baktırır:
“Allah zorluktan sonra bir kolaylık kılacaktır.”[7]
“Şüphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”[8]
Kötü alışkanlıklar
Yalnızlığın en büyük ve en zararlı görünümlerinden biri, kişinin kendini içki ve uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklara kaptırmasıdır. Hâlbuki bunlar asla onu yalnızlıktan kurtaracak bir özelliğe sahip değillerdir. Kendini bunlara kaptıran biri derbeder olur, hayata bir boş vermişlik bakışıyla bakar. Geleceğini karanlık görür, yaşama sevincini ve beklentilerini kaybeder.
Bu haldeki biri, -şayet imanı varsa- “İçki ve uyuşturucu dinen haramdır, ben harama düşemem” der, yalnızlıktan gelen sıkıntılardan başka şekillerde kurtulmaya çalışır. Zaten yapılması gereken de helal ve faydalı bir şekilde çıkış yolları aramaktır. Çıkış yolları ise mutlaka bulunmaktadır. Özellikle iyice bunalmış, görünüşte bütün yolları tüketmiş biri muzdar durumdadır. Böyle birinin duası en makbul dualardandır.[9]
Arabesk tutkusu
Her insan fıtri olarak müzikten hoşlanır. Yaşadığımız varlık âleminde muazzam bir musiki vardır. Kuşların cıvıltısı, suların şırıltısı, ağaçların hışırtısı gibi sesler insan ruhuna ferahlık verir, rahatlatır. Bir de insanların kendilerinin meydana getirdikleri müzik vardır. Bunun bir kısmı faydalı ise de bir kısmının âdeta bir çılgınlık olduğu gözler önündedir.
Yalnızlıktan bunalan ve daralan biri arabesk türü müziğe hayli ilgi duyar. Kolaylıkla “Batsın bu dünya!” diyebilir. “Ben yoruldum hayat gelme üstüme” kabilinden müzik parçalarını tekrar-be-tekrar dinler. Bunun sonucu olarak bu kimsenin şuuraltı olumsuz mesajlarla dolar. Böyle biri çok rahat kaderi tenkit eder, hatta kendi yanlış fiillerini feleğe ve kadere isnat eder. Hâlbuki onun yanlış tercihlerinde kaderin bir müdahalesi bulunmamaktadır, “kendi etmiş kendi bulmuştur.”
“Müzik ruhun gıdasıdır” sözü hayli meşhurdur. Bundan yola çıkarak her türlü müziği caiz görmek elbette uygun değildir. Din bu konuda belli ölçüler getirir. Nefsani şehveti kabartan, yalnızlık hüznü veren sesler dinen haramdır. Kişi, o yalnızlık halinde arabesk parçalarla feryat etmek, hatta kendini jiletlemek yerine internetten güzel sesli hafızların Kur'ân okumalarını, ney ve ilahi parçalarını dinleyebilir, ruhen huzura ve sükuna kavuşur.
Menfi cereyanlara katılmak
Kendini yalnız gören ve bundan kurtulmak isteyen biri menfi cereyanlara kolaylıkla kapılabilir. “Denize düşen yılana sarılır” kabîlinden kendine uzatılan elin uygun olup olmadığına bakmadan o ele tutunabilir. Böyle bir ruh hali halinde kendisine müsbet bir el uzatılmışsa, o kişi hayatının en büyük kazanımlarından birini elde eder.
Sosyal medya
Günümüzde kendini yalnız hissedenlerin en uğrak bir yeri sosyal medyadır. Sosyal medya belli bir ölçüde insanı yalnızlıktan kurtarabilir, ama bu -sanal olduğu cihetle- tam bir kurtarma sayılmaz. Sosyal medyada onlarca kişiyle uzun saatler yapılan bir sohbet, asla samimi bir dostla bir çay arası yapılan kısa bir sohbetin yerini tutamaz. İhtiyaç oranında sosyal medyada gezinmek aslında güzel bir nimettir. Ama bunu bağımlılık haline getirmek, tamamen sanal bir dünyaya kendini kaptırmak ciddi bir felakettir.
YALNIZLIĞIN ARTILARI
Yalnızlık kelimesinin çağrışım alanı genelde menfidir. Gerçekte ise yalnızlık mutlaka kötü bir şey değildir. Krizi fırsata çevirmek mümkün olduğu gibi yalnızlığı da fırsata çevirmek mümkündür. Yalnız olmakla kendini yalnız hissetmek ayrı ayrı şeylerdir. Birincisi problem olmamakla beraber, ikincisi ciddi bir problemdir.
Yalnızlık ve deha
Daha bir yönüyle insanın kendini keşfedebilmesidir. Hemen herkesin kendine göre bir deha yönü olabilir. İçimizdeki dehanın açığa çıkması büyük ölçüde yalnızlığı da gerektirir. Çünkü derinlemesine düşünceler yalnızlık ortamında gerçekleşir. Her daim kalabalık bir ortamda bulunan kişinin belli bir alanda uzmanlaşabilmesi çok da kolay değildir. Özellikle ilim adamlarının, yazarların, şairlerin, mütefekkirlerin yalnız kalmaya vakit ayırmaları hayatî bir öneme sahiptir.
Yalnızlık ve tefekkür
Tefekkür, fikri harekete geçirmek, derinlemesine düşünmektir. Bu, hem enfüsî hem de afakî olabilir. Enfüsî tefekkür kişinin kendi nefsini murakabe etmesidir. İnsan zaman zaman kendiyle baş başa kalmalı ve ciddi ciddi nefis muhasebesinde bulunmalıdır. Yani “Ben neler yapıyorum eksilerim neler, artılarım neler? Doğru zamanda doğru yerde miyim?” gibi soruları kendine sormalı ve samimi bir şekilde cevap arayışına girmelidir. Afakî tefekkür ise âlemi bir kitap gibi okuma faaliyetidir. Tekâmül etmek isteyen insan her iki tefekkürü de yapmalı, âlem kitabının anlayışlı bir okuyucusu olmalıdır.
Yalnızlık ve zikir
Zikir, kelime anlamı itibarıyla anmak ve hatırlamaktır. Kavram olarak ise, Allah’ı anmayı ve hatırlamayı ifade eder. Cenab-ı Hak Kur'anda pek çok yerde zikirden bahseder ve zikri emreder. Mesela şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin”[10]
Zikir, kalbi şeffaflaştırır, ona letafet kazandırır. Kalbi bir aynaya benzetirsek zikir bu aynanın üzerindeki tozları ve kirleri siler, temizler, pırıl pırıl hale getirir. O kalbi ilham esintilerine duyarlı bir alıcı yapar. Asıl olan kalbin zikretmesidir. Dil buna bir tercümandır. Zikir merkezli bir hayat en azından günün belli vakitlerinde yalnızlığı gerektirir. Zikirle değerlendirilen bir yalnızlığı yakalayan kimse şu hayat yolunda asla yalnız değildir.
Yalnızlık ve dua
Dua, ruhun Allah'a yükselişi,[11] kalbin Allah ile konuşmasıdır.[12] Dua, şu dünya hayatında, olayların dağlar gibi dalgaları arasında boğulma derecesine gelen insana bir cankurtaran simididir. Dua eden kimse kendini yalnız olarak görmez, “Âlemlerin Rabbi benimle, o beni görüyor ve duamı işitiyor” der, tam bir huzuru elde eder. Böylece en yalnız görüldüğü durumlarda bile asla yalnız olmadığını bilir.
Hz. Musa’nın gençlik dönemindeki Medyen günleri bunun en güzel örneklerinden biridir. O, Firavun ve adamlarından kaçarak sekiz konak mesafedeki Medyen’e doğru yola çıkar. “Umarım ki Rabbim beni düzlüğe çıkarır” diye içinden dua etmektedir. Medyen kuyusuna varınca, bir grup insanın hayvanlarını suladıklarını görür. İki genç kız ise, kenarda beklemekte, hayvanlarına sahip olmaya çalışmaktadır. Onlara “Niye böyle kenarda beklediklerini” sorar. “Diğerleri işini bitirmeyince biz sulamayız” derler. Bunun üzerine onlara acır, hayvanlarını sulayıverir. Ardından gölgeye çekilip “Ya Rabbi, her ne hayır indirirsen muhtacım” diye Rabbine yalvarır.[13]
Bu halis duanın neticesinde, o gurbet diyarında yalnızlıktan kurtulur. Hayvanlarını suladığı aileye damat olur, sekiz on yıl sonrasında ailesiyle Mısır’a döner, Firavun’a karşı mücadelesine başlar. Hz. Musa’nın Medyen’de geçirdiği yıllar, nübüvvete hazırlık dönemi olmuştur. Aldığı saray eğitimiyle yüksek bir seviye elde ettikten sonra inziva denilebilecek yeni bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde sakin bir ortamda koyunlara çobanlık yapmış, ruhen güçlenerek ümmete çoban olmanın fiilî eğitimini almıştır.
[1] Âl-i İmran, 3/159.
[2] Ahmed İbn Hanbel, II, 400.
[3] Tirmizi, Birr, 59.
[4] Talak, 65/2-3.
[5] Yusuf, 12/87.
[6] Mü'min, 40/51.
[7] Talak, 65/7.
[8] İnşirah, 94/5-6.
[9] Mesela bkz. Neml, 27/62.
[10] Ahzab, 33/41.
[11] Alexis Carrel, Dua, ("Başarının Sırları" - "Yarınlara Doğru" kitaplarıyla birlikte), Ter. Alper Yücetürk, Yağmur Yay. İst. 1981, s. 443.
[12] Toshihiko Izutsu, Kur'anda Allah ve İnsan, Ter. Süleyman Ateş, Kevser Yay. Ankara, s. 183.
[13] Kasas, 22-24
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.