Habibi Nacar YILMAZ
Programımız Budur Ki
Trabzon'un eski vakıflarından, şimdi daha çok Orta Doğu ve Afrika ülkelerinin Risale-i Nur hizmetleriyle ilgilenen fedakâr ve müstakim insan Mesut kardeşimizin, görüşmelerimizin çoğunda "Hocam, bugün programınız nasıl?" sorusunu her zaman hatırlarım. Aslında bu soru, her zaman programlı olmamız ve programımızın da her an hizmete endeksli olması gerektiğini bize ihtar ediyordu. Günlük, aylık ya da yıllık planlarımızda hizmete, okumaya, ibadete, şükür ve fikre hususan ne kadar yer veriyoruz?
Öğrencilere, plan ve program konusunda rehberlik anlamında, beş vakit namazı anlatırdım. Her namaz vakti, başka bir işe başlamamızın vesilesi, işareti olabilir. Zaman, satın alınamayan, depolanamayan, yarına bırakılamayan bir sermaye. Yani her günün saati, bir defalığına veriliyor. Kum saati gibi. Geri dönüşü olmayan bir yolculuğun ritmini sayıyor saniyeler.
Zamanın maddî sermayeler gibi depolanamayan ve ertelenemeyen biricikliği, bizi onu kullanırken daha bir dikkatli olmaya sevk edip düşündürmeli. Her gün, kendimize "Bugünkü programım nedir?" sorusunu sormak, büyük bir gayretin başlangıcı olabilir. Bu fakir, bu soruyu kendime sıkça sormaya çalışırım. Durup dururken "Şu anda ne yapıyorum, saniyelerim güzelce mi gidiyor, yoksa boşuna mı akıyor?" diye kendime sorar ve kendimi kontrol etmeye çalışırım. Fakat dikkatim çabuk dağılır, tekrar malayaniyata dalmaya meyil bir yapımız var. Ayrıca "İnsanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbap çok. Başta, nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı; dünyanın sûrî tatlılığı ve birtakım kötü arkadaşları gibi çok daileri var." Dağıldıktan sonra, toparlanmak zor. Dağılmadan, toparlamak için fırsat kollarım. Fırsatları kaçırmamaya çalışırım. Bunun için de 20. Söz'ün sonundaki "İki Mühim Sual ve İki Mühim Cevap" kısmında geçen "Programımız budur ki" cümlesi ile başlayan kısmı, her daim aklımda tutmaya çalışırım.
Medeniyet harikaları, kendilerinin hisselerinin pek az olduğu Kur'an'ın ubudiyet dairesinden haklarını isterlerse, aldığı cevabın içinde geçen ve bu fakire göre Kur'an'ın ubudiyet cephesini özetleyen "Programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir, insan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir. Ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lazım olan levazımatı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler, takdim edilecektir." cümlelerini, başucu cümleleri yapmaya çalışırız.
İnsan ebed için, ebedî bir hayat için yaratılmış. Ebedî hayatı onu bekliyor. İşte, o ebedî hayattaki muameleler, bu dünya misafirhanesinin küçük numunelerine göre cereyan edecek. Yani ebedî hayatımız bu dünya üzerine kurulacak Evet, belki dünyada az duracağız, gelip geçen bir misafiriz. Fakat vazifesi çok bir misafiriz. Çünkü bu kısa ömür, uzun ömür kazanmak üzere bize verilmiş. Hayatın bu çok ehemmiyetli sırrını anlayanlar, bir defalığına verilen hayatını zayi etmeyecek; onu daha bir dikkatle ve bir program çerçevesinde istimale çalışacaktır.
İnsanın yapısı, hem gaflete daimi meyyal hem de faniye müptela olduğundan "kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fanilerin tebessümlerine" çarçabuk aldanabiliyor. Bunu bazen kendimde hissediyorum. Bazen sersemleşip dünya ve ahiretime yaramayan malayaniyata daldığımız oluyor. Şükür ki bazen etrafımızın (evde hanım, dükkânda elemanlar) uyarısı ile kendime geliyorum.
Bunları yazmamazın asıl sebebi, kendimizi kendi yazdıklarımızla ikaz etmek. İç dertleşmesi bir nevi. Kendi, aldatıcı ve gaddar ve nefsimize ders verip ona bu hakikatleri ihtar etmeye, onun elini malayaniyattan çekmeye, zaman nimetini daha semeredâr kullanmaya ikna etmek için çalışıyoruz.
Yusuf Aleyhisselam'ın ağzından gelen, kelâm-ı İlâhî, "Nefis, daima kötü şeye sevk eder." hakikatini, her gün kendi adıma söylüyorum yaşayarak görüyoruz. Onun için, bu âyetin tefsiri olarak "Senin en zararlı düşmanın nefsindir." beyan-ı Nebevisini anlayabiliriz. Bir müdürün üstadın gıyabında sebepsiz olarak hakaretli sözlerine karşı üstad, ona hakkını helal ettiği gibi; yine "Evet, ben nefsimle musalaha etmemişim. Çünkü nefsimi terbiye etmemişim." diyerek nefsini suçluyor. Nefis, terbiye edilemez mi? Elbette ki edilir. Terbiye edilen nefsin kötülüğü isteme meyli vardır ama istemez. İstese de iyiye, güzele yönlendirilir. Ama üstad, yine de ben terbiye etmemişim, diyerek nefis ne kadar terbiye edilse de dikkat edilmesi gerektiği dersini veriyor herhalde.
Nefis yay gibi, gevşek bırakılmaya gelmiyor. Bırakılınca hemen açılıyor ve dünya ve ahiretini berbat edebiliyor. "Ben nefsime güveniyorum." diyebilenlere denk gelmedim değil. Sonları hazin oldu. Geçici bir hayatın kısacık zevkleri için, ebedî zehirler biriktirmek, nefsin şiarı.
Evet dostlar, nefse karşı idmanlı olmak, bunun için de saatlik, günlük, aylık, senelik hedeflerimizi takip etmek önemli. Yoksa, gündüz boş, gece ise, sadece yatmak keyfiyetiyle leş olmakla karşı karşıya kalabiliriz.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.