Gemileri yakarak tufandan kurtulmak

Adem (as) ile Havva annemiz cennette huzur içinde yaşarken yasak elmadan yedikleri gerekçesiyle dünya denilen denize gönderilirler. Yaptıkları hatanın farkına varırlar, kavuşmak için dualar ederler. İki yüz elli yıl boyunca yaptıkları duanın karşılığını alırlar, Kâbe toprakları üzerinde kavuşurlar. O günden sonra Kâbe buluşma noktası ve liman olur. Rablerine kavuşacakları günün özlemiyle yanıp tutuşurlar. Bir zaman sonra Azrail meleği gülümseyen yüzüyle selam verir; onları bu limandan geldiklere yere, cennete götürür.

Nuh’un (as) gemisi

Nuh’un (as) imtihanı Adem’e (as) göre farklıdır. Hz. Havva eşine itaat ettiği halde Nuh’un (as) eşi kendisine itaat etmez. Üstelik çağrısına cevap vermeyen, ebedi hayatlarını gafletle felakete sürükleyen bir halk vardır karşısında. Yerlerdeki, göklerdeki her varlık Rabbini zikretmekte, kendine yakışır şekilde ibadetini ifa etmektedir. Balıklar suyun, karıncalar toprağın, yıldızlar göklerin bağrında Rabbini anmaktadır. Ne var ki balıklardan, karıncalardan, yıldızlardan, cümle varlıktan üstün yaratılan insanlar bundan ibret almamaktadır. Balıklar bu duruma üzülmekte, bomba olup bu insanların başında patlamak istemektedir. Karıncalar gaflet yuvalarına dönüşmüş saraylarını basmak istemektedir. Yıldızlar öfkelenmiş, bu bahtsız gafillerin üstüne düştü düşecektir. Nuh (as) çaresizce olanları izlemektedir. O günlerde ötelerden bir ses duyulur. “Bir gemi yap ve Rabbine inananları gemine çağır. Yakında büyük tufan çıkacak ve ancak o gemiye girenler kurtulacaktır.”

Nuh (as) ilahi emri yerine getirip çağrısını yapar. Ne var ki dünya, şeytan ve nefis kalplerine kar suyu kaçırdığından sağırlaşmıştır. Dünyanın, nefsin ve şeytanın sesine kulak verdiklerinden Nuh’un çağrısı onların kulaklarına, dolayıyla kalplerine girecek kapı bulamamıştır. Şükür ki bir grup bahtiyar kulağını hakikate emanet etmiş, çağrıya uyup gemiye binmiştir. Bir zaman sonra ilahi uyarı gerçekleşmiş, büyük tufan başlamıştır. Yer yerinden oynamış, sular yükselmeye başlamıştır. Dün nefislerinin yuttuğu bahtsızları o gün dalgalar yutmuştur. Şükür ki gemiye binenler boğulmaktan, felaketten kurtulmuştur. Kaptanı Nuh olan hangi gemi batmıştır ki bu gemi batsın. O gün ikinci diriliş gerçekleşmiş, yeryüzünde hayat yeniden başlamıştır.

Her çağın bir Musa’sı ve Firavun’u vardır

Zamanın sultanı Firavun’un nefsi ona da bir Nuh tufanı yaşatmış ve kalbini yutmuştur. Hırsından o kadar ileri gitmiştir ki kendini Allah olarak görür olmuştur. Musa (as), Nuh’tan (as) devşirdiği hakikatlerle onu uyarsa da tesir etmemiştir. Üstelik kendini hakikate, sahil-i selamete çağıran peygamberi öldürmeye yeltenmiştir. Musa (as) onun zulmünden kaçarken Kızıldeniz’in kıyısına gelmiştir. Sebepler sükût etmiştir. Sahilde kendini karşıya geçirecek gemi yoktur. Çaresizce Nuh’u tufandan kurtaran Rabbine dualar eder, medet ister. Her şey bitti denilecek raddedeyken Rabb’i yardımına koşar, Musa’nın “Bittim” dediği yerde “Yettim” diyerek yardıma gelir. Koca deniz bir defterin sayfaları gibi ikiye ayrılıverir. Rabbi, “Yürü ya kulum” der. Allah bir insana “Yürü ya kulum” deyince gör başına ne güzellikler gelir. Musa (as) kendine inanan bir avuç insanla karşıya geçer. Bunu gören Firavun peşlerinden koşar. Ne var ki artık çok geçtir. Zira denizin defteri dürülmüş, Firavun ve ona tabi olan nefsi firavunlaşmış güruh dalgalar arasında boğulup gitmiştir. Bir anlık gaflet ebedi felaketle neticelenmiştir.

Yunus’un (as) dalgınlığı

Yunus’un (as) kavmi nefsini Rab edinmiş, gaflet denizlerinde seyran etmektedir. Yunus (as) onlardan ümidini kesmiş, başka şehirlere hicret etmeye karar vermiştir. Bu niyetle gemiye binip denize açılır. Oysa Allah var, Allah yardır. Oysa Allah var, gam yoktur. Oysa Allah’tan ümit kesilmez. Rabbi hallerine üzülür. Zira Yunus (as) apaçık nefsin gemisine binmiştir. Kalp nasıl nefsi taşıyamazsa o gemi de Yunus’u (as) taşıyamayacaktır.  Birden derin dalgalar oluşur. Gemi batma tehlikesi geçirir. Bir kişi gemiden atılsa gemi rahatlayacak, yoluna devam edecektir. Kura çekilir. Kura Yunus’a (as) çıkar. Çare yok, Yunus (as) denizin kucağını kendine ev bilecektir. Gecenin karanlığında denize atlar. Tam boğulacakken Rabbinin şefkati ağır basar; bir balıkla ona yardıma koşar. Balık onu yutar. Bir anlık zelle ile nefsinin kendisini yuttuğu Yunus’u (as) bu sefer balık yutmuştur. Bir zaman sonra balık ona emniyetli bir gemi haline gelir. Yüreğinde kırk gün misafir eder. Yunus (as) hatasını anlar. Kırk gün boyunca balığın yüreğinden Rabbine seslenir, af diler. Rabb’i duasını işitir, onu sahil-i selamete çıkarır.

Yusuf’un kuyusu

Yunus’un (as) hutu (balığı), Yusuf’un (as) kuyusu vardır. Nefislerinin yuttuğu bahtsız kardeşleri yutup gitsin diye Yusuf’u (as) kuyuya atarlar. Denizin kıyındaki Musa (as), balığın kalbindeki Yunus (as) gibi dualar içredir. Rabbinden medet ister. Rabbi dualarını kabul eder, onu bir tüccar eliyle kuyudan çıkarır.

Volga Nehrinde bir Musa: Bediüzzaman

Aradan asırlar geçer. Köprünün altından çok sular geçer. Zaman yeni yüzleri aynasında misafir eder. Nuh, Yunus ve Musa Peygamberler denizle olan imtihanlarından başarıyla çıkmışlardır. Fakat onların izlerinden gidenler onların imtihan oldukları şeylerle imtihan olmaya devam ederler. Bunlardan birisi de Bedizzaman’dır. Bediüzzaman bir zaman Yunus (as) gibi nefsiyle, bir başka zaman Musa (as) gibi çağın Firavunlarıyla, nihayet Nuh (as) gibi yeni bir dirilişle tarih sahnesine çıkacaktır. Yazacağı Mektubat isimli eseriyle çağlar ötesinden Nuhlara, Yunuslara, Musalara, Yusuflara selam gönderecektir.

1917 yılıdır. Zamanın Firavun’u Ruslarla mücadele eden Bediüzzaman Kostroma’da esir düşer. Volga Nehri kıyısındaki bir camide gözetim altına alınır. Musa’nın arkasında Firavun, karşısında Kızıldeniz vardır; çok sonraları Asa-yı Musa isimli bir kitap yazacak Bediüzzaman’ın arkasında Rus Çarı, karşısında Volga Nehri vardır. “Her şey bitti. Buraya kadarmış” denilecek anlar yaşanırken Rusya’da iç savaş çıkar. Bunun üzerine Bediüzzaman harekete geçer. Artık “karanlık gurbet geceleri” ağarmıştır. Bir Osmanlı askeriyle kendini Volga Nehrine vurur. O dalgalı nehri geçerler. O günlerde Ukrayna savaş halinde olduğundan Polonya yolunu tercih ederler. Zorlu bir yolculuktan sonra İstanbul’a gelirler.

An vardır, asra bedeldir.

Öyle anlar vardır ki o anlar geleceğimizi belirleyebilir. Anlık davranışlar hayatımızı etkiler. Asrımız böyle bir asırdır. Gaflet sonsuz felakete sürükler, teyakkuz ebedi saadete çeker. Ahir zamanda iman insanın kalbinde bir kuş gibidir. Kuş nasıl ki ses duyduğunda korkup kaçarsa iman da kendini dünyaya çağıran bir ses işittiğinde uçup gidebilir. Gafletin pençesine takılıp ebedi felakete sürüklenme ihtimali ile karşı karşıya bulunan bu insanlar için İmam-ı Rabbani çağlar ötesinden ses verir. “Kim bu felaketten kurtulduysa, git onunla beraber ol.”

İmam-ı Rabbani’nin çağları kuşatan sesi günümüze kadar gelir. Kendisi gibi çağ endişesi yaşayabileceğini ve çağının dertlerine deva olabileceğini düşündüğü kişiye çağlar ötesinden mektuplar yazar. 20. Mektup diye başlayan mektup Mirza oğlu Bediüzzaman’a yazılmıştır. Altı asır önce yazılan bu mektup yirminci yüzyılın başlarında, 1918 yılında Bediüzzaman’a ulaşır. Bediüzzaman mektubu okuduğundan çok şaşırır. Zira tarih içinde Mirza oğlu Bediüzzaman ismiyle yaşamış bir kimse yoktur. Mektubun kendisine yazıldığını anlar.

İnsanın bilgisi derya da olsa yüzme bilmedikten sonra boğulur. Üstelik deryayı yüzerek geçen de olmamıştır. O halde gökleri tayyare, denizleri gemilerle geçmelidir. Bediüzzaman Volga Nehrini Musa (as) gibi yürüyerek geçmiştir ama şimdi Yunus (as) gibi nefsinin kendisini yutmasıyla karşı karşıyadır. Zahmetli esaret günleri geçmiş, rahat içindeki İstanbul günleri gelmiştir. Bu da onu dünyaya dalma tehlikesiyle başbaşa bırakmıştır. Volga Nehrinin coşkun sesinden dolayı uyuyamayan Bediüzzaman İstanbul Boğazının asude sesiyle derin uykulara dalmıştır.

Rabbani’nin mektubu Musa’nın (as) arkadaşı Hızır gibi yetişmiştir.  Bu mektupla birlikte gaflet olarak gördüğü derin uykudan uyanır. Büyük bir ruhî intibah yaşar. O günden sonra dünyadan yüz çevirir. Sırtını dünyaya dönüp dünya yükünü omzundan indirir. Artık bir mağarayı mesken edinecek, ömrünün kalanını geçmişindeki gaflet olarak gördüğü anlarını telafi etmekle geçirecektir.

Birinci Dünya Savaşında tam bir helaket ve felaket dönemi yaşanır. Bu zaman dilimine “İkinci Nuh Tufanı Dönemi”, “Üçüncü Diriliş” denilse yeridir. Çağın Firavunları, Nemrutları yaptıkları katliamlarla, savaşlarla binlerce insanın dünyalarını değiştirmesine sebep olmuşlardır. Milyonlarca insan yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. Âdete dünyanın hamuru tekrar karılmıştır. Osmanlı felaket ve helaket tufanında ağır yaralanmıştır. Savaşın komutanlarından Bediüzzaman Ruslarla savaşırken esir düşmüş ve 2 yıl, 3 ay, 17 gün esarette kalmıştır. Bedeni gibi ruhu da yorgundur. Bir fetih ve fürüç aramaktadır.  O günlerde bir rüya görür. Bu rüya tam zamanında yetişmiştir. Bilindiği gibi peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecektir. Bunun yerine çağlarındaki gafleti, helaketi ve felaketi tamir edecek, insanlığa ebedi saadeti temin edecek ulular gelecektir. Geylaniler, Rabbaniler çağlarında bu vazifeyi hakkıyla yerine getirerek ahirete göç etmişlerdir. O gece rüyada Geylani ve Rabbani gibi çağlarını temsil eden, çağlarını gemilerini kurtaran kaptanlar, bütün ulular nurani bir mecliste bir araya gelmişlerdir.

Bediüzzaman bu rüyayla çağın kaptanlığına geçecek, insanlığı maddi ve manevi esirlikten kurtarmak için, Tarık Bin Ziyad misali içindeki gemileri yakacaktır. Oysa yüzyıl önce Bediüzzaman’ı Volga Nehrinde esir eden Rusya bu sefer Ukrayna’daki masum insanları esir etmeye çalışıyor. Bediüzzaman Volga Nehrinden karşıya geçerek esaretten kurtulmuştu. Bu günse masum Ukrayna halkı çağın Firavun’u Putin’den kaçmak için limanlarda gemi bekliyor. İnsanlık Nuh, Yunus ve Musa Peygamber ile Bediüzzaman gibi büyüklerin sözlerini dinlemiş olsaydı ihtimal ki savaşlar olmayacak, masumlar denizi yarıp karşıya geçmek için mücadele etmek zorunda kalmayacaktı.

Büyük manevi bir tufan geliyor. Sular bulanıyor. Savaşların, felaketlerin, helaketlerin ortasında çağ Nuh’unu (as) bekliyor. Risale-i Nur bütün dünyayı tufandan kurtaracak, sahil-i selamete kavuşturacak bir gemi olarak dünya limanında, Barla İskelesinde bizleri bekliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum