Fıtrat nedir?

Cenab-ı Hak kâinatı ve varlıkları yaratırken belirli fıtrat kanunları üzerine yaratmıştır. Onun için “Kim tevfik isterse, (başarılı olmak) isterse, kâinatta câri (geçerli) olan âdatullaha (Allah’ın koyduğu kurallara) âşinalık etmek ve nevâmis-i fıtrata (yaratılış kanunlarına) dostluk etmek gerektir. Yoksa fıtrat tevfiksizlikle (başarsızlıkla) bir cevab-ı red verecektir.”[1]

Varlıklar özellikle insan, ancak bu yaratılış kanunlarına uymakla hayatını devam ettirebilir. Çünkü fıtrat, her varlık için bir çekirdek, bir tohum, bir plan ve bir program gibidir. Onun için başarılı olmanın yolu, fıtrat kanunlarına uyumakla mümkündür. Aksi takdirde yapılan çalışmalarda başarılı olmak mümkün değildir. İslam Âleminin geri kalışının en önemli sebeplerinden biri kâinattaki fıtrat kanunlarına uyum içerisinde hareket etmeyişindendir. Ondandır ki; yapılan çalışmalar olumlu neticeler vermemiş şer ve tahrip hesabına geçmiştir.[2]

Fıtratla ilgili bu genel girişten sonra diğer detaylarını birlikte incelemeye ve anlamaya çalışalım:

Bilim adamlarına göre Fıtrat nedir?

Her bir ağacın ve bitkinin; bir tohumdan veya çekirdekten yaratıldığını hepimiz biliriz. İşte o çekirdek ve tohum denilen nesne, o ağcın ve bitkinin fıtratı ve programdır. Her hayvanın da bir fıtratı vardır. Her hayvan yaratılırken fıtratına konulan istidatlara ve yeteneklere göre hareket eder. O istidat ve kabiliyetlerle amel ederler. Mesela bal arısının bal yaması, ipek böceğinin ipek yapması, tavuğun yumurtlaması ve ineğin süt vermesi gibi… Her insan da yaratılırken çekirdekler ve tohumlar misali fıtratına kuvalar, istidat, huy ve karakterler konulmuştur. Fıtratına konulan bu duygular, kuvalar, huy ve karakterler kolay kolay değişmez. Onun için atalarımız, “can çıkar huy çıkmaz” demişler. Çünkü huyun ve fıtratın şahsiyetle yakından ilişkisi vardır. Şahsiyetin ise mizaç ve karakterle yakından ilişkisi vardır. Gelişmeyle değişen yanları olduğu gibi belli bir oranda süreklilik taşıyan yanları da vardır.[3] İşte “Can çıkmadan huy çıkmaz.” ifadesi şahsiyetin değişmeyen bu yönünü nazara vermektedir.[4] Bu sebeple aralarında nüans olsa da karakter, huy, mizaç gibi kavramlar şahsiyetle ilgili olarak kullanılmaktadır.[5]  Bunun içindir ki herkesin yaratılışı ve huyu ne ise o yaratılış üzerine hareket eder ve davranışlar sergiler.

Bu konuda “Ebu’d-Derda’dan (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte: Peygamber Efendimizin (asm); “Bir dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın, fakat bir kişinin huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü o yine fıtratındaki şeye döner devam eder." buyurduğu ifade edilmektedir. [6]

Yukarıda her ağacın ve bitkinin bir tohumdan ve çekirdekten yaratıldığını ifade etmeye çalışmıştık. Mesela portakal çekirdeğinden elma, armut çekirdeğinden portakal ağacı, domates çekirdeğinden patlıcan veya biberin yetişmesi mümkün olmayacağı bir gerçektir. Ancak aynı portakal ağacına aşı yapılarak, çekirdeksiz tatlı, iri portakalların elde edilmesi mümkündür. Bazı hayvanlar da eğitilerek faydalı hale getirilebiliyor.  Kedi, köpek, çoban köpeği gibi hayvanlar… Cansız varlıklara dahi değişik şekiller verilerek faydalı hale getirilebiliyor. Mesela bir taşın yontularak güzel bir şekil verilip binaların yapımında kullanılabildiği gibi. O halde en şerefli varlık olan insanın eğitilerek hayırlı ve faydalı bir hale getirilmesi gayet mümkündür.

İnsanla birlikte yaratılmış olan huyun değişmediğini, ancak sonradan eğitimlerle faydalı hale getirilebileceğinin mümkün olabileceğini ifade etmeye çalışmıştık. Mesela her insana yaratılışta verilen “akıl, şehvet ve öfke” gibi temel duyguları yok etmek mümkün değildir. Fakat bunları eğiterek faydalı hale getirmek mümkündür. Mesela; Hz. Ebubekir radıyallahü anhda da akıl, öfke ve şehvet gibi duygular vardı, Ebucehilde de. Fakat biri bunları hayır yolunda kullanarak İslam’a çok önemli şeyler kazandırırken, diğeri küfür, şer ve kötülükte kullanarak akla, hayale gelmeyen zulüm, tahribat ve haksızlıklara sebebiyet vermiştir. Bu nedenle eğitim ve terbiyenin çok büyük bir önemi vardır. Fıtratı değiştirmek ile eğitim farklı şeylerdir. Öğüt, nasihat ve eğitimle insanın kuva ve duygularına yön vermek ve faydalı hale getirmek mümkündür. Onun içindir ki; Kur'an-ı Kerimde, “Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir” buyrulmaktadır. [7]

Huy değişir mi?

İlim adamlarının birçoğu huyun sonradan değiştirilebileceği görüşünü benimsemişler. Buna delil olarak da insanların iyiliğe elverişli olarak doğduklarına dair; “Evladınıza ikramda bulunun, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!”, Abdullah b. Ömer (r.a.)’in naklettiği bir hadiste ise Allah Rasûlü (asm) “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz."[8] hadislerini dayanak olarak göstermekteler.

Ancak daha sonra, nefsin kötü arzu ve istekleri, arkadaş ve çevrenin etkisiyle kötü alışkanlıklar kazana bilir. O halde eğitimin, arkadaşın ve çevrenin insan üzerinde olumlu veya olumsuz yönden büyük etkilerinin olduğu bir gerçektir. Çünkü insanın yaratılışıyla birlikte kendisine verilen yetenek, şahsiyet ve karakter yapısı, anne-baba ve çevreden aldığı eğitim ile sonradan şekillene biliyor. Bu sebeple Allah’ın insana yaratılıştan verdiği fıtrat ve din duygusu, nefsine yerleştirdiği iyilik ve kötülük duygularıyla dünyaya gelir. Yetiştiği aile, çevre ve kültür ortamında yaratılışında bulunan za’aflar veya ahlakî değerler ile şekillenip iyi veya kötü bir insan olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla insanın kendi fıtratından kaynaklanan kişisel faktörler olduğu gibi kendi dışında kişiliğine etki eden faktörler de olabilmektedir. Bu faktörler olumlu veya olumsuz olabilir.

“Fıtratın” lügat ve kelime anlamları

Fıtrat kelimesi; günlük hayatta çokça kullanılan, ancak anlamı tam olarak bilinmeyen kelimelerden biridir. “Fıtrat”, Arap edebiyatından dilimize geçmiş kelimeler arasında yer almaktadır. Temel olarak, ‘yaratmak, yaradılış ve hilkat’ anlamlarına gelmektedir.

Fıtrat” kelimesi, genel olarak tüm canlı ve cansız varlıkların yaratılmış oldukları özellikleri ihtiva eden bir ifadedir. Yani maddi manevi, tüm varlıkların, yaratılmasıyla birlikte kendilerine verilen bir özelliktir. Bu durum “onun fıtratında varmış” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, varlığa doğuştan verilen bir özellik olarak öne çıkmaktadır. [9]İslam dininde ise yaratılış, hilkat, huy, tabiat, mizaç, kişiye özel yaratılış olarak kullanılmaktadır.  [10]

TDV İslâm Ansiklopedisinde ise; insana doğuşta verilen ve tüm özelliklerini taşıyan bir terim olarak ifade edilmektedir.” Fıtrat “fatr” kökünden isim olup; bir şeyi başlangıcında yarmak, ikiye ayırmak, kazmak, yaratmak, icat etmek belli yetenek ve yatkınlığa sahip olmak ve ilk yaratılış” anlamlarına gelen bir kelimedir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirten bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir bakıma da bir şeyin yokluktan varlık âlemine çıkmış ilk yaratılış hali olduğundan, fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir.[11]

İbn-i Manzur ise, Lisânü'l-Arab adlı eserinde “fıtrat”a “yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, peygamberlerin sünneti, kâlb-i selim ve adetullah.” şeklinde bir tanım getirmiştir.  Ayrıca fıtratın, bir “başlangıç, Allah’ın ilk yaratılışta her insan için belirlediği ve değişmesi mümkün olmayan nihaî mutluluk veya bedbahtlık” anlamına geldiğini söyler.

Başka bir görüş ise; fıtrattan maksat, A’râf suresinde Allah’ın Âdem’in neslinden, dünyaya gelmeden önce iman ettiğine dair aldığı bir kabul ve sözleşmedir.[12] Fıtratın, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıklar olduğu ifade edilir.[13]

Ayrıca fıtratın, değişmediğini, sabit ve kalıcı olduğunu kabul edenler, adeta varlıklar için değişmez bir nişan olduğunu ifade etmektedirler.

Kur’an-ı Kerimin bu konudaki bakışı ise; "Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah'ın insanların üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah'ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmez."[14] ayetinden hareketle her türlü değişimin fıtrat kanununa tabi olduğu, ancak değişimin dahi yine fıtrat kanununun müsaade ettiği ölçüde gerçekleşe bileceği ifade edilmektedir.[15]

Kur’ân’a göre insan tarafsız bir fıtratla günahtan uzak olarak yaratılmıştır. Dünyaya gelen bir insan hiçbir şekilde anne-babasının veya atalarının günahından sorumlu olamaz. “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez[16] ayetinden de ifade edildiği gibi, tertemiz bir varlık olarak hayata başlar.[17] Doğuştan gelen lekesizlik bir safvet, “içinde var olan bir iman ve ubudiyet yeteneği” olarak değerlendirilen bu lekesiz sayfa, aynen bir ayna gibi, kendisine ne gönderilirse onları yansıtır.[18] İnsan doğduğunda istikametler anlamında nötr durumunda henüz tertemizdir. Çevresi uygun olduğu takdirde, iyiyi, güzeli ve doğruyu bulmaya hazırdır.[19]

Fıtrat, bir suyun tabiî haldeki akış mecrasına benzer. Nasıl ki suyun mecrasındaki akışına müdahale edilmediği takdirde, kolaylıkla hedefine doğru akıp gidiyorsa; fıtrata da müdahale edilmediği ve çevrenin tesiriyle başka bir dine veya kötü alışkanlıklara yöneltilmediği takdirde kişi doğru olana ve hak dine yönelecektir. Nitekim insanın samimiyetini, doğruluğunu, hilesiz ve saf bir davranış içerisinde bulunduğunu pek çok defalar müşahede edildiği bir gerçektir. Ama sonradan yakınlarının telkin ve tesiriyle yalan söylemeyi, sahtekârlığı ve riyakârlığı öğrenerek fıtratı bozulmaktadır.[20]

Fıtratın insan düşünceleri, kanaatleri, davranışları, duyguları ve şahsiyeti üzerinde belirli etkileri bulunmakla birlikte, bu durum onun iradesini ortadan kaldıracak derecede zorlayıcı bir etken değildir. Zira realite dünyasında görüldüğü üzere hiç kimse iyi veya kötü olmaya hiçbir zaman zorlanmamaktadır.[21]

İnsanın sonradan kazandığı kötü davranışları, onun yaratılış mahiyetine, özüne, yani fıtratına aykırıdır. Dış etkenler, sosyal, tarihî ve coğrafî şartlar, adetler, kültürler, ferdi ve toplumsal değerler, insanın fıtratını geçici bir süreç için yaşadığı şartlara bağlı olarak değiştire bilir. Bunlar aslî fıtratın tek ve bütün insanlık için genel olma özelliğini değiştirmez. [22]

Bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat (bir yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların faydası, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi veya tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir saik, şaik, içgüdü ve tabiat vardır ki, bunlara fıtrat denir. Ve fıtrat hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Yani “fıtrat yalan söylemez” Çünkü bir şey hangi maksat için yaratılmışsa onun fıtratı odur. O şey amacına uygun kullanılmadığı takdirde fıtratına muhalefet edilmiş olur. Zaten “Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.”[23] Mesela insanın acıkması, yemeye ve içmeye meyletmesi, yaşaması içindir. İnsan fıtratı, hakkı bulmaya ve tanımaya elverişli bir şekilde yaratılmıştır. İnsan fıtratına uygun yaşamadığı takdirde fıtratını kendisi bozmuş olur.[24]

“En üstün varlık olarak yaratılan insan, fıtratındaki cevheri gereği, daima hakkı, hakikati ve mutlu olmanın yollarını arar.  Ancak hakka ve hakikate varmanın kaynağını ararken bazen farkına varmadan veya istenmeden yanlış şeyler kucağına düşer. Hakikatmiş gibi sarılıp kabul etmeye başlar.”[25]

“Din, saf ve halis şekliyle insanın mahiyetinde ve özünde var olan fıtrî bir özelliktir. İnhiraf ve sapmalar, arızi olup sonradan kazanılan şeylerdir. Peygamberlerin gönderilmesinin bir hikmeti de insanın fıtratının gelişmesine imkân sağlamak rehberlik etmektir.”[26] “İnsanın fıtratı sabit ve kalıcıdır, değişiklik kabul etmez. Çünkü “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”[27]

Fıtrat yalan söylemez

“İnsanın mahiyetine takılmış bütün kabiliyet, his, duygu ve kanunların tamamına fıtrat denilmektedir. Mesela, görme ve işitme özelliği insan mahiyetinin iki özelliğidir; bunlar aynı zamanda insan fıtratının birer cüzleri ve parçalarıdır. Yani bu gibi maddi ve manevi özelliklerin ve duyguların tamamına fıtrat denilmektedir.” Fıtrat, “insan mahiyetine İlahi programla konulmuş bütün meyil, eğilim ve duyguların genel bir ifadesidir.” Kâinattaki bütün icraatlar ve insan bedenindeki bütün faaliyetler bu İlâhî emirlerle tanzim edilirler.

Bediüzzaman; “Fıtrat yalan söylemez. Meselâ, Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv yani gelişme meyli der ki: "Sümbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Meselâ, yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Allahın izniyle piliç olur. Doğru söyler. Meselâ, bir avuç su incimad ile (donmakla) meyelân-ı inbisatı (gelişme meyli) der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu, demiri parçalar.”[28]

“Gerek kâinatta ve gerekse insanın fıtratında sayısız kanunlar, kurallar ve kaideler bulunmaktadır. Bu kanunları ve kaideleri sürekli ayakta tutacak ve işletecek bir irade ve kudret gerekiyor. Suyun kaldırma kuvveti, yerin çekim kuvveti, fidanın ağaç olması, çekirdeğin ağaç olması ve meyve vermesi, bir damla sudan insanların ve hayvanların yaratılması, tüm bunlar kâinata ve insan fıtratına konmuş kanunlardır. Bunların yaratılmasında tesadüfün yeri olamaz.”

“Mesela, kaysı çekirdeğine kaysı ağacı olma özelliğini yerleştiren İlahi bir kanundur. Suyun donma ve genleşme derecesini suya yerleştiren ve suyun demiri parçalaması yine bir kanun dâhilindedir. Normalde suyun demiri parçalaması, yumurtadan tavuğun çıkması mümkün değildir.” Bunlar gibi, insanın fıtratı ve vicdanı da kader programı üzerine kurulmuş iki eğilimdir. Bu yüzden insanın vicdanı daima Rabbini arar Onu özler Ona yönelir ve Onunla mutmain olur. “İşte şu meyelânlar, irade-i İlâhiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellîleri ve cilveleridir.”

İnsanın fıtratını değiştirmeye ve bozmaya hakkı yoktur

Bir defa şunu iyi bilmek gerekir ki; “insanın vücudu ve cesedi kendisine ait değildir. İnsan bu vücudu yolda bulmuş, sahiplenmiş de değildir.  Bir değeri olmadığından, yere atılmış da insan onu almış da değildir. Bu vücut, son derece sanatlı ve ince nakışlarla işlenmiş, her şeyin en ince detaylarına kadar hikmetle yapılmış bir eser ve bir kudret kaleminden çıktığını gösteren mükemmel bir saraydır. İnsan orada emaneten oturuyor. Bu vücut sarayında yapılan binlerce faaliyetlerden, ancak sadece bir tanesi insana aittir. İnsana ait olan o şey ise; kendisine verilen cüz-i iradesiyle kendi gücüyle yaptığını zannettiği, yeme içme gibi işlerin yüzden ancak birisidir.”[29]

Fıtrat, insana ruhî ve fizikî olarak yaratılıştan verilen temel özelliklerdir.  Estetik maksatlarla vücudun bazı bölümleri veya organları üzerinde, aslî yapıyı değiştirecek nitelikteki müdahaleler, fıtratı bozmaya yönelik davranışlar olarak kabul edilmiştir. İslâm âlimleri bu konuyla ilgili hadisleri de göz önünde bulundurarak bu tür müdahaleleri şer‘î açıdan sakıncalı görmüşlerdir. Çünkü bu vücudun bize ait olmadığını, istediğimiz şekilde müdahale etmeye de hakkımızın olmadığını ifade etmişlerdir. Ancak zaruri müdahaleler bundan müstesna tutulmuştur. [30]

Cenab-ı Hak tarafından bize emanet olarak verilen vücudumuzun üzerinde değişiklik yapmaya hakkımızın olmadığını “Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.” [31] Ve O, her şeyi en güzel şekilde yarattı.” [32] ayetlerinden anlamaktayız. Bu ayetlerin ifadelerine dayanarak, Allah’ın yarattığını bozmaya ve değiştirmeye çalışmak doğru olmadığı gibi, Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yapılamayacağını” da anlamak mümkündür. Ayrıca; Allah’ın yaratmış olduğu fıtratın dışına çıkarak onu bozmaya ve değiştirmeye kalkışmak doğru olmaz. Çünkü zayi edilen bir kabiliyetin yerine aynısını koymak hiçbir sanat ve çabayla mümkün değildir.  [33]

Buna göre, Allah’ın insan üzerinde yarattığı fıtrata aykırı hareket etmeye kalkışmanın ve fıtratı bozmaya çalışmanın, doğru ve sağlıklı olmayacağı, böylesi tutum ve davranışlardan dolayı ortaya çıkacak kötü sonuçlara katlanılmak zorunda kalınacağı anlaşılmaktadır. İkincisinde ise Allah’ın tabiata yerleştirdiği birtakım değişmez kanunlar gibi, insan fıtratına da değişmez bazı kanunlar yerleştirmiştir. Bu kanunların değiştirilemeyeceği fıtratı bozulmamış her insanın kabul edeceği bir gerçektir.[34]

Üstün bir varlık olarak yaratılan insanın fıtratı Allah’a inanmayı gerektirir.

Yüce Allah, “Şüphesiz biz insanı en güzel bir biçimde yaratmışızdır.”[35] ayetinde insanın, yeryüzündeki varlıklar içinde fizyolojik, ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin bir canlı olarak yarattığını ifade buyurmaktadır.[36]

Cenâb-ı Hak insanı mükerrem ve üstün bir varlık olarak yaratırken insanın ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidatlar, yetenekler vermiştir. Bu istidatların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler vermiş. Ve bunlardan neş'et eden (doğan), hadde (sayılamaya) gelmeyen meyiller vermiş. Ve bunlardan husûle gelen gayr-ı mütenâhî (nihayetsiz) efkâr ve tasavvurat (fikir ve düşünceler) vermiştir.[37]  İfadelerin temelinde Cenab-ı Hak insanın fıtratına yaratıcısını arama meyli vermiştir.

Çünkü “insanın fıtratı üstün yaratıldığından, bizzat hakkı arar. Bazen eline bâtıl gelir, onu hak zannederek koynunda saklar. Hakikati araştırırken, ihtiyarı ve iradesi olmadan bazen dalâlet başına düşer; hakikat zannederek, kafasına geçirir.” [38]

İnsan, zaman zaman kendine Allâh’ın büyüklüğü hakkında sorular sorar. Ölenlerin nereye gittiğini, cennet ve cehennemin nasıl bir yer olduğunu merak edip öğrenmek ister. Yani sürekli bir arayış içerisindedir. Çünkü Yüce Allah insanın fıtratına hakikati arama meyli koymuştur. Bu arama meyli şuur ve bilinç üstüne çıktığı zaman, insanda inanma olgusu gerçekleşir ve mümin olur. Şuur altına hapsedilip tutulduğunda ise inkâr olgusu gerçekleşir ve kâfir olur. Tıpkı kafese kapatılmış bir kuş gibi. Uzun bir kafes hayatından sonra kuş kafesten salınsa bile artık uçamaz. Çünkü kanatları kireçlenmiş, artık uçacak mecali kalmamıştır. İşte insanın yaratılışındaki fıtrî iman hissi şuur üstüne çıkmadığı, yani taklitten tahkike geçmediği zaman insandaki inanma duygusu, zamanla körelip yaratıcısından uzaklaşarak -Allah korusun- inkâra kadar götüre bilir.[39]

Cenab-ı Hak; "Cinleri ve insanları ancak beni tanısınlar ve bana îman ve ibâdet etsinler diye yarattım."[40] âyetinin gereği, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi  yaratıcını tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir. Yaratılışı gereği ise; Allah’a inanmak, kesin ve tereddütsüz olarak Onun varlığını ve birliğini tasdik etmektir.

Evet, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, Allah’a imandır. Fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz  elemleri bulunan bîçare  insana, ebedi hayatı kazandırmanın temel esası ve anahtarı olan iman-ı billâh ve marifetullahtır. Yani Ona inanmak ve hakiki manada tanımak tasdik etmektir. Bunun dışındaki başka şeyler, kemâlâtlar, faziletler ona nispeten geri kalır.[41]

Fıtratın ibadet ile olan ilişkisi

Fıtrat kavramı sadece insanın yaratılış özelliklerini değil aynı zamanda yaratılış gayesini de içine alan bir kavramdır. Nasıl ki “arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, letafetine ve güzelliğine dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Bunun gibi, insanın da istidadına ve yeteneklerine bakılırsa, ubudiyet için yaratılmış olduğu anlaşılır. İnsanın ruhânî ulviyyetine ve ebediyete olan şiddetli arzu ve isteğinin derecesine de dikkat edilirse, en evvel insan bu âlemden daha lâtif ve şeffaf bir âlemde ruhen yaratılmış da teçhizat almak üzere muvakkaten bu âleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.[42]

Yüce Allah insanı, tüm varlıklardan üstün ve müstesna olarak, acib, güzel ve ince bir mizaç  ile yaratmıştır. O mizaç sebebiyle insana; en güzel, en seçkin, en süslü şeyleri isteme ve insanlığa lâyık yaşama meyil ve arzuları vermiştir. Cenab-ı Hakkın yanında insanın yüksek ve ayrı bir yeri vardır. Bu sebeple, insana verdiği bu duygu, meyil arzu ve isteklerin yerine getirilmesi için dünyayı ve ahireti yaratmıştır. İnsanı da fıtratı gereği ibadet için yaratmıştır.

Yine hayvanlardan farklı olarak insana şehevî, gadabî ve aklî duygular verilmiştir. Fakat Cenab-ı Hak insanın cüz-i iradesiyle yükselmesini ve gelişmesini temin etmek için bu duygulara belli bir sınır koymamıştır. Ta ki insan iradesiyle bu duyguları Allahın koyduğu şer’i ölçüler çerçevesinde kullanmaya gayret etsin. Bu da Ona kul olduğunu bilmekle ve emirlerine uymakla mümkün olur. O emirler de ibadettir.

İnsanın fıtratı ve duyguları, ibadet için yaratıldığını  gösteriyor. Çünkü insan, dünya hayatına lazım olan iş, güç, lezzet ve zevk yönünden en küçük bir serçe kuşuna dahi yetişmiyor. Fakat maneviyat itibarıyla ve ahiret hayatına lâzım olan ilim, Allah’a karşı lan fakrını ve aczını hissetmesi, yalvarması ve ibadet etmesi yönünden hayvanların sultanı ve kumandanı hükmündedir. [43]

Sonuç olarak:

Cenâb-ı Hak,  insanın ruh cevherine, rakamlara sığmayacak istidat ve yetenekler bırakmıştır. Bu istidatların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan meydana gelen ve hesaba gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan meydana gelen sınırsız fikir ve düşünceler var. [44]Peki, Cenab-ı Hak, insana hesaba gelmeyecek ve rakamlara sığmayacak bu kadar yetenek, meyil ve istidatları ne için vermiş? Sadece dünyada çalışsın, yesin, içsin, yatsın, kalksın, istediği gibi yaşasın, sonra da arkasına bakmadan çekip gitsin diye mi?  Hayır! “İnsan, ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Öyleyse “insanın vazife-i asliyesi, aczini ve fakrını ve kusurunu anlayarak ubudiyetle ilân etmek ve Allah’a karşı olan kulluk görevlerini yapmaktır.”

[1] Said Nursi, İlk Dönem Eserleri, Şuâât (Marifetü'n-Nebi), Dördünc Şua, 2012, Söz Basım yayın İstanbul s:241

[2] Said Nursi, Lem'alar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:283

[3] Orhan Hançerlioğlu, Ruhbilim Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1988, s. 229.

[4] Habil Şentürk, Din Psikolojisi, İstanbul: Esra Yay., 1997, s. 55.

[5] Adnan Kulaksızoğlu, Ergenlik Psikolojisi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1998, s. 93.

[6] bk. Mecmau’z-Zevaid, 7/196.

[7] Diyanet İşleri Meali, Zariyat 55. Ayet.

[8] Buhari, Nikah, 91.

[9] TDK açısından fıtrat

[10] Vikipedi, özgür ansiklopedisindeki “fıtrat” yaklaşımı

[11] İbni Abdülber, XVIII, 57 vd.; Lisânü’l-ʿArab, “fṭr” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “fṭr” md.). (TDV İslâm Ansiklopedisi hayati Hökelekli

[12]  Diyanet İşleri Meali, el-A‘râf 7/172

[13]  et-Temhîd, XVIII, 70, 74, 82, 83, 87, 88-90). (TDV İslâm Ansiklopedisi hayati Hökelekli)

[14] Diyanet İşleri Meali, Rum Suresi 84/30)

[15] Bayraktar Bayraklı

[16] Diyanet İşleri Meali, Fâtır Suresi 18. Ayet

[17] Düzgün, Din Birey ve Toplum, s. 23.

[18] Kılıç, Fıtratın Dirilişi, s. 18.

[19] Yümni Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, İstanbul: TKV Yay., 1994, s. 70.

[20] Şentürk, Din Psikolojisi, s. 73.

[21] Akçay, İmanın Oluşumunda Fıtratın Rolü, s. 294

[22] Şerafeddin Gölcük, Kur’ân ve İnsan, Konya: Esra Yay., 1996, s. 40.

[23] Said Nursi, Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:479

[24] Yazır, age., V, 3823.) (Osman KARA Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIV, Sayı: 25 (2012/1),s.1- 24)

[25] Said Nursi, Muhâkemat, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:136

[26] Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, c. 16, s. 419.

[27] Ra’ad Suresi 11. Ayet, Cevad Amuli, Fıtrat der Kur’an, s. 155. Vikipedi, özgür ansiklopedi

[28] Said Nursi, İlk Dönem Eserleri, Nokta Risalesi, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:185-18)

[29] Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:90

[30] M. Osman Şübeyr, IV/9, s. 161-221. TDV İslâm Ansiklopedisi Hayati Hökelekli

[31] Diyanet İşleri Meali Rum Suresi. 30/30

[32] Diyanet İşleri Meali Secde, 32/7 

[33] Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 312-316

[34] Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 312-316

[35] Tîn Suresi Ayet 4 Diyanet İşleri Başkanlığı Tefsiri ve Meali.

[36] bk. Sâd 38/72, 75 

[37] Said Nursi, İşârâtü'l-İ'câz, 2012, Söz Basım yayın İstanbul,  s:86

[38] Said Nursi, Sözler, Lemeât, 2012, Söz Basım yayın İstanbul,  s:956

[39] (fıtrat nedir?https://www. islamveihsan.com/ fitrat-nedir.html/tari:23 Şubat 2018)

[40] Zâriyat Sûresi, 51: 56 Diyanet İşleri Başkanlığı Tefsiri ve Meali.

[41] Said Nursi, Şualar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:141

[42] Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, Söz Basım yayın İstanbul, s:243

[43] Said Nursi, Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s.51

[44] Said Nursi, İşârâtü'l-İ'câz, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:86

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum