Firavun ölür, “faşizm” depremde bile ölmez

Allah’ım, hangisine üzüleyim? Depreme mi? Yoksa depremden sonra insanların kalem ile kendilerine ettiklerine mi? Hangisine yanayım? Hangisinden yakınayım? Meğer biz “insan” ism-i şerifinden ne kadar uzakmışız Allah’ım? Ne kadar bihabermişiz ahsen-i takvimden? Ne kadar ırakmışız Senden, Senin vahyettiklerinden?

Ya Rabbi, acımalı. Şu halimize bakıp acımalı... Tek acımak da yetmez yanmalı. Tutuşup tutuşup yanmalı... İnsan-ı kübra olan İslamiyetin meğer ne kadar uzağına düşmüşüz? Bir terör olayı, bir deprem çıkardı bütün kusurlarımızı ortaya... Bize ne olduğumuzu anlattı. Meğer biz hâlâ devr-i cahiliyede imişiz. On dört asır olmuş içimize merhamet üfleneli; yok, hayır, biz hiç ilerlememişiz.

Asr-ı Saadet birkaç asır ışık saçmış ruhumuza; gelmiş geçmiş; biz yine sonra dayanamamış içimizde Firavunları, Ebu Cehilleri diriltmişiz. Kan içmişiz, kan içmişiz, kan içmişiz. Hiç durmadan öfke bikirtirmişiz.

Bugün Van depreminden sonra Facebook’ta, Twitter’da, başka yerlerde okuduklarım, neden bu topraklarda yaşayanların burnunun beladan kurtulmadığını bana daha iyi anlattı. Meğer biz yanlış Ergenekon’la, PKK’yla mücadele ediyormuşuz. Meğer onlar bir şebeke veya örgüt değillermiş. Birer lümme-yi şeytaniye gibi her vatandaşın içinde, ruhunda, kalbinde bir yerlerde kendilerine yer bulabiliyorlarmış. Şeytanın damarda dolaşması gibi damarlarımızda dolaşabiliyormuş. Bakınız bir terör saldırısıyla, bir depremle nasıl da sahiplerinin iradelerini ellerine aldılar!

Allah’ım, inanamıyorum, neler okudum bugün! Meğer deprem Kürt milletine yaptıklarından dolayı, teröre verdiği destekten dolayı indirilmiş bir belaymış. Onlar haketmişler. Bu yüzden üzülmek olmazmış... Ettiklerini buluyorlarmış. Ha bir de (haşa, sümme haşa) “Tanrı artık Kürt sorununa el atmış.”

Bütün bunları okuduktan sonra ne söyleyebilirsiniz? Ben dilimi yuttum, oturdum. Hatta hissimle, üzüntümle, konuşulanların mide bulandırıcılığıyla alakası var mıdır bilinmez; şiddetli kusmalı bir hastalık bile geçirdim. Ve nihayetinde bir kez daha karar verdim: Bediüzzaman haklıymış. “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” derken haklıymış. Bu iş siyasetle, devlet yönetimiyle, kanunlarla, kurumlarla olacak iş değil. Topyekun insanlığın ölmüş kalbini diriltmek gerekiyor. İnsanları, tekrar “insan” etmek gerekiyor.

Birey birey, fert fert insanların kalpleri ölmüş. Evet, ölmüş. Bir kere “insana merhamet” hissi ölmüş. “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” ayetinin yankısı ölmüş. Önce onları yeniden kurmak gerek. Bediüzzaman’ın “Kur’an’ın kanun-i esasisi” dediği bu ayetin manasını önce insanların zihninde inşa etmek gerek.

Ben şimdi anlıyorum. Yeni Anayasa, terörle mücadele, Ergenekon, PKK, sınırötesi operasyon, hepsi boş... Sen bir konuşabilen hayvanı tekrar insana dönüştürebiliyor musun, mesele bu... Bediüzzaman bu yüzden siyasete sırtını dönmüş, insan kazanmış. Bütün hayatını ve mesleğini insaniyet-i kübra olan İslamiyeti diriltmeye adamış.

Baksanıza; hakikat-i İslamiyet, hakiki insanlık, bir sınanmaya tâbi tutulduğumuzda ne kadar da uzağımızda kalıyor. Türk olmak, Kürt olmak, hatta Yahudi olmak mühim değil; vahyin inşa ettiği bir insan olabiliyor muyuz, mesele o... Daha almamız gereken çok yol var. Allah yardımcımız olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum