Filler ve çimenler

Son zamanlarda insanlık çok büyük bir buhran yaşıyor. Vicdanları tefessüh etmemiş insanlar da bu buhranların olumsuz etkilerinden ister istemez teessür ediyor. Ellerinde yeterli ve tesirli güçleri olmayan ancak kalben müteessir olan bu kesim ise, çaresizce bu buhranı seyretmekle iktifa ediyor.

Aslında bütün mesele; yani buhranı tetikleyen yegâne saik, ilkel bir tapınma şekli olan güce odaklanma ve onu yüceltme ameliyesidir. Bu bağlamda bir iktidarı ve koltuk gücünü ellerinde bulunduranlar, bunları kaybetmemek için her türlü zulmü göze alabiliyor. İktidar durumunda olan güçle, muhalefet durumunda olan güç ya da güçler tüm dünyada acımasızca birbirini çürütmeye çalışabiliyor. Yine acımasızca birbiriyle boğuşabiliyor ve acımasızca katliam ya da karalama harekâtı yapabiliyor. Ama bu zıt kutuplar birbiriyle çatışırken, olan alttaki masumlara oluyor. Tıpkı filler boğuşurken, alttaki çimenlerin ezilmesi gibi…

Dün Bosna’da; Bugün Suriye’de, Mısır’da, Irak v.s yerlerde olan hadiselerin altta yatan en önemli sebebi işte bu ilkel tapınma aracı olan iktidar, güç ve koltuk sevdasıdır. Makro dünyadan mikro dünyaya kadar her çatışmanın altta yatan temel sebebi bu gücü elde tutma tutkusudur. Ancak çok önemli bir şey unutuluyor. O da bizim bu dünyada kalışımızın süresidir. Bir insan yüz yıldan fazla yaşasa da sonu ölüm olduğuna göre, gücü elde tutmanın muayyen bir şey olduğu gün gibi aşikârdır. Bu unutkanlığın sebebi, “Hafızayı beşer nisyan ile maluldür,” kaziyesidir. Zira insan “Yüce Allah’ın elest bezminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına “Evet; buna şahidiz” diyerek çok büyük bir emanet ve ağır bir sorumluluğun sahibi olmuştur. Cenab-ı Hak, bu emaneti dağlara tevdi etmiş, dağlar ise bu emaneti yüklenmekten kaçınmışlardır. İnsan Allah’a vermiş olduğu bu ahdini unutarak yerine getirmeyebilmektedir. Oysa insanın, kendi Yaratıcısına verdiği söz sıradan bir söz değildir. Bu bir büyük misaktır. Bu misak, bu akit, bu ahit, bizi hem bu dünyada hem de ebedi hayatta var edebilme sözleşmesidir. Yine bu, hayatımızın ve yaradılışımızın da yegane sebebidir. İnsanın bu söze sadık kalarak, ahde vefasızlık etmemesi gerekir.Bu bir ahde vefanın lâzımıdır.Bu ahde vefayı yapmamak ise hainliktir ve en büyük vefasızlıktır.

Cenab-ı Hakk’a verdiğimiz bu ahit Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir. (Ey Rasûlüm!) Onlara o vakti hatırlat, hani Rabbin, Ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tutarak: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedi Onlar da: ‘Evet, sen bizim Rabbimizsin’ dediler (Onlarla birlikte Biz ve meleklerimiz buna) şahitlik ettik ki, kıyamet günü: ‘Biz bundan gafildik, haberimiz yoktu’ demeyesiniz Yahut ‘bizden önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik; onların izinden gittik Batıla dalanların yüzünden bizi helak mi edeceksin’ şeklinde küfrünüze mazeret ileri sürmeyesiniz diye böyle yaptık”[A’raf suresi, 172-173. İşte insanoğlu bu İlâhî hatırlatmaya karşı, herhangi bir mazeret üreterek, “Ben bu ahitten haberdar değilim,” diyemez. Yani elestbezminde ahdimizi unutmuş olsak bile, Allah’ın kelâmı olan yüce Kur’an-ı Kerim’de bu olay sarih bir şekilde hatırlatılıyor. Artık bize düşen bu ahdin yerine getirilmesi için elimizden gelenin en iyisini yapmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum